Ya 450 Kayseri fıkrası desem

401-KEÇİ KÜÇÜ YARENLİĞİ 
Bir köyde bir genç artık evlenme çağına gelmiş, anasına açılmış bir gün ve evlenmek istediğini söylemiş. Annesi, babaya bu lafı açınca baba demiş ki: 
-Biz fakir insanlarız. Elimizde bir keçimiz var. Filan Ağa bu keçiyi istiyordu. Ona keçiyi vereyim. Yerine bir kuzu alayım.Kuzu büyüyünce koyun olur.  Koyunu da satıp oğlanı evlendirelim. 
Gel zaman git zaman bu yarenlik devam etmiş durmuş ama bir süre sonra da laf tekrarlanmaz olmuş. Oğlan utana sıkıla annesine yaklaşmış: 
-Ana! Hani bir keçi küçü yarenliği vardı. Ne oldu? demiş. (Yusuf Özdemir) 

402-KIZIMIN ADI NEYDİ 
Civelek’in Ali Ağa bağa giderken Cevizlikuyu’dan yeni yetme bir kızın su çekmekte olduğunu görür. Canı su içmek ister, yanaşır. Aralarında şu konuşma geçer: 
-Kızımın adını bilsem de “bir su ver” desem. 
-Meyvelerin ilk yeteni. 
-Kızım Kiraz bir su ver de içeyim. 
Kız suyu verir ve: 
-Ben de emmimin adını bilsem de “afiyet olsun” desem. 
-Allah’ın aslanı. 
-Afiyet olsun Ali Emmi. (Kazım Yedekçioğlu) 


403-Besleme 

Eskiden Kayseri’de kullanılan ve Kayserili zenginlerin metresleri için kullandıkları bir tabirdir bu. 
Eskiden Kayseri’de bir adamın hatırının sayılı olması için Kayseri tabiriyle gittikleri yerde “minderlerinin serilmesi için” ya adam öldürmeleri, ya adam bıçaklamaları, ya da besleme tutmaları gerekmektedir. 
Eski zamanda Kayseri’de bir Ahmet Ağa vardır. İyi kalpli, temiz bir adamdır. Ne adam öldürecek yaratılıştadır, ne adam bıçaklamıştır, ne de besleme tutmuştur. Sırf bu yüzden çevrede itibar sahibi olamaz. Araya savaş yılları da girince ekonomik gücü günden güne zayıflar. İtibarı iyice zedelenmeye başlar. Besleme tutanların sayısı da günden güne azalır. Ahmet Ağa, bu duruma yıllar yılı içerler durur. 
Bir arkadaş toplantısında, arkadaşları bir kadını besleme olarak tutmaya karar verdiklerini, ikişer ay kadının ihtiyaçlarını göreceklerini anlatırlar ve Ahmet Ağaya iki ay da sen besle teklifini getirirler. Ağanın o günlerde parası da yoktur artık. Lakin, arkadaşları yanında itibar bozukluğu olur diye olumlu cevap verir. 
O günden sonra Ahmet Ağayı bir kara düşünce alır ki sormayın gitsin. Eşini de son derece seven Ahmet Ağa, durumu eşine de belli etmemeye çalışır ama eşi onun daldığı bu kara kara  düşüncelerin farkına varır. Ahmet Ağaya sürekli derdinin ne olduğunu sorar durur. Bu ısrarlara dayanamayan Ahmet Ağa, karısına olanı biteni anlatır: 
-Bak hanım, memleketin adeti kötü, adam vurmadın mı, bıçaklamadın mı, besleme tutmadın mı, gittiğin yerde adamın minderini sermezler, itibar bozukluğu yaratırlar. Geçen gün arkadaşlarla konuşurken, arkadaşlar bir besleme tuttuklarını, her birimizin ikişer ay kadına bakacağımızı söylediler. Ben de sesimi çıkaramadım, arkadaşlara açığımı vermedim ama biz kendi soframıza ekmek bulamazken bu kadına nasıl bakacağız onu düşünüyorum, der. 
Kadın, kocasını can kulağı ile dinler. Önce bir süre susar, düşünür, sonra “Bekle beni!” diyerek odadan çıkar. Bir süre sonra eski bir çıkını çeyiz sandığından bulup getirmiştir. Ağanın önüne koyar, “Aç!” der. Ahmet Ağa, “Bu nedir hanım?” diye sorar. “Çeyizimden kalma birkaç eşya” der hanımı. Ağa “Ne olacak bu şimdi? diye sorduğunda kadın: “Al bu eşyaları sat, beslemenin ihtiyacına yetecek kadar para eder. Bey, senin itibarının bozulmaması için bu beslemeyi tutmak şart oldu.” der. 
Ahmet Ağa duygulanır, hanımını alnından öper. “Ben senin üzerine gül koklar mıyım hatun?” der. “Orasını ben bilmem bey!” deyip odadan çıkar kadın. 
Ahmet Ağa, çeyizi basar bağrına doğru çarşının yolunu tutar. Aklından da bu işlere bir formül bulmak geçmektedir. 
Eşyaları çarşıda satar, sonra bir arkadaşının yanına varır. Küçüklükten dostu olan bu arkadaşına olanı biteni anlatır. 
-Ne yapacağım şimdi Remzi, bir formül bul, ben kadınımın üzerine gül koklamam der. 
Arkadaşı Remzi güler. 
-Düşündüğün şeye bak! Parayı sen kadına yedirmeyecek misin? Her gün evin ihtiyaçlarını sen kadına gönder, tamam mı? İş kadının koynuna kimin gireceğine kalsın, sen merak etme der. 
Sıra Ahmet Ağaya gelince ağa, kadının ihtiyaçlarını evine göndermeye başlar. Akşam olunca da kadının evine Ahmet Ağa gibi ince uzun bir adam giriverir. Kendisini Ahmet Ağa olarak tanıtır. Kadınla beraber olur, iki ay boyunca gününü gün eder. 
Böylece Ahmet Ağa, itibarını kurtarmış olur. 
Allah itibar bozukluğu vermesin. (Süleyman Sağlam’dan nakleden S.Burhanettin Akbaş) 

404-BİR ÇÖKELİK HİKAYESİ 
Develi’de Müsellim Ağa, Kayseri’ye geldiğinde Vali Bey sormuş: 
-Müsellim Ağa, Develi’de bugünlerde turfanda olarak ne çıktı? 
Müsellim Ağa cevaplamış: 
-Kardan arı, lezzetten beri, bazen yerken katlığı vuku bulan, Çökelik denilen zat-ı muhterem çıktı efendim. (Selim Özlen) 

405-BİZDEN BİLİRLER 
Develilinin biri, bağ işliyormuş. Anası da öğle yemeği için azığına çökelek sokumu koymuş. 
Öğle olunca adam azığını çıkarmış ve iştahla çökeleğini yemeye başlamış. Bu sırada iki şeytan da adamın bağındaymış. 
Şeytanlar, adamın iştahla çökelek yediğine bakarken biri demiş ki diğer şeytana: 
-Kalk gidelim, şimdi çökelik yerken ölür gider de ölümünü bizden bilirler. (Selim Özlen) 

406-AGOP’UN DÜĞÜNÜNÜ YAPMADAN GELMEYİN 
Selim Bey, bu kez de eskilere ait bir hatırayı o tatlı üslubuyla aktarıyor: 
1917 yılında Develi Ermenileri Bolşevik ihtilalinden sonra akın akın Rusya’ya göç etmişler. 
Malum Rusya’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulmuş. Herkesin bildiği bolşevik ihtilali Rusya’da gerçekleşmiş. O yıllarda Develi’de oturan açıkgöz Ermeniler, oradan yer kapayım diye Rusya’ya akın akın göç etmişler. 
Bilindiği gibi ihtilal ve sonrası ora Anadolu gibi hür ve serbest olmayan bir yer. 
Develi Ermenileri Rusya’ya varınca çok baskılı bir uygulamayla karşılaşırlar. Bunları domuz ahırlarına, pancar tarlalarına sürmüşler. Çalışma yoğun, baskı çok, hürriyet yok. 
Gittiklerine çok pişman olan Ermeniler, Develi’de kalan Ermenileri Rusya’ya gelmemeleri için uyarmak istemişler. Ama dedik ya baskı var. Mektuplar sansürden geçiyor. Sistemi kötüleyenlere ağır ceza var. Mektupla alenen gelmeyin diyemiyorlar. Ama Develi’ye mutlaka bir haber ulaştırmaları gerekiyor. Düşünmüşler taşınmışlar, aralarından biri şöyle bir akıl vermiş ve bu aklı mektuba dökmüşler: 
Mektup şöyle: 
“Aman ha aman Hacı Nişan, 
Burası güllük gülistanlık bir memleket. Biz burada çok iyiyiz. Buraya gelmek istiyorsanız, yalnız Agop’un düğününü yapmadan gelmeyin.” 
Agop daha bebek, beşikte belleniyormuş. 
Lafın kısası “hiç gelmeyin” mesajını böylece şifreli bir şekilde ulaştırmışlar. (Selim Özlen) 

407-ÜÇ BAYRAM İKİ HARMAN 
Geçmiş zaman içerisinde Develi’nin Fıraktin köyünde Göğ Cuma’nın oğlu Yusuf Çavuş adında nüktedan bir zat varmış. 
Bir gün Fıraktin Köyü muhtarı Göğ Cuma’nın oğlu Yusuf Çavuş kendi muhtarlığı döneminde bir kız kaçırma olayı olur. Yusuf Çavuş, bu kız kaçırma olayında yanlış evrak düzenlemekten mahkemeye düşer. 
Develi’nin eski adliyesinde kız kaçırma olayından dolayı yargılanır. Uzun yargılama süresinden sonra son celseye gelinir ve Yusuf Çavuş hapis cezasına çarptırılır. 
Yargılama sonucunda 1,5 yıl ceza almıştır. 
Mahkeme çıkışında ahbapları Yusuf Çavuş’a sorarlar: 
-Mahkeme neticesi ne oldu, kaç gün ceza aldın? 
Yusuf Çavuş kendine has üslubuyla cevaplamış ahbaplarını: 
-Arkadaşlar, önemli bir şey yok! Üç bayram, iki harman gün aldım! (Selim Özlen) 

408-MANDIRACI 
Bir köydeki ahbaplarına misafir olan iki çerçiyi, ev sahibi hoşbeşle karşılayarak istekleri üzerine buz gibi su ikram etmiş. Aradan bir zaman geçmesine rağmen “aç mısınız, tok musunuz” dememiş. Çerçilerden biri, ötekine: 
-Mandıracı da secürüne avzın, deloğlanına geş, demiş. 
Erkilet gizli dilindeki bu cümlenin açıklaması şöyle: 
-Ev sahibi su ikramında iyi, ekmek konusunda kötü. (S.Burhanettin Akbaş) 

409-KAMYONU TEĞDİR 
Erkiletlinin biri, uzak bir şehirden yağ siparişi vermiş. Mal, kamyona yüklenmiş Erkilet’e gelecek. Bu sırada , uzak şehirdeki bir başka Erkiletli, Kayseri’deki Erkiletliye  gelmekte olan yağın kalitesiz olduğunu telgrafla haber vermiş: 
-pi giş çıktı, kamyonu teğdir 
Açıklaması: 
-Yağ kötü çıktı, kamyonu geri çevir. 
Bu telgrafı alan Erkiletli, bozuk malı almaz geri gönderir. (S.Burhanettin Akbaş) 

410-Pİ AVZINLAŞTI, GİDORU ÇOK AL 
Erkiletlinin biri İzmir’e gitmiş, yağ alacak. Otele Kayseri’den bir telefon gelir. Telefonda başlarlar Erkilet lisanıyla konuşmaya... Kayseri’den gelen telefondaki ses demektedir ki: 
-pi avzınlaştı, gidoru çok al. 
Açıklaması: 
-Yağ değerlendi, malı çok al. 
Bu konuşmaları dinleyen otel görevlisi, Erkletlinin ajan olduğu iddiasıyla polisleri çağırmış. Erkiletli, bunun gizli lisanları olduğunu polise anlatana kadar hal gelmiş başına. (S.Burhanettin Akbaş) 

411-CAŞ EFENDİ 
Erkiletlinin biri başka bir şehirde bilmediği bir topluluğa girmiş ve selamlamış: 
-Selamünaleyküm caş efendiler! 
Açıklaması: 
-Selamünaleyküm eşek efendiler! 
O toplulukta da Erkiletli biri varmış, konuşanı anlayıp cevaplamış hemen: 
-Aleykümselam caşın galaklısı. 
Açıklaması: 
-Aleykümselam, eşeğin büyüğü. 
Adam, o toplulukta Erkiletli birini düşünmediği için şaşakalmış. 
(S.Burhanettin AKBAŞ) 

412-İyi ki Okumamışım! 

Bir kurt ile bir tilki, yolda bir katır yavrusu bulmuşlar. Kurnaz tilki demiş ki: 
-Şimdi bunu yesek bir günlük karnımız doyar. Lakin şunu ormana otlu bir yere götürsek de semizleşince yesek daha iyi olur demiş. Katır yavrusunu ormana otlu bir yere salmışlar. Aradan bir zaman geçmiş, gelip bakmışlar ki koca bir katır olmuş. 
Kurt ile tilkinin iştahı kabarmış. Katırla dostluklarını sürdürmüşler ama akılları hep onun işini bitirmekte... 
Tilkinin aklına bir cinlik düşmüş. Katır ve aslana demiş ki: 
-Kim anasını babasını söyleyemezse aramızda işi yok, demiş. 
Kendi hemen saymış: 
-Ben tilki oğlu tilkiyim. 
Aslana sıra gelmiş: 
-Ben aslan oğlu aslanım. 
Katır durumu anlamış. Bunların niyeti kötü. Bunlara demiş ki: 
-Bakın arkadaşlar, siz beni küçük yaşta buldunuz, büyüttünüz beslediniz. Ailem bana küçükten derdi ki senin ayağının altına isimlerimizi yazdık. Eğer bir gün lazım olursa oradan okutursun. İçinizde okuma yazması olan var mı, oradan okusun, ben de öğreneyim demiş. 
Aslan: 
-Benim okumam var, okuyabilirim demiş. 
Katırın ayaklarına yaklaşmış, altına bakarken katır bir çifte atmış, aslan ta karşıki çukuru boylamış. Bu manzarayı gören tilki, şaşkın şaşkın kaçmaya başlamış. Kaçarken de şöyle diyormuş: 
-Hay anama babama rahmet, iyi ki okutmamışlar beni. (Şahinde Bürüngüz) 


413-AKILLI İLE DELİ 
Ahmet Ağaya sormuşlar: 
-Kaç oğlun var? 
-Bir tane... 
-Akıllıysa sana , deliyse aleme yeter, demişler. (Yusuf Özdemir) 

414-Hem topal, hem de Kayserili... 
Adamın biri uzun zaman Kayserililerin yanında çalışmış. Kayserililerden bütün işlerin inceliklerini kavradığını düşünüyormuş. Bir gün dünyanın neresinde olsa karnım doyar artık deyip Kayseri’den ayrılmış. Uzun bir yolculuktan sonra Bağdat’a ulaşmış ve kente girer girmez bir hamama uğramış. Hamamcıdan kese yapacak birini istemiş. Hamamcı da bağırarak: 
-Topal Kayseriliyi getirin demiş. 
Adam şaşırmış, kendi kendine: 
-Hem Kayserili, hem de topal ha... Bağdat’ta bize ekmek yok diyerek Bağdat’tan hemen kaçmış. (Gertrude Bell) 

415-Kayseriliyi yılan ısırsa... 
Kayserilinin birini yanlışla bir yılan ısırmış. Duyanlar yılanın yardımına koşmuşlar ama yılanı kurtaramamışlar. (Gertrude Bell) 

416-Mahmut ve Armut 
Zamanın birinde ağanın biri, tarlasındaki arpayı biçtirmek için iyi tırpan kullanan, işini iyi bilen bir adam arıyormuş. Sormuş soruşturmuş, bu işi yapsa yapsa Mahmut yapar demişler. Ağa, Mahmut’u buldurmuş, Mahmut’a tarladaki arpaları kaç günde biçebileceğini sormuş. Mahmut, ölçmüş biçmiş: 
-Bir iki günde iş tamam ağa demiş. Yalnız yengem sabahları azığımı hazırlasın diye de eklemeyi unutmamış. 
Bir gün sonra Mahmut tarlaya varmadan Ağanın evine varmış, ağanın hanımından azık torbasını almış, doğruca tarlanın yolunu tutmuş. Tarlanın kenarında tek bir armut ağacı varmış. Mahmut, armut ağacının yanına yaklaşmış: 
-Selamünaleyküm Armut! 
-Aleykümselam Mahmut! 
Mahmut azık torbasını açmış ki, içerisinde soğan ekmek var. Armut ağacına sormuş: 
-Bu azıkla bu tarla biçilir mi armut? 
-Biçilmez Mahmut! 
Mahmut, armut ağacının dibine yatmış uyumuş. 
Bir gün sonra yine aynı manzara tekrarlanmış. Aradan iki gün geçince ağa sormuş: 
-Mahmut, iş bitti mi? 
-Bitmedi ağam? 
-Niye bitmedi Mahmut? 
-Dek durmuyor armut! 
Allah Allah demiş ağa, bu adam armut ağacından şikayet ediyor, deli mi ne? 
Sabah adamı kontrol etmeye karar veriyor ağa ve erkenden kalkıyor. Hanımına diyor ki: 
-Azığını hazırladın mı? 
-Hazırladım. 
-Ne koydun azığına? 
-Soğanla ekmek koydum. 
-Olur mu hanım, tarlayı biçecek adam soğan ekmekle doyar mı? Gir mutfağa güzel bir azık hazırla diyor. Hanım evde ne var ne yok Mahmut’un azığına koyar. 
Ağa da Mahmut’tan önce gider, armut ağacına çıkar, oraya gizlenir. 
Bir süre sonra azığını alan Mahmut da tarlaya ulaşır, armut ağacının dibine gelir ve azık çıkınını açar: 
-Selamünaleyküm armut! 
-Aleykümselam Mahmut? 
-Bu azıkla bu tarla biçilir mi armut? 
-Hem de nasıl biçilir Mahmut! 
Mahmut hemen tarlayı ölçer biçer, işe bir koyulur ki o biçim. Tarlayı akşama biçer bitirir. Akşam olur, Mahmut çıkar gelir ağanın yanına. 
-Ağam iş bitti. 
-Nasıl bitti bir günde Mahmut? 
-Yengemin sayesinde ağam! 
-Ulan Mahmut, iş yengene kalsaydı, bu iş sittin sene bitmezdi! (İdris Talih) 

417-ZENGİNİN ÇORABI 
Çok zengin bir adamcağız, ölümünün yaklaştığını hissedince oğlunu yanına çağırmış. Evvela vasiyetini bildirmiş ve demiş ki: 
- Beni mezara çoraplarımla gömün! 
Oğlu babasının bu vasiyetini anlamamakla beraber "tamam" demiş. 
Adam bir de mektup tutuşturmuş oğlunun eline. 
- Ölümümden sonra başın ilk sıkıştığında bu mektubu açarsın, demiş. 
Emr-i Hak vaki olmuş, adam ruhunu teslim etmiş. Eş dost toplanıp ağıt 
yakarken, oğlanı almış bir düşünce: "Ben şimdi babamı çoraplarıyla nasıl 
gömerim?.." 
Bir hoca bulup sormuş ama olumlu cevap alamamış. "Olmaz!" demiş hoca: 
"dinimizce uygun değil böyle bir şey!" Başka hocaya sormuş, o da olmaz 
diye kestirip atmış. Evlat çaresiz, mevtayı da artık bekletmek olmaz, gömmek lazım. Aklına birden babasının "başın ilk sıkıştığında aç" diyerek bıraktığı mektup gelmiş. 
emen mektubu arayıp, bulmuş. 
Mektupta şunlar yazılıymış: 
"Oğlum, gördüğün gibi ben bunca zenginliğime rağmen yanımda bir çorap bile götüremiyorum, gayrisini sen düşün... (S.Burhanettin AKBAŞ) 

418-KABAKÇI 
Yıl 1924... Kayseri’deki Rumlar Yunanistan’a gönderiliyor. Adamın biri Kabakçılık yaparmış, türlü türlü kabakları varmış. Her tür kabaktan tohum olsun diye alıp Yunanistan’a götürmek istiyor. Lakin vapur oldukça dolu, kabaklarının bir kısmını feda etmesini istiyorlar. Adam bir türlü karar veremiyor, kabaklarını denize atamıyormuş. Gemideki görevli adamı caydırmak için: 
-Bak eğer bu kabakları atmazsan çocuklarından birini denize atmak zorunda kalırız diyerek sadece gözdağı verip adamın karar vermesine yardımcı olmak istemiş. Adam düşünmüş taşınmış herkesin şaşkın bakışları arasında cevabını vermiş: 
-Atarsan at, çocukların tohumu bende nasıl olsa, ama ben kabak tohumlarını bir daha nereden bulayım! (Vasili Mavridi’den nakleden S.Burhanettin AKBAŞ) 


419-ZIMPARA KAĞIDI 
Kayserili bir dükkan sahibi oğluna öğüt veriyormuş: 
-Bak oğlum, bir müşteri senden dükkanda olmayan bir şeyi isterse, kesinlikle “yok” demeyeceksin. O yeni bitti, yerine şunu vereyim deyip eli boş çıkmasını önleyeceksin. 
Çocuk öğütleri dinlemiş. Dükkanda yalnız olduğu bir gün içeriye bir müşteri girmiş. 
Müşteri: 
-Tuvalet kağıdı var mı? 
Çocuk bakmış ki dükkanda tuvalet kağıdı yok. 
-Efendim, tuvalet kağıdı yeni bitti, isterseniz onun yerine zımpara kağıdı vereyim! 
(S.Burhanettin AKBAŞ) 











420-SENİN ŞU OŞŞUKÇULUĞUNA NE DİYEK YA... 
Vakti zamanında Kayseri’de yine bir mübarek ramazan ayı geçmiş, bayram günü gelmişti. Bir bayramlaşma esnasında iki komşu hanımın arasında şöyle bir konuşma geçmiş. 
Kadınlardan biri ramazan ayı hakkında konuşuyormuş: 
-Mübarek, nasıl da geldi, geçti. Doyamadık. Bir otuz gün daha olsa tutardık. Otuz gün nedir ki bir altmış gün daha olsa tutardık. 
Ev sahibi hanım bir sabretmiş, iki sabretmiş, dayanamamış: 
-Komşu, komşu! Cenab-ı Allah otuz gün demiş Ramazan orucuna. Lakin senin bu oşşukçuluğuna (yağcılığına) ne diyek ya... (S.Burhanettin AKBAŞ) 

421-FATMAAA! GOP, GOP, GOP! 
Kayseri’den bir aile memuriyet sebebiyle başka bir şehre göçmüşler. Taşındıkları evin karşısında bir çocuk parkı varmış. Evin hanımı bakmış ki komşu kadınlar, paktaki çocuklarını eve şu sözlerle çağırıyorlar: 
-Aaayşeee, koş, koş, koş! 
O da kızına böyle hitap etmek istemiş: 
-Fatmaaa! demiş ama arkası gelmemiş. Kırk yıllık kani, olur mu yani hesabı, sonra bildiği gibi devam etmiş: 
-Gop, gop, gop! 
(Kayseri Ağzı’nda gopmak fiili koşmak anlamına geliyor.) (.S.Burhanettin AKBAŞ) 


422-OSSUN ONU DA YİRİK 
Bir Kayserili ile bir İstanbullu trende aynı kompartımanda seyahat ediyorlarmış. Yemek zamanı Kayserili çıkınını açıp sucuk, pastırma çıkartmış ve İstanbulluya "Buyur beğ" demiş "Beraber yiyek" İstanbullu "Teşekkür ederim ama benim basurum var" deyince Kayserili "Ossun" demiş "Sonra da onu yirik" 
(Rahmetli Cenk Koray’ın anlattığı bir Kayseri fıkrası idi. S.B.A.) 

423-GICIK OLDUK 
Yeşilhisar’a uğrayan politikacılar, kırk yıl boyunca hep meşhur Gıcık Tüneli Projesi’ni anlatıp durmuşlar. Bir arpa boyu yol ilerlemeyen bu projeden bahsedilmesinden usanan Yeşilhisarlılara gına gelmiş. Seçim yaklaştığı bir zaman politikacının biri yine Yeşilhisar’a uğramış. Yine Gıcık Tüneli’nden bahsetmeye başlayınca Yeşilhisarlı Abdullah Ediği politikacının sözünü keserek: 
-Şu Gıcık Tüneli’nden bahsetme artık, hepimizi gıcık etti zaten, demiş. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

424-BİZ SAMAN MI YİYORDUK 
2000 yılında Yunanistan’dan Ağırnas’a festivale gelen Rumlarla Ağırnaslılar eskileri konuşarak yad ediyorlar. 93 yaşındaki Stavros Farasapulos da onların sorularına cevap veriyor. 
Muhabbet böyle gelişince Ağırnaslılar yemekleri sıralıyorlar: 
-Nevzine yapar mıydınız? 
-Yapardık! 
-Mantı yapar mıydınız? 
-Yapardık, çok gözel olurdu. 
-Arabaşı yapar mıydınız? 
-Yapardık, yapardık! 
Derken yemek sohbeti uzayıp gidince Stavros sıkılıyor ve şöyle cevaplıyor: 
-Hepsini yapardık, biz saman mı yiyorduk yav! (S.Burhanettin AKBAŞ) 

425-GÜN DE DURULACAK GÜN DEĞEL 
Bir Avşar Beyi, artık yaşı kemale erdiği için Hacca gitmiş, toygundan soygundan elini eteğini çekmiş. Yedi tane de oğlu varmış. Bir gün çadırlarında otururken boğazdan bir kervanın geçtiğini görmüşler. Oğlanlar sıkıntıda, kervanı soymak istiyorlar ama babaları ne der. Baba da oğlanların sıkıntısı anlamış, başlamış düşünmeye. Sonra çocuklarına demiş ki: 
-Ben size gidin de şu karşıdaki kervanı soyun demem, diyemem. 
Biraz daha düşünmüş, haykırmış birden: 
-Lakin  bugün de durulacak gün değel! (S.Burhanettin AKBAŞ) 

426. ÇERÇİ EMMİNİN BOZ EŞŞEĞİ 
Bir Yörük obası, Sarımsaklı suyunun kenarına çadırlarını kurmuş.Koca bir oba... Obadaki Yörük kadınlarına incik boncuk satmak isteyen bir Çerçi Emmi de eşeğiyle obaya gelmiş. Akşama kadar incik boncuk satmış. Hava kararınca Çerçi Emminin gözü köye gitmeyi alamamış. Oba beyine varmış. Bey de Çerçi Emmi’ye kendi çadırının yanındaki boş çadırı göstermiş, “Bugün burada kal Çerçi Emmi” demiş. 
Çerçi Emmi, gecenin bir yarısı uyurken çadırına birinin geldiğini fark etmiş ve uyanmış. Sezdirmeden geleni kör karanlıkta takip etmeye çalışmış. Nihayet anlamış ki bu bir delikanlı ve elindeki değnekle yan çadırdaki birine işaret veriyor. Çerçi Emmi’nin de çadırda olduğunun farkında değil. Neyse... Delikanlı yandaki çadıra alttan değneğiyle işareti verince çadırın kenarından bir kızın vücudunun yarısını uzattığını ve erkekle kızın böylece birlikte olduklarını anlamış. Ya sabır demiş sinmiş köşeye. Bir böyle, iki böyle, üç böyle deyince Çerçi Emminin de nefsi azmış. Üçüncüden sonra delikanlı çadırı terk edince Çerçi Emmi değneği alıp kendi de yan çadıra alttan işaretini vermiş. Bir kızın yarım vücudu bu çadıra sarkmış ve Çerçi Emmi kızla beraber olmuş. 
Sabah gün ağarırken Çerçi, çadırın dışına çıkmış ki dışarıda ayın on dördü gibi bir kız duruyor. Obanın öbür ucundan bu ucuna da bir delikanlı atını sektire sektire gelip gidiyor. Kız da onu hayran hayran izliyor. Kız, yanında duran Çerçi’yi fark edince, ona manidar bir laf etmiş: 
- Şu delikanlıyı görüyon mu Çerçi Emmi, atını nasıl da sektiriyor. Nasıl sektirmesin ki, dün gece atının önüne dört torba saman koydum. 
Manalı lafı anlayan Çerçi Emmi lafı yapıştırmış hemen: 
-Sen, delikanlının atının önüne dört torba saman koydun ya kızım, korkarım ki bir torbasını Çerçi Emminin boz eşşeği yedi! 
Kız: 
-Hi hi deyip utancından kaçıp gitmiş oradan.  (Mustafa Bürüngüz) 


427. AĞA İDİ BEY İDİ 
Bir Avşar kadının beyi vefat etmiş. Ağıtlar yakılırken karısı da “Ağa idi, bey idi, gitti ağam gitti, gitti beyim gitti” diye ağlıyormuş. Komşulardan biri kadına demiş ki: 
-Git gız, ağalığı da beyliği de nerden çıkardın, demiş. 
Kadın, ağlarken bir taraftan da cevabını veriyormuş. 
-Aman kele, bey idi, öğleye kadar yatar mıydı, bey olmasaydı?Ağaydı, aldığını geriye vermezdi, böyle yapar mıydı ağa olmasaydı? (S.Burhanettin AKBAŞ) 

428. BİRER BİRER TÜKENİR Mİ 
Avşarlarda adettir, ölünün ardından ağıt yakılır. Uzunyayla’da ağıt yakmayı bilmeyen Çerkez köyleri Avşarlara özenirler ve Avşarlardan ağıtçı kadın getirip ölülerine ağıt yaktırırlarmış. Bir gün köyün birinde ağıtçı kadının biri başlamış ağıtını yakmaya: 
Ne deyim ne ağlayım 
Ölü bizim olmayınca 
Birer birer tükenir mi 
Onar onar ölmeyince 
Uzun hava tarzında ağıtını söyleyen kadın nasıl olsa kimse anlamaz diye düşünürken köyden bu sözleri anlayan biri çıkınca ağıtçı kadını hemen köyden kovmuşlar. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

429.  M E H M E T  A Ğ A 
    Bünyan 'da düğün sahibi yemek vermektedir.Her odayı teker teker 
dolaşıp hal hatır sorar.Odanın birinde davetlilerden birini görür 
görmez''hoş geldin Mehmet Ağa ''der.Davetliler odada yedi kişiler. 
Hepsi birden ayağa kalkıp düğün sahibine''hoşbulduk''derler. 
Düğün sahibi davetlilere bir bakar ki, yedisinin adı da Mehmet'tir. 
Şaşırır ve lakaplarıyla saymaya başlar: 
      Şu Bılızın MEHMET AĞA 
      Şu Fisoğun MEHMET AĞA 
      Şu Binnazın MEHMET AĞA 
      Şu Bekaroğlanın MEHMET AĞA 
      Şu Sahtecinin MEHMET AĞA 
      Şu Deli Dudunun MEHMET AĞA 
      Şu Paşa Ustanın MEHMET AĞA 

   NOT:Bu fıkrayı bize vefatından önce nakleden Baltacıoğlu 
MEHMET AĞA'yı rahmetle anıyoruz. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

430. TOHUMLUĞUN MUSTAFA 
  Tohumluğun Mahmut Ağa Allah’ın rahmetine kavuşur.Konu,komşu ve 
akrabaları cenazenin başına toplanırlar.Yakınları ağlaşıyor,diğerleri ise ağlayanları teselli etmeye çalışıyorlar.(Bu sülalenin muziplikleri ise herkes tarafından bilinmektedir.) 
  Oğlu Mustafa cenazenin başında ağlamaktadır.Bu arada üzüntüsünü 
sesli olarak dile getirir. 
    -Doktor,doktor gezdirdim de derdine çare bulamadım. 
AĞOOOOOM,AĞOOOOOM. 
 Bu sırada yanında oturmakta olan Kaşıkçıların Şükrü hemen atılır. 
      -Git adam git.Ne doktoru,adamcağıza bir aspirin dahi almadın,der.     
  Bu söze bozulan Mustafa: 
    -Lan oğlum ölümüze de mi ağlatmayacaksınız.Durun da ağama bir 
ağlayım.  der. 
     Bu sırada yan tarafta oturan Foto Ali Öner söze atılır. 
  -Doktor,doktor gezdirdim de derdine çare bulamadım.Oy Ağooooom 
oy,Devetaş’tan su getirdim de karnında lüp lüp etti, oy Ağoooom oy, der. 
Bu söz üzerine herkes gülmeye başlar.Ölüyü ve ölü evini unutup bir 
düğün evine çevirirler.   (Ali Cengiz) 

431.TENZİLENİN ALİ 
Orta yollu tüccar olan Tenzilenin Ali, günün birinde iflas etmiş. Durumunu kurtarabilmek için borç aramış, bulmamış. Sonunda çaresiz kalınca camideki halıları, kilimleri çalıp satmaya karar vermiş. Camiye girmiş, kendi kendiyle konuşmaya başlamış: 
-Selamünaleyküm Allah’ın evi! 
-Aleykümselam Tenzilenin Ali! 
-Kusura bakma Allah’ın evi, elimde para kalmadı. Buradaki halıları götürmeye geldim. 
-Sana ne diyen var Tenzilenin Ali, gel gel otur, al al götür. 
Böylece kendi kendine izin de alan Ali, halıları ve kilimleri alıp götürmüş. Bir gün şirketini düzeltip zengin olduğu zaman, camiden aldığı ve kilimlere karşılık camiye bir kamyon halı ve kilim getirmiş. (Ali Cengiz) 

432. KAZMA KÜREK: AVŞAR 
Pınarbaşı’da Cuma günleri köylüler kazaya gelirler. Hem Cuma namazını kılarlar hem de evin alışverişini yaparlar. Nalburiyeci Çerkez, müşterilerini şahsen tanıyor, ama isimlerini bilmiyormuş. Veresiye defterine şöyle yazıyor: 
Kazma kürek: Avşar (Ziya Şahin) 

433. KAYSERİLİ YÜZÜ 
Kayserili tıraş olacaktı. Berber  “buyurun” deyip döner koltuğu gösterince koltuğu cevirdi, sırtı aynaya gelecek şekilde oturdu. Berber şaşırdı: 
- Beyefendi, neden ters oturdunuz? 
Kayserili, telaşsız: 
- Sabah sabah, dedi, Gayserili yüzü görmek istemem de... (M.Y.) 

434. BİR DAHA ÇAY İÇMEM 
Köylük yerde baba dede dostluğuna çok önem verirler. Mahmut Dayının dostu Katip Hüseyin mapusa düşmüş. Ziyaretine gelirler. Cezaevi dışarıya nazaran daha lüks. Parası olana Yenice sigarası, kolonya, çay, kahve, ne ararsa var. Bizim köyde çay ikramı pek yaygın değil. Çay şeker belirli evlerde bulunuyor. En yaygın ikram şerbet, o da misafirlere soğuk olarak ikram ediliyor. 
Katip Hüseyin ziyaretçilerini karşılayıp buyur ediyor. O sırada çay geliyor. Hüseyin Ağa yavaşça “pufke” diyor, Kürtçe “üfürerek iç” demek. Mahmut Dayı duymuyor olacak, sıcak çayı hüp diye kafaya dikiyor. Amma ağzına bir top ateş düşmüş. Ne yutabiliyor, ne atabiliyor. Ağzı, damağı, dili kavrulmuş. Çayı getirene sövüp sayıyor. Sel sümük birbirine karışmış. On beş gün aç susuz geziyor. Bir daha ömrü boyunca çay içmiyor. (Ziya Şahin) 

435. DAHA TOKLU OLMADIK MI? 
Mehmet Emmi dünyalar güzeli nur yüzlü bir ihtiyardır. Bulgaristan göçmeni aynı zamanda. Peynircilik üstüne eline su döken olmaz. Öyle tatlı dillidir ki, herkese “kuzum” diye hitap eder. “Al kuzum, ver kuzum” Her lafı kuzuyla başlar, kuzuyla biter. Yanında çalışanlardan bir Kürt oğlu, Mehmet Emmi’ye der ki: 
-Yav Memmed Ağa, guzum guzum diysen, daha toklu olmadık mı? (Ziya Şahin) 

436. VAY AVŞARLARIN BAŞINA 
Pazarören’in mahallelerinin birinde 1893 yılında göç etmiş Kars Muhacirleri yaşar. Bu insanlar munis, müşfik, kendi hallerinde tarlada tapanda çalışırlar, geçinip giderler. Mevsim yaz, aylardan ağustos, tarlada ekin biçiliyor. Ahmet Emmi, ırgatları coşturuyor: 
-Hele dadaşlar vurun ha, az kaldı ha! 
Olacak bu ya... Köyde bir deve vardır. Sahibi bunun avare gezmesinden bıkmış, işe güce yarasın diye düvene koşmuş. Deve dönerken, dönerken kafası kızmış. Hadiii... Düven arkasında parlamış gidiyor. Köyden çıkana kadar, önüne çıkan dam, duvar ne varsa yıkmış. Tozu dumana katarak bizimkilerin üzerine doğru geliyor. Herkes korkuyla gelene bakıyor. Ahmet Emmi’ye sormuşlar: 
-Bu nedir? 
Hoca elini alnına koymuş: 
-Ulan bu olsa olsa Mehdidir. Vay selatü tüncâyı bilmeyen Avşarların başına. (Ziya Şahin) 



437. PENAYI KIRDIM 
Pazarören Öğretmen Okulunda altmışlı yıllardayız. Öğrencinin birisi velisine mektup yazar. “Babacığım, okulun penasını kırdım, bana acilen para gönder.” Babanın eline mektup ulaşır. Düşünür taşınır pena’nın ne olduğunu bulamaz. Köyün hocasına sorarlar, hocadan da doğru dürüst bir cevap olmaz. Üstüne üstlük bir de Osman Emmiye zılgıt çeker. Gariban Osman Emmi, dört tane koyun satar. Bulur buluşturur, o zamanın parasıyla oğlana beş yüz lira gönderir. Pena okulda mandolin çalmaya yarayan parmak ucu kadar küçük aletin adı imiş. (Ziya Şahin) 

438. ANASINI DÖVDÜRMEDİM YA! 
Aşık Ziya, çok yardımseverdir. Yufka yürekli, saf, Anadolu insanıdır. Bu yüzden başı sürekli belaya girer. Bir gün Eski Alemdar Sinemasını geçer. Otobüs durağının arkasında bir kalabalık görür. Bir anda kalabalığın içerisinde bulur kendini. Baksa ki iki sıfır iki boyunda bir adam, kafası usturaya vurulmuş, palabıyıklı çam yarması, zavallı bir kadını dövüyor. Küfürler ederek : 
-Cazı, ben mapushanedeyken babamın malını güveyilerine yedirdin.” diyor. Kadın, adamın anası. Aşık Ziya atılır ortaya, adamın bileğinden şap diye tutar. 
Adam: 
-Ulan ben bu kafayla hapishanenin duvarını yıktım. Bana Çatlağın Mehmet derler. Bu bileği daha kimse bükmedi, deyip aşığı tek eliyle havaya kaldırır. Bir kağnı sopa atar aşığa. Kalabalıktan kimse yardımcı olmaz. Adam aşığı dövmekten sıkıldıktan sonra fuleli adımlarla geçip gider. Aşığın başına toplananlar: 
-Kardeşim sana neydi, niye araya girdin, bu kadar dayak yedin, şeklinde konuşurlarken aşık cevabını verir: 
-Olsun, anasını dövdürmedim ya! 

439. NİDİCEN? 
Kayserili orta yaşlı bir kadın caddenin göbeğinde telaşlı telaşlı koşturuyormuş. O sırada trafik polisi yayaları durdurmuş ve arabalara geç işareti vermiş. Kadın hiç oralı olmadan yoluna devam etmiş. Polis bağırmış: 
- "Kadın nereye? Dur dur." 
Kadın büyük bir hışımla dönüp polise işkilli işkilli: 
-"NİDCEN? Eltime gidiyom" demiş. 

440. KURAN KURSU 
Kayserinin sosyetik kadınları Kuran kursuna gidiyorlarmış. Hoca o gün surelerin yer yüzüne inişlerini anlatıyormuş. Hoca başlamış anlatmaya. 
-" Yüce Sübhaneke inerken gök yarıldı, denizler kabardı, tufanlar koptu, yerler sallandı, sonra mucizeler oldu." 
Kadının biri hayretler içinde daha fazla dayanamayıp yanındakine dönmüş fısıldamış 
-"Gorüyon mu kotü Sübhanekeyi?" 

441. ALİ ÇAVUŞUN İTİ 
Ali Çavuş hatırı sayılır bir paraya it alıyor. Köylülere öyle anlatıyor ki, bu itin önüne ne kurt çıkabilir ne de ayı. Dağda bir keresinde dört kurdu birden boğuyor falan. Gel zaman git zaman kış gelmiş çatmış, it kapının önündeki küllükte devamlı yatıyor. Ali Çavuş, her gün yal yapıp yediriyor ama itten ses soluk yok. Daha ürüdüğünü duyan olmamış. 
Bir gün köylüler bir kurt vurmuşlar. Leşini alıp getiriyorlar. 
-Ali Emmi senin it nerde? 
-Aha damda yatıyor soyha! 
İt yanını güneşe vermiş derin uykularda. Kurdun leşini karşısına koymuşlar. Köpek bir süre sonra uyanmış, ağzını sonuna kadar açıp esnemiş. Ayaklarını uzatıp gerinmiş. Kafasını kaldırınca bir kurdun leşini görünce acı acı çenileyerek arka arka gitmeye başlamış. İt, damdan aşağı düşüp ölmüş. Ali Çavuş, kimsenin yüzüne bakamıyor tabii. (Ziya Şahin) 

442. ALİ ÇAVUŞUN EŞEĞİ 
Yaz gelince Ali Çavuş tırpanını almış, tarlaya ekin biçmeye gitmiş. Eşeğini tarlanın en otlu yerine örklemiş. Eşek ne yapıp ediyor, yığının arkasına geçiyor ve orada Ali Çavuş’un öğle yemeği için getirdiği azığı yiyor. Ali Emmi aç kalıyor. 
Ali Çavuş: 
-Ulan eşşek, seni dövsem günah, sövsem el beni kınar, sana bir ceza vereyim de aklın başına gelsin, diyor. 
Eşeğin ağzına iki tane kalem biber veriyor. Eşek ağzına giren biberi ısırınca yeri göğü birbirine katıyor. Ok gibi fırlayıp tarlada iki tur atıyor. Korkunç sesler çıkararak havaya çifteler savuruyor. Dizlerinin üzerine çöküyor, ağzını yere sürerek şaha kalkıyor. Ön ayakları ile boks yapar gibi for for diye hapşırarak ağzındakini atmaya çalışıyor. İleriki tarladan komşusu Ali Çavuş’a sesleniyor: 
-E bire Ali Ağa, nöördün, eşşeğe içirdin mi? Tapu kadastro memuru gibi tallayı ölçdürüyon? (Ziya Şahin) 

443. İKİ KİLO YETER 
Adamın biri, Kayseriliye sormuş : 
-Bir eşeği boyamak için kaç kilo boya gerek! 
Adamı baştan ayağa süzen Kayserili : 
-Senin boydaki bir eşek için iki kilo yeter! 

444. SANA DA MI MALUM OLDU 
Kayserilinin biri kumarbazmış, bir gün her şeyini kaybetmiş, elinde bir eşek kalmış...Önce sol ön, sonra sağ ön, daha sonra, arka sol, her üc ayağa da zar atmış, kaybetmiş, sıra dördüncü ayağa gelmiş, tam o sırada eşek hazin hazin anırmaya başlayınca, Kayserili : 
-Vah karagözlüm vah!, demiş. 
-Sana da mı malum oldu! 

445. TAKSİMETREYİ DURDUR 
Taksinin yokuşta frenleri patlamış, müthiş bir hızla aşağı iniyor. Kayserili müşteri bağırmış: 
-Durdur şu arabayı. 
Şoför panik içinde haykırmış: 
-Durduramıyorum!.. 
-O zaman taksimetreyi durdur hiç değilse. 

446. PALA’NIN HALİ 
Bir gün Kayseri’ye palanın biri gelir. gelir gelmesine de Kayseri’de böyle Pala o vakte dek görülmemiştir. Pala kaşına kaşına çarşı pazar gezmektedir. Bunu gören Kayserliler huzursuz olur. Kayserilinin biri  yavaşça Palaya yaklaşarak kulağına fısıldar, Pala bin renk değiştirir, köşe bucak kaçmaya başlar ve tüm Kayseri halkı paladan kurtulur. Herkes merak eder, palanın kulağına Kayserilinin ne dediğini. Israr üzerine anlatır: 
-Aman hemşehrim, bura senin bildiğin şehirlerden değil, burada senin gibi palaları görünce zollu uydururlar, haberin olsun, dedim. 

447. ORADA İŞİNİZ NEYDİ? 
Kayserili biri İngiltere’de bir lokantada yemek yiyormuş. Garson “Siz var Türk olmak ve ben size kızgın olmak.” Deyince Kayserili: 
-Neden diye sormuş. 
Garson pişkince cevap vermiş. Siz bizi Türkiye’de denize döktünüz 
Kayserili cevabını vermiş: 
-Af edersiniz, orda ne işiniz vardı? 

448. Kayserili ile CİN 
Gözleri görmeyen, bekar ve fakir Kayseriliye bir cin çıkagelmiş. 
"Benden bir şey dile, yerine getireceğim" demiş. Cin, Kayseriliye sormuş: “Gözlerini mi istesin, zenginlik mi istesin, evlenmek mi istesin?” 
Kayserili düşünmüş, sonunda kararını açıklamış cine : 
"Oğlumu, altınlarımı sayarken görmek istiyorum" demiş. 

449. BİZ BURADA EŞŞEK BAŞI MIYIZ? 
Uzun yıllar önce adamın biri şehirde dolaşırken çok sıkışmış, 
acilen bir tuvalet bulma telaşına düşmüş. 
Ona sor buna sor derken zar zor bir umumi tuvalet bulmuş. 
Hızla dalmış içeri, bir ibrik kapmış ama o da ne, tuvalet görevlisi seslenmiş (o zamanki adı ile ibrikçi, 
o zamanlar öyle çeşme falan olmadığından su sorunu ibriklerle halledilmekte, 
bu ibrikler de doldurulup tuvalet girişine dizilmekte imiş) 
- Hop hemşerim nereye? 
- Arkadaş durum çok acil, işimi göreyim çıkarken ücreti veririm. 
- Sana ücret diyen mi oldu ? 
- Yapma etme hemşerim çatlayacağım, bırak ihtiyacımı gidereyim. 
- Olmaz arkadaş, önce o elindeki ibriği koy bakalım aldığın yere. 
Olurdu, olmazdı derken adam zoraki ibriği bırakmış. İbrikçi : 
- Hah şöyle, şimdi işini göreceksen şu sol baştaki ibriği al, gir içeri. 
Adam can havliyle kapmış ibriği ve dalmış tuvalete. 
Neyse ihtiyacını gidermiş ama sinirden de duramıyor yerinde. 
Çıkışta yapışmış ibrikçinin yakasına : 
- Kardeşim seni millete eziyet et diye mi koydular buraya? Ne diye bırakmadın içeri. 
 Ha o ibriği almışım ha bunu, ne fark etti ? 
İbrikçi gayet ciddi bir tavırla cevaplamış : 
- Birader biz burada eşşek başı mıyız !!!  (Dr. Metin Boşnak) 

450. 75 KURUŞ VERDİLER 
Kayserili bir çocuk iş bulup sürekli çalışıyormuş.  Komşu bir  kadın çocuğa öğüt veriyormuş: 
- " Yavrum sen neden okula gitmiyorsun ? " .  Çocuk : 
- " Gittim teyze ancak 75 kuruş verdiler. Şimdi ben 250 kuruş kazanıyom. " (S.Burhanettin AKBAŞ)
 

Yorumlar