Şimdi 350 Kayseri fıkrası oldu


301- YAHUDİ VE ÇİÇEK SAKSISI 
Yahudi’nin biri Kayseri köylerine kıymetli eşya toplamak için gelmiş. Bir köyde dolaşırken kapının önünde çok kıymetli bir İrlanda saksısı, içinde biraz ekmek doğranmış, üzerine birkaç kaşık çorba konmuş. Kediye yemek kabı yapıldığı iyice belli. Bunu gören Yahudi sevincinden çıldıracak gibi olmuş ve kapıyı çalmış. İçeriden çıkan köylü adamdan ne istediğini sormuş. Yahudi: 
-Kedi satın alıyorum. Kediniz varsa getir, demiş. Adam: 
-Bir tane iyi kötü var ama bekle de tutabilirsem getireyim, demiş. 
Biraz sonra kucağında bir kedi ile gelmiş. Yahudi sormuş: 
-Fiyatı nedir, deyince adam: 
-5 bin lira, demiş. 
-Çok değil mi 5 bin lira? Biraz İkram et. 
-Hayır olmaz. 5 bin lira vereceksin. Bunun anası dokuz doğuran cinstendi. Belki bu da dokuz doğurur, demiş. 
Yahudi 5 bin lirayı verip kediyi almış ve torbasına koyup birkaç adım gittikten sonra dönüp: 
-Hayvan yolda acıkır müsaade et de şu yemek kabını alayım, deyince 
Gözüme iyi bak. Bende hiç aptal hali var mı? Senin gibi açık gözlere o 
çanağın sayesinde 10-20 kedi satarım, her gün demiş. (Esat KARAKAYA) 

302- SAHUR 
Topal Hayri, Ramazan da oruç tutmadığı halde sahura kalkıp tıka basa karnını doyururmuş. Karısı: 
-Efendi, madem oruç tutmuyorsun gece kalkıp oruç tutanların  rızkını yemesen olmaz mı? Deyince: 
-Behey avrat, oruç tutmuyorsam günahkar oluyorum. Sahurda 
kalkmayayım da büsbütün gavur mu olayım? Demiş. (Esat KARAKAYA) 


303- ÇAĞIN BAŞI
Topal Hayri’ye bir arkadaşı sorar:
-Haftada kaç kere yıkanıyorsun?
Hayri Ağa:
-Yıkanmaya kalırsa her gün yıkanırım da çağın başı aklıma düşünce
erkekliğim zayi oluyor der. (Esat KARAKAYA)

304- ALMA - SATMA BATMANI
Kapalı çarşının demirkapı esnafı satılık süt, yoğurt, peynir, yağ getiren köylüleri çeşitli hilelerle aldatırlarmış. Peynir satan bir esnaf oğluna:
-Bak oğlum, şu batman alma batmanımız. Köylü mal getirince tartacağımız zaman bunu getireceksin. Bunun adı Allah Allah. Şu da  satma batmanımız. Müşteriye mal satacağımız zaman bunu getireceksin. Bunun da adı Sübhanallah:
diye sıkı sıkıya tembih etmiş. Biraz sonra müşteri gelmiş. Peynir almak istemiş. Peynirci oğluna:
-Oğlum batmanı getir demiş. Oğlu:
-Baba hangi batmanı getireyim? Diye sormuş.
-Hey sübhanallah oğlum kaç tane batman var ki?
Deyince çocuk satma batmanını getirmiş. (Esat KARAKAYA)

305- YARI YARIYA GALLELİ
Kayserili imamın biri Ramazanda köyün birine imam olur. Karşılığında bayramda, buğday, arpa, nohut, mercimek toplar. İmam şehre geldikten sonra köylünün biri hocayı ziyarete gelir:
-Hocam, sana bir miktar buğday verdim. Ama yarı yarıya galleli (çavdarlı) idi. Hakkını helal et,
deyince hoca efendi:
-Oğlum hiç üzülme, benim kıldırdığım namaz da yarı yarıya galleli
(abdessizdi) idi der. (Esat KARAKAYA)

306- CULUK MİSALİ
Arkadaşları soyadı ile namlı nüktedan Topaloğlu’na sormuşlar:
-İnsan nedir? Kimdir?
Topaloğlu hemen cevabını vermiş:
- İnsan bir culuktur, boynu yoluktur. (Türkan ORAL)


307- YILAN KAÇTI
Bünyanlı bir adamın Meryem adında bir hanımı varmış. Hanım çok
hırçın, kavgacı, geçimsiz biriymiş. Bir gün adam, hanımını kuyudan su çekerken arkadan iterek kuyuya atmış. Aradan zaman geçmiş, adam evde yalnız otururken bir yılan eve gelmiş. Adam kendi kendine:
-Hanımdan kurtuldum derken şimdi de bu yılan başıma bela olacak!
Yılan konuşur:
-Ey insanoğlu benden korkma, ben kuyuda çok rahattım ama Meryem diye bir kadın kuyuya geldi. O kadar hırçın, o kadar ahlaksız ki kuyuda duramadım, burada senin misafirim olacağım, demiş.
Gel zaman git zaman adam yılandan da sıkılmış, yılandan kurtulma çareleri arıyormuş. Bir gün yılana demiş ki:
-Bak yılan kardaşım, Meryemden haber geldi, yarın eve dönüyormuş. Haber vermedi deme, istersen kal, istersen git.
Yılan bu sözü duyunca:
-Aman insanoğlu, Meryemle aynı yerde durmaktansa, dünyanın en berbat yerine gitmeye razıyım. Haydi bana eyvallah, deyip yola koyulmuş.
(Necati DEMİRHAN)

308-ESKİ TAS ESKİ HAMAM
Adamın biri sürekli çocuklarından annelerinin ihtiyarladığını tekrar
evleneceğini kendisini evlendirmeleri ister. Kıvrak zekalı Kayserili çocuklar annelerini boyarlar, sürmelerler, kıyafetini yenilerler babasına yeni hanım aldıklarını söylerler. Babalarını gerdeğe sokarlar. Ertesi gün sorarlar:
-Baba yeni hanımı beğendin mi?
-Adam bire oğlum eski tas eski hamam der.
Çocuklarının zekalarını kabul eder hatasını anlar. (Ş. Nihat İŞMAN)

309- EŞİK BOYAYICI
Sultan Selim Camisi yapılırken boyacılar Kayserili imiş. Sultan
Selim,  ustalar caminin eşikleri güzel boyansın, cami dekorları iyi boyansın diye emir vermiş. Hakikaten cami eşikleri güzelce boyanmış.  İsmi Eşik boyayıcı olarak kalmış, bu söz zamanla değişime uğrayarak eşik boyayıcı yerine eşek boyacı olarak değişmiştir. (Ş. Nihat İŞMAN)

310-KAYSERİ DE YAHUDİ BARINAMAZ
Seneler önce Yahudi’nin biri İstanbul’dan Kayseri’ye gelir. Buraya
yerleşmek, iş yapmak ister. Bedesten çarşısında  bir hacı emmiden sorar,
-Hacı emmi ben İstanbul’dan  geldim, Kayseri’ye yerleşmek, iş yapmak istiyorum ne iş yapayım, ne tavsiye edersiniz?
Hacı emmi bunun Yahudi olduğunu anlar:
-Karşı tarafa git, orada karın satılıyor, bundan al, içini yer dışını satarsın.
Yahudi sevinçle oraya koşar, karın alır. Bir de bakar ki karının yani işkembenin içi yenir mi! Orada anlar ki Yahudi, Kayseri’de iş yapılmaz. (Nihat İŞMAN)

311-DUR ALİ
Torununu özleyen büyükbaba, oğlunun evine ziyarete gider. Bu
ziyaretten sıkılan gelin evladını dizine yatırarak sevmeye başlar:
-Oğlumun dedesi geldi, gelmeden gidesi geldi.
Diyerek sesli sesli çocuğunu okşar. Bu duruma içerleyen kayınbaba, gelinine cevap olarak torununu dizine yatırıp kıçına vurarak sevmeye başlar:
-Torunumun dedesinin adı Dur Ali. Bugün de buralı yarın da buralı.
(Ali CENGİZ)

312-ALIRKEN DE KAZANACAKSIN SATARKEN DE
Kayserili bir esnafın çocuğu okul tatilinde babasının yanında çalışır.
(Kayserili çocuklar böyledir, katiyen boşa vakit geçirmezler, ticareti öğrenirler)
Babasının bir mal alırken direne direne pazarlık yaptığını, aldığı malın değerinden aşağı aldığını görür. Sonra bu malı satarken aldığı fiyattan çok fazlaya sattığını görür:
-Baba sen ne yaptın? Alırken ucuz almaya çalıştın, satarken pahalı sattın, der.
-Oğlum ticaret böyledir. Alırken de satarken de kazanacaksın.
(Ş.Nihat İŞMAN)

313- ZAMSALAK      
        Benzin zammına dayanamayan uyanık Kayserili, çareyi bulur. Gizlice arabasının deposundaki benzine su katmaya başlar.:
-Aa! Ne yapıyorsun. Arabayı bozarsın, diyenlere
-  Zam yapanlara kazık atıyorum, der. (Durdu KOCAKAYA)

314-KAYSERİLİ ÇOCUK
Kayserili Ali, manava gider. Manav onu çok sevdiğinden bir
avuç fındık alıp yemesini söyler. Çocuk bir türlü çuvaldan fındığı almaz. Manav ısrar eder:
-Fındığı sevmez misin yoksa?
-Hayır çok severim.
-Öyleyse neden almıyorsun?
-Siz verin diye almıyorsun amca. Sizin eliniz daha büyük de...
(Durdu KOCAKAYA)

315-KÖKLEMEK
Trafik polisi 38 plakalı otaya yetişir:
-Hemşehrim niye kaçıyorsun? Hız sınırını aştın. Cezayı yedin.
-Radara yakalanmamak için.
-Yakalandın ama.
-Allah Allah, demek ki az basmışsım. Merak etmeyin bir daha ki sefer köklerim. (Durdu KOCAKAYA)


316-KEŞİF MEMURLARI
Vilayetten Ebiç’e keşif yapmaya giden memurlar, dönüş yolunda
kelek tarlasına dalarlar. Şu olmuş, bu kelek derken epey toplarlar. Derken Ebiçli Duran Amca bitiverir başlarında:
-Ne yapıyorsunuz?
-Kör müsün, kelek topluyoruz.
-Bu tarla kimin de?
-Dayımızın.
-Ulan bu kadar yeğenim var da ben niye hatırlamıyorum.
(Durdu KOCAKAYA)

317-KURTLU PASTIRMA
Kızılırmak da balık tutan birisi yanındaki Kayseriliye, merak eder
sorar:
-Hemşehrim, senin oltanda niye kurt yerine sucuk var? Balıklar sucuğu sevmez.
Kayserili buna çok sinirlenir:
-Aptal! Kurt sucuğun içinde. (Durdu KOCAKAYA)

318-YAHUDİ DÜZENBAZLIĞI
Kapalı çarşıda esnaflık yapan Agop Emmi, Kayserili tüccar genci
çok beğenir. Kızlarından birini ona vermeyi kafasına koyar (özellikle de evde kalmış kızını). Gence der ki:
-20 yaşındaki kızımın 50 altını var.
-30 yaşındakinin 100 altını var.
-40 yaşındakinin 500 altını var. Üzerine de bir dükkan cabası.
Kayserili genç biraz düşünür:
-Peki amca, senin daha yaşlı kızın yok mu, der. (Durdu KOCAKAYA)

319-PAPAZIN ÖLÜ GÖMMESİ
İstiklal Savaşı sıralarında Zincidere’de Müslüman erkek  vefat
eder. Cenazenin defin işlemini yapacak bir imam bulunamaz. Ölünün yakınlarından biri, Endürlük köyünün topal papazının geldiğini görünce sevinerek, yanındakilere:
-İmam bulamadık ama, papaz efendi geliyor. Madem o da din adamı, o cenazeyi kaldıralım, der.
Papaz efendiyi çevirirler, durumu anlatırlar. Papaz:
-Ben hiç Müslüman cenazesi kaldırmadım. Hem ben namaz kılmayı, kıldırmayı, dualarınızı okumayı bilmem. Bunun için ben cenazenizi kaldıramam, der.
Bunun üzerine bıçağını çeken delikanlı:
-Sen şu cenazeyi kaldırmazsan ben senin ölünü gömmeyi bilirim.
Bunun üzerine topal papaz:
-Dur sinirlenme, namazını siz kılın ben gömeyim, der.
Papazın dediğini yerine getirirler ve sonunda ölü mezara konulur. Papaz:
-En ölüsün sen, Endürlük’ten geliyordum ben. Ne mendebur ölüymüşsün, başında bulundum ben. Aldıysan veresin, verdiysen alasın.
Dedikten sonra, dua ettiğini zannedenlere:
Hadi gömün, der. (Alim GERÇEL)

320-EMMİNİN BİLMECESİ
Kayseri’de “Emmi” lakabıyla ünlü Mehmet Delihaliloğlu, ömrünün
son zamanları, Kazancılar caddesindeki Gazioğlu hanında tek başına kalmaktadır. Kendisini sevenler, senede bir akşam Büyük Sinemada “Emmi Gecesi” yaparak bir yıllık ihtiyaçların temini için maddi imkân sağlarlar. Emmi hastalanır. Kiçikapı Mahallesinde Doktor Adil Ulu’ya muayeneye gider. Emmiyi tanıyan doktor özenle muayene eder ve reçetesini yazar. Örfünden taviz vermeyen emmi doktoruna:
-Doktor Bey, Allah razı olsun iyi muayenene ettin. Muayene parasını vereceğim. Ancak bir soru soracağım. Cevabını doğru verirsen ne ala, cevap veremezsen muayene ücretini veremem.
Doktor merakla soru sorulmasını bekler. Emmi sorusunu sorar:
-Doktor Bey, başındaki kıllar neden beyazlaşmış da eteğindeki kıllar hala siyah?
Soru karşısında şaşıran doktor bir cevap bulamaz. Emmiye sorar:
-Ben bilemedim, sen cevap ver.
-Eteğindeki kıllar 15 sene geç çıktı da ondan.
Cevabı mantıklı bulan doktor paradan vazgeçer. Ancak emmiye sorar:
-Pekiyi sen benden kurtuldun. Muayene parası vermedin. Eczacıyı ne yapacaksın?
-Ondan kolay ne var Doktor Bey. Aynı soruyu ona da sorarım,
der ve ayrılır. Doktor hemen yanında çalışan sıhhiye memurunu Kayseri Eczanesi sahibi Hazım Gönen’e gönderir ve sıhhiye durumu izah eder. Böyle bir soru soracak cevabı da şudur haberin olsun der. Çarşıda işini bitirip eczaneye gelen Emmi reçetesini yaptırır ve eczacıya da ilaçların parasını vereceğini, ancak bir sorusu olduğunu, bilirse ilaç parasını vereceğini, bilemezse vermeyeceğinin pazarlığını yapar ve durumdan haberdar olduğu için eczacı kendinden emin soru sormasını bekler. Emmi aynı soruyu sorar. Eczacı doktorun haber gönderdiği cevabı verir, emmi kabul etmez. Birkaç cevap daha verir hiçbirinin kabul edilmediğini görünce:
-Pekiyi sen cevap ver bakalım neymiş?
-Başının bin derdi oranın bir derdi var, cevabını alır.
Mantıklı bulur ve emmi buradan da gözlükçüğe gideceğini söyler ve gözlükçüğe de aynı soruyu soracağını anlatır. Bunun üzerine Eczacı Hazım Bey gözlükçü Nihat Alibaşoğlu’na kalfası ile haber gönderir. Emminin geleceğini bu soruyu soracağını ve cevabının da yukarıdaki gibi olduğunu söyler. Bir gün sonra emmi gözlükçüğe uğrar ve gözlük numarasını verir. Gözlüğünü aldıktan sonra gözlük ücretini ödeyeceğini ancak bir soru soracağını, bilemezse parayı ödemeyeceğini söyler. Gözlükçü de kendisine gelen habere göre kendisinden emin olarak:
-Haydi sor bakalım, der.
Aynı soruyu gözlükçüye de sorar. Emmi gözlükçünün verdiği cevabı kabul etmez. Gözlükçü birkaç cevap denemesinde bulunduysa da çaresiz kalır ve:
-Pekiyi sen söyle, der.
-Başını bin deliğe sokarsın, orayı bir deliğe, der ve gözlük parasını da vermekten kurtulur. (Alim GERÇEL)

321-AMAN AĞA YANIYORUM
Tarladan toplanan biberler Ermeni kadınlarca kurutulup değirmende
toz haline getirilmek üzere tohumları alınıp dilimlenmektedir. Bu işle meşgul olan kadınlar grup halinde Merkez Yenice İsmail Mahallesinde Hisarcıklızade Lütfü Efendi’nin konağında çalışmaktadırlar. Kadınlardan biri helaya gider. İhtiyacını giderir. Taharet esnasına bağırmaya başlar:
-Aman ağa yanıyorum yetişin.
Lütfü Efendi helaya koşar:
-Nedir? Ne oluyor? Ne diye feveran ediyorsun?
Kadın can havli ile:
-Ağam biberden yanıyorum.
Bunun üzerine Lütfü Efendi koşarak aşganada bulunan tarladan yeni getirdiği domateslerden ikisini şaha ayırarak kadına yetiştirir ve:
-Elini yıkamadan girersen .... da yanar, canın da yanar, der.
(Alim GERÇEL)

322-AMAN AĞAM BU DA MI GELECEKTİ BAŞIMIZA
Kapalıçarşı esnafında manifaturacı  Erkiletli Hacı Abdullah Bozkurt
ikinci evliliğini yapmıştır. Dükkan komşuları yeni gelin hanımı görmeyi arzu ederler. Ancak Hacı Abdullah buna müsaade etmeyeceğini söyler ve komşularının huyunu bildiği için hanımına sıkı sıkıya tembihte bulunur:
-Sakın ola ki benim arkadaşlarım eve gelirlerse yanlarına çıkamayacaksın, der.
Bir yaz günü öğle namazından sonra dükkan komşuları bir araya gelirler. Kıymalı pide yaptırırlar ve bir karpuz alırlar. Evin tamirini yaptırmakta olan Hacı Abdullah’ın Hacı Saki Mahallesindeki evine giderler. Yemek yenir, üzerine evin hanımının yaptığı kahveyi Hacı Abdullah içeriden getirir ve misafirlerine ikram eder. Misafirlerinden Mahmut Palamutoğlu bakar ki evin hanımını görmek kısmet olmayacak hemen evin damına çıkmak için duvara yaslı duran ağaç merdiveni ayağının ucu ile avluya devirir ve büyük gürültü meydana gelir. Mehmet Palamutoğlu yüksek sesle bağırmaya başlar:
- Aman ağam bu da mı gelecekti başına. Daha bir haftalık evliydin, der ve çırpınır.    
İçeriden bu feryadı duyan Hacı Abdullah’ın hanımı tokanadan dışarı heyecanla koşar. Bu arada Hacı Abdullah da olaylar karşısında şaşkın hanımına seslenir:
-Gelme kız bu şerefsizler sana bakacaklar, diye seslenir.
Ama kadıncağız daha bir haftalık kocasının başına kaza geldiği zanlı ile koşup gelmiştir. Bu esnada hanımın boynundaki beşliğin ve kolundaki bileziğin sayısı gelenlerce tespit edilmiştir. Bir gün sonra Hacı Abdullah’ı kızdırmak için dükkanların önünde toplanıp sohbet ederken tespit edilen altın sayılarından bahsedilince Hacı Abdullah dayanamaz:
-Benim size sözüm yok arkadaş. Bütün kabahat bizim esiklide, der. (Alim GERÇEL)
 
323-BABASINI DA GETİRSEYDİN
Erkek çocuklar hamama 5-6 yaşa gelene kadar anneleri ile giderler.
Daha büyük yaştaki çocuklar hamamcı veya natır tarafından hamama alınmazlar. Buna rağmen biraz iri yapılı bir çocuk annesi ile birlikte Hunat Hamamına gelmiş ve yıkanma mahalline girmek için soyunmaya başlamış. Bu durumu gören yan taraftaki yaşlı kadın çocuğun annesine kızarak:
-Bari babasını da getirseydin, anam, demiş.
Çocuğun annesi hiç istifini bozmadan ve çocuğun soyunması için yardım ettiği halde:
-O da geliyor, şuradaki bakkaldan sabun alıp şimdi gelecek, demiş.
Yaşlı kadın buna inanır ve şaşkınlığını gizleyemez:
-Vooo! Avrat deli mi ne,demiş. (Alim GERÇEL)

324-DAMAT TELEVİZYONDA
Televizyonun Kayseri’de yeni yeni evlere girdiği dönemlerde
damgacılarıdan Hacı Mustafa Büyükkatırcı’nın oğlu, yeni damatlarının televizyona çıkacağını biraz saf ve şakacı olan annesi Fevziye Hanıma müjdelemiş. Ancak televizyonun pek anlaşılan bir konu olmadığı için Fevziye Hanım tepki göstererek:
-Allah aşkına velahavle vela kuvvet. Başımıza bir gelmedik bu kalmıştı. Sülalenin içine mi tükürdük. Allah sonunu hayır getirsin, demiş. (Alim GERÇEL)

325-DİŞ DOKTORUNA GİDEN KADIN
Dişlerini yeni bakım yaptırmış kadın, yeni dişlerinin vermiş olduğu
rahatsızlıktan dolayı devamlı gittiği diş doktoruna kontrol için gider. Diş doktoru sorar:
-Buyurun şikayetiniz nedir?
-Doktor Bey, üstümden şikayetim yok. Ama altım fingir fingir oynuyor. Bir bakıp yapsan diye geldim. (Alim GERÇEL)

326- EĞLEN ŞOFÖR EFENDİ GELİN ÇÖĞDÜRECEK
  Köyden gelininin rahatsızlığından dolayı şehre gitmekte olan Ahmet Ağa, gelininin çok sıkıştığını, ihtiyacı olduğunu öğrenir. Bunun üzerine yüksek sesle bağırır:
-Eğlen şoför efendi, gelin çöğdürecek. (Alim GERÇEL)

327- AMUCANIN BAĞINDAN ÜZÜM ALMA
Niğde ilinde yapılacak güreş müsabakaları için Kayseri Beden
Terbiyesi Bölge Müdürlüğünden güreş hakemleri istenir. Güreş ajanı İbrahim Aslan Recep Onbaşılı, Halim Demir, İbrahim Üstüntunalı ve diğer hakemler ile birlikte Niğde’ye gidilir. Dönüşte Garipçe yakınlarına gelince Recep Onbaşı yol üzerindeki bir üzüm bağını göstererek:
-Şurası benim amcamın bağı, her defasında ısrar eder. Girelim üzüm yiyelim, der.
Minibüsten inerler ve bağa dalarlar. Bağın içerisinde üzüm kesen mal sahibi geriden bu davetsiz misafirleri görür, ama tek başına olduğu için ses çıkarmaz. Ancak hazırlayıp bir gün pazara getireceği üzüm kasalarının minibüse konduğunu görünce dayanamaz:
-Kasalar emanat emanat diyerek bağın içerisindekilerin üzerine doğru koşar. Durumun farkına varmayan İbrahim Aslan sorar:
-Ne diyor bu adam?
Recep Onbaşılı hem ekipteki arkadaşların minibüse koşmalarını hem de adamın bağırarak koşmasını İbrahim Aslan şu sözlerle açıklar:
-Biraz daha yükleyin size zahmet olmasın, ben yardımcı olayım diye koşuyor, der. (Alim GERÇEL)

328-GELEMEDİ Mİ?
Naci (Kaptan), Ulucan Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğüne
vekalet etmektedir. Kayseri Valisi ise İhsan Aras Paşa’dır. Kayseri’de ise o güne kadar hiç defile düzenlenmemiştir. İlk defileyi de İtimat firması düzenleyecektir. Valinin hanımı bu defile ile çok ilgilenmektedir. Bir gün öncesinden Naci Ulucan’ı arayarak:
-Misafirlerimiz Atatürk Spor Salonuna gelince haberim olsun.
Sabahleyin mesai başladığından biraz sonra salonun hazırlanması çalışmaları devam ederken organizasyonu yapan firmanın temsilcisi gelir. Naci Ulucan da vali beyin eşine misafirlerin geldiğinin haber edilmesini ister. Bölge Müdürlüğü binasına gelen Naci Ulucan, vali konağının telefonunu muhasebeciden alır. Muhasip, müdürünün telaşından faydalanarak ona genelevin telefon numarasını verir ve saklanır. Naci Ulucan verilen telefonu arar, karşısına çıkan kişiye vali konağına telefon ettiğini sanarak:
-Hanımefendi ile görüşeceğim.
-Burası genelevi.
-Niye gelemedi efendim?
-Ne gelemedisi lan. Burası kerhane kerhane.
Muhasebecinin muzur şakalarından birini yaptığının farkına varan Naci Ulucan aranmaya başlar ama ne fayda. Acilen vali konağının telefonunu bulur ve görevini yerine getirir. (Alim GERÇEL)

329-ERMENİNİN ÇÖMLEK KUMBARASI
Kayseri’nin Bahçebaşı semtinde oturan fakir Ermeni genci Haçik’i
yardımlaşma ile biraz fettan olan Maria ile evlendirirler. Gelin gerdek günü pazarlık yapar:
-Bir çömlek kumbara alalım, her birlikte olduğumuzda 10 kuruş atalım. Birikince ileride çocukların ihtiyacını karşılarız, der.
Bu teklif Haçik’in de işine gelir. Bir çömlek kumbara alırlar, her birleşmelerinde 10 kuruş atarlar. Birkaç yıl sonra çok acil paraya ihtiyaç hisseden Haçik karısına:
-Şu kumbarayı getir kıralım. İhtiyacımızı karşılayalım. Daha sonra yeni kumbara alır, eskisinden çıkan para kadar içine atarız.
Kadın rıza göstermez. Ancak Haçik’in ısrarlarına dayanamaz ve çömleği getirir. Çömlek kırılır, ama Haçik şaşkın. Çömleğin içinde 10 kuruş sayısının birkaç misli gümüş 25 kuruşluk para var. Kendisi hiç 25 kuruşluk atmamıştır. Bu şaşkınlığı karşısında karısına:
-Bu da ne demek oluyor? Nereden çıktı bu 25’likler? Hem 10’luklardan çok fazla.
-Sen her seferinde 10 kuruş atıyordun ama karşı mahalledeki Ali her seferinde 25 kuruş atıyordu, der. (Alim GERÇEL)

330-TEŞEKKÜRÜNE TEŞEKKÜR EDERİM
Kayserili hanım oğlunu ziyaret için Ankara’ya giderken imkanları
nispetinde çeşitli yiyecek ve hediyeler götürür. Oğlu gündüz işe gidince aynı hayatta (avlu) bulunan kapı komşularını ziyaret ederek getirdiği hediyelerden bir sahan içinde ikram eder. Komşu kadın hediye için teşekkür eder. O güne kadar teşekkür kelimesini duymayan kadın sessiz kalır ve akşam oğluna sorar:
-Komşuya ikramda bulundum, sahanı bana iade ederken teşekkür ederim dedi. Ne demek istedi?
-Aman ancağız o sana küfretmiş. Çok kötü bir söz söylemiş.
Sabaha kadar gözüne uyku girmeyen Kayserili hanım sabahleyin oğlunu işine yolcu ettikten sonra, komşusunun kapısını çalar, komşusu kapıyı açıcınca:
-Teşekkürüne teşekkür ederim. Teşekkürüne teşekkür ederim, der.
(Alim GERÇEL)

331-ÇINDIR PIT ELEKTRİKLER YANDI
Hisarcık’ta elektriklerin olmadığı dönemlerde İstanbul’dan misafir
gelen genç kız Ayfer, yatmadan önce helaya gitmek ister. Ancak karanlıktır. Bunun üzerine evin kızı Mualla’ya:
-Abla lambayı yaksan da beraber gitsek, der.
Evin kızı:
-Çındır pıt, haydi lamba yandı diyerek ay dedeyi gösterir.
(Alim GERÇEL)

332- KORKMAYIN KOMŞULAR HALİS AMCANIZ TÜFENK ATACAK
Kayseri Lisesi Müdürlerinden Halis Çivicioğlu, yeni bir tüfek
almıştır. Tüfeği bağ evinde deneyecektir. Ancak silah atmaktan ve komşularının silah sesinden rahatsız olacağından çekinmektedir. Bir kayanın üzerine çıkar ve seslenir:
-Korkmayın komşular, Halis amcanız tüfenk atacak... (Alim GERÇEL)

333-DEVLET TEKESİ
Ziraat Müdürlüğüne bağlı bulunan aşım evindeki tekeler verimsiz
ve soy olarak istenilen ölçülerde değildir. Ama piyasada aynı işlevi yapan, çok güçlü ve verimli bir teke bulunmaktadır. Tekenin sahibi Ahmet Ağa işsizdir. Geçimini tekeden sağlamaktadır. Ziraat Müdürü, Ahmet Ağayı çağırtır ve ona şu teklifte bulunur:
-Ahmet Efendi, senin teken çok iyi. Seni onun için buraya alalım. Tekenin de bedelinin üstünde fiyat verelim. Buranın kadrolu elemanı olun. Senin içinde ekmek kapısı açılmış olur.
-Olur efendim, der ve teklifi kabul eder.
Bir dönem sonra tekenin verimi düşer, kendinden bekleneni veremez. Bunun üzerine Ziraat Müdürü tekrar Ahmet Ağayı çağırır:
-Ahmet Efendi bak, seni tekeden dolayı işe aldım, tekene de ederinden fazla para verdim. Ama o bu dönem beklenen randımanı vermedi. Şimdi ne yapacağız?
-Vallahi sayın müdürüm, artık o devlet tekesi oldu, isterse aşar, istemez ise aşmaz. (Alim GERÇEL)    

334-KÖYE DADANAN TİLKİ (DEVLET MEMURU)
Felahiye’nin Zilifter (Silahtar) köyüne tilki dadanmıştır. Köydeki
kümes hayvanlarının neredeyse kökünü kurutacaktır. Köylüler bir türlü çare bulamamaktadırlar. En sonunda köy öğretmeninden de fikrini sorarlar. Öğretmen köylüye:
-Bundan kolay ne var, şimdiye kadar niye bana sormadınız?Hemen bütün kümeslerdeki ve ahırlardaki kalan hayvanları bir kümese doldurun. Diğer yerlerin kapısın açık bırakın ve pusuya yatın. Tilki hangi kümese girerse kapısını kapatın ve beni haberdar edin.
Köylü denileni tutar ve ikinci gece tilki gelir kümesin birinin içine girer. Hemen kapısını kapatırlar, öğretmenin evine gidip haberdar ederler. Koşarak kümese gelen öğretmen içeri girer, biraz sonra kümes içerisinde bir toz duman kopar. Daha sonra orta durulur. Bir bakarlar ki öğretmen tilkinin boynuna kravatını bağlamış, hayvanı çekip köy meydanına getiriyor. Bütün köylünün gözleri önünde tilkinin kıçına bir tekme vurur ve kapar koyu verir. Uzun bir zaman geçer, tilki köye uğramaz. Köylü merak eder:
-Bunun hikmeti nedir, öğrenelim? İki gün sonra köyün başına böyle bir olay gelirse biz de aynısını yapalım derler ve öğretmeni köy odasına çağırırlar:
-Öğretmen efendi bunun hikmeti nedir? Bize de öğretir misin?
Kümese girdim, kravatımı tilkinin boynuna bağladım. 657 ye bağlı Devlet Memuru ettim. Bundan sonra hiçbir halt işleyemez.
(Alim GERÇEL)




335-ÇALMA PEKMEZ
Erkilet nahiyesinin Kemer köyünde dul bir hanım varmış. Köyden
Osman adlı dul bir kişi bu hanıma göz dikmiş. Ne edip o dul kadınla birlikte olmayı arzulamakta ve çeşitli yollara başvurmaktaymış. Dul kadın ile anlaşmışlar. Ancak dul kadın Osman Ağanın organını görünce bunun altından kalkamayacağını anlamış ve:
-Ben sana iki külek pekmez vereyim de vazgeç, demiş.
(Alim GERÇEL)

336-DÜNÜRCÜNÜN ZİYARETLERİ
Adam oğlunu komşu köyden nişanlar. Kız evine gelin kızını
göremeye ziyarete giderler, çok güzel ağırlanırlar. Bundan çok memnun kalan oğlan evi kendilerine gelin kızlarını bahane ederek sık sık kız evini ziyarete giderler. Devamlı ziyaretten usanan kız evi yine bir ziyarette yemek ikram ederler. Ancak ekmek ve bir tas süt getirirler. Misafir bu durum karşısında şaşırır. Bunun ne anlama geldiğini sorar:
-Dünür bu ne anlama geliyor?
-Gayet basit. Yağ da, kaymak ta, peynir de bundan yapılıyor. Ekmekle buyurun.
Bu işe çok içerleyen oğlan evi dünürlerini davet ederler. Onlarda oğlan evinin köyüne misafirliğe giderler. Ev sahibi misafirleri ağırlar. Misafirler evin çocuklarını da öpecektir. Ancak oğlanın babası bir dakika durun der ve cinsel organını çıkarır:
-Oğlan da bundan kız da bundan, bunu öpün yeter, diye tepkisini gösterir.  (Alim GERÇEL)

337-SARIZDAYIM YA
1970’li yıllarda Doktor Mevlüt Mercan, Sarız ilçesi hükümet
tabipliği görevini yürütmektedir. Çok aktif ve çalışkan olan Mercan Sarız’ın dağ köyleri de dahil gitmediği, vatandaşın ayağına sağlık hizmeti götürmediği yer kalmamıştır. Bundan dolayı da bütün Sarızlılar sevgi göstermekte ve saygı duymaktadırlar. Ancak zamanın Sarız’daki Adalet Partili yöneticileri bundan rahatsız olmaktadırlar. Dönemin İmar-İskan Bakanı Hayrettin Nakipoğlu’na şikayetçi olurlar:
-Sayın Bakan. Sarız’da bir doktor var. Bütün köylüyü kurtçu yaptı. Bunu haddini bildirin.
-Sarız’a geldiğimde ben hallederim,
der ve ziyaretçilerini gönderir. Zamanla Sarız’ı ziyarete gelen Bakana Sarız Kaymakamlığında brifink verilmektedir. Sarız Adalet Partisi İlçe Başkanı Bakana doktoru gösterir ve Bakan doktoru uyarır:
-Doktor sen burada siyasi faaliyet gösteriyormuşsun? Seni sürdürürüm.
Sayın Bakanım benim siyasi faaliyetim yoktur. Görevim ile ilgili geceli-gündüzlü hizmet vermeye çalışıyorum. Bu çalışmalarıma buradakiler de şahittir.
-Hayır hayır sen siyasi faaliyet gösteriyormuşsun. Ben seni sürerim.
-Efendim Sarız’dayım ya!
Bundan ne demek istediğini anlamayan Bakanın sürerim ısrarı üzerine:
-Sarız’dayım dedim ya, diye cevap verir. (Alim GERÇEL)

338-HIRSIZLIĞIN BÖYLESİ
İncesu ilçesinde, Kayseri-Adana demiryolunun bağının içinden
geçen Dümbelekçi Ahmet Ağa, sabahın erken saatlerine kadar bağda çalışır.
Güneş tam vurunca kaysı ağacının gölgesinde kestirmek için uzanır, uykuya dalar. Ancak bir sesle irkilir. Bir baksa ki bağın ortasında bir marşandiz duruyor. Bağın içerisine göz gezdirir ki, iki ellerinde sepetle bağdan üzüm kesiyorlar. Dümbelekçi Ahmet Ağa hemen doğrulur, tüfeği ile yukarı doğru ateş eder. Bağın içerisindeki adamlar hemen marşandize biner kaçarlarken Ahmet Ağa arkalarından bağırır:
-Her şeyi gördüm de trenle hırsızlığa geleni ilk defa görüyorum.
(Alim GERÇEL)

339-SATIP YENİ MODELİNİ ALDIK
Bir Adanalı diğeri Kayserili iki çiftçi sohbet ederlerken zenginlikleri
ile övünmeye başlamışlar. Adanalı:
-Bizim orada sabah güneş doğmadan biniyoruz arabaya akşam oluyor, biz hala çiftliğin öbür ucuna yetişemiyoruz.
-Yav bizim de öyle bir arabamız vardı satıp yeni modelini aldık.
(Alim GERÇEL)

340-AL ELİMİ
Yüzme bilmeyen bir Kayserili denize düşmüş. Suya bir batıp bir
çıkıyormuş. Sahilde üşüşmüşler başına:
-Ver elini, ver elin, diye bağrışmaya.
Kayserili bir türlü uzatmıyormuş elini. Üşüşenler bir türlü anlamıyormuş dilini. Tanıyanlardan biri anlatmaya çalışmış. Meğer Kayserili almaya alışmış:
-Al elimi al elimi, diye üşüşenler bağırmış.
Kayserili kurtulunca gülüşerek dağılmış. (Alim GERÇEL)

341-İKİ İKİ DAHA KAÇ EDER
Kayseriliye sormuşlar:
-İki iki daha kaç eder?
Kayserili hemen atmış:
-Alırken mi satarken mi? (Alim GERÇEL)

342-AMERİKADAN MÜHENDİS
Kayserinin bir köyünde imece yöntemi ile yol yapılıyormuş. Bunun
içinde eşekten yararlanılıyormuş. Eşek hangi yolu izlerse orayı genişletip araba yoluna dönüştürüyorlarmış. O dönem de köye gelen Amerikalı bir barış gönüllüsü ne olup bittiğini kavrayamadığı için sormuş:
-Ne yapıyorsunuz böyle?
-Yol yapıyoruz.
-Bu eşek ne için?
-O yolun mühendisi, yola uygun yeri o gösterir.
Barış gönüllüsü gülmüş
- Ya eşek bulamasaydınız?
O zaman Amerika’dan mühendis getirirdik. (Alim GERÇEL)

343- BAŞIMDAN TUTARDI
Adamın biri dört hanım alır. Bir gün hanımlar kendisine kızarlar ve aralarında karar alırlar. Biri sağ kolundan, biri sol kolundan, biri sol bacağından, biri sağ bacağından tutar adamı dışarı atarlar. Adam:
-Keşke bir avrat daha alsaydım. O da başımdan tutardı.
(Ş.Nihat İŞMAN)

344- ARAYI BULALIM
İstasyon caddesinde Kız Enstitüsü önünde volta atan iki delikanlı
bir kızın peşine takılmış. Oğlanlardan biri kıza:
-Ağzını öperim anam...
Diye laf atmış. Kız sinirli:
-Hoşt köpek ayağımı yala,
Diye karşılık vermiş. Diğer genç:
- Bu iş böyle bitmez. Biriniz çok yukarıdan diğeriniz çok aşağıdan söylüyorsunuz. Gelin arayı bulalım. (Seyit Mehmet POLAT)

345-KAYSERİLİ OLSUN DA...
Adalarda askerlik yapan bir Kayserili tüm koğuşları dolaşarak başka
bir Kayserili hemşehrisi olup olmadığını araştırmış, fakat bulamamış. Üzüntüsünden kışlayı terk ederek dağlara, kırlara çıkıp dolaşırken, daha çok Kayseri’nin Gesi-Ağırnas yörelerinde yetişen gilaboru ağacı ile karşılaşmış, sevinmiş. Büyük bir sevecenlikle ağacı kucaklayarak:
-Vay sevgili hemşehrim. Demek sen de buradaydın ha! (Gani AŞIK)

346-KAYSERİLİ MOLLANIN YAMAN CEVABI
İstanbul medreselerinden birinde Kayserili bir molla varmış.
Hocalarından biri her nedense Kayseri’yi ve Kayserilileri sevmezmiş. Bu yüzden de Kayserili mollaya yerli yersiz latifeler yaparmış. Şaka görüntüsü altında zaman zaman da alay edermiş. Tuvalette nasıl temizlenilmesi gerektiği hususu, ders olarak tartışılırken tuvalette köpek pozisyonunda oturmak şeklindeki bir ibareyi bahane eden hoca yine Kayserili öğrencisine sataşmak amacıyla sormuş:
-Kayserili, haydi köpek pozisyonunda bir otur da görelim.
Kayserili öğrenci cevaplamış:
-Hocam ben buraya öğrenmeye geldim. Önce siz oturun da biz görelim.
(Gani AŞIK)

347-KAYSERİLİLİK AYRICALIKTIR
Kayseri insanının dünyanın her yerinde ve herhangi şart altında
olursa olsun aç kalmayacağı, olumsuzlukları ve çaresizliklerini bir bir yeneceğine dair yaşanmış bir çok anekdotlar vardır. Bunlardan birisi de Amerika’da cereyan etmiş.
Sahibinin bir Yahudi olduğu fabrikada Kayserili işçiler bir birleri ile dayanışma içinde oluşları, çalışkanlıkları ve zekaları ile dikkat çekmeye başlamışlar. Fabrika yöneticilerinden birisi patronu Yahudi’yi :
-Kayserili Türkler zamanla bu fabrikayı ele geçirebilirler,
şeklinde uyarmış. Bunun üzerine Kayserili işçilerin işine toptan son verilmiş. Konuyu değerlendirmek amacıyla bir araya gelindiğinde işçilerin önderlerinden biri konuşma yapmış ve sözlerini şöyle bitirmiş:
-Gurbete gelmekle aç mı kalırız
Hamt olsun Mevla’ya kanaatimiz var.
Biz Kayseriliyiz farkımız budur
Elimizde pek çok zenaatimiz var. ( Gani AŞIK)

348- DENESİZ ÇÖP
Köyden misafir olarak gelen kadın pencere kenarında oturmuş üzüm yiyordu. Birden bire boş üzüm salkımını pencereden aşağı atar:
-Aman ne yapıyorsun?
-Vallahi hiç dene kalmadıydı. (Seyit Mehmet POLAT)  

349- YIKSAM DA YIKILSAM DA
Gır Ahmet’in pehlivanlık yanı da ağır basarmış çevre köy ve
kasabalardan güreşli düğün olduğu zaman Gır Ahmet’e davetiye gönderirlermiş.
Bir gün bu davete icabet etmiş. Her gittiği düğünden ikişer-üçer adet koyun, inek, keçi alır gelirmiş. Bir gün Özvatan’a bağlı Kermelik köyündeki düğüne katılmış. Hazırlıklarını yapmış, kispetini giymiş. Isınma hareketlerini yaparken aklına bir şey gelmiş:
-Durun bakayım hele ben, güreşeceğim adamın ismini bir öğreneyim.
Galip gelene iki inek, iki koyun hediye, rakibinin ismi de Cam-Cum, demişler.
Bu arada Gır Ahmet hemen kispetini çıkarmış, üzereni giyinmeye başlamış:
-Ben bu adamla güreşmem,demiş.
-Niçin? Demişler.
-Çünkü yıksam da Cam-Cum, yıkılsam da Cam-Cum.
Güreş alanını hemen terk etmiş. (Kenan KARAGÖZ)

350- BAĞI YOK
Gır Ahmet’in bağı yokmuş. Bağa gidip gelenlere çok imrenirmiş.
Arkadaşları arasında sohbet ederken:
- Haydin bağlara doğru gezelim, demişler.      
Gır Ahmet’te:
-Hayır ben gitmem, demiş.
-Niye? Diye sormuşlar.
Bağa gitmeyi şuraya koyun, kıyının yolunda kırmızı lira bulsam yine de alıp cebime koymam.
-Niçin? Demişler.
Gır Ahmet’in bağı yok da kıyının yolunda dene topluyor derler diye.
(Kenan KARAGÖZ)

Yorumlar