Şaka değil gerçek... 500 Kayseri fıkrası

451. ERİK HIRSIZLARI 
Bünyan’da yukarı bahçelerde erik hırsızlamaya giden iki kişi, yanlışlıkla ceviz ağacına çıkmışlar. Erik zannederek cevizleri koyunlarına doldurmuşlar. Tenha bir yerde içlerinden biri erik niyetine cevizi dişlemiş ki zehir gibi... Karanlıkta elindeki nesneye bakıp şöyle demiş: 
Endamın erik 
Yördemin erik 
E kökü batasıca 
Avılar mı çalık (Şahinde Bürüngüz) 

452. MEHMET EMMİ İLE MUSTAFA 
Bir Mehmet Emmi varmış. Yaşını başını almış ihtiyar bir adammış. Mehmet Emmi’nin oturduğu mahalleye yeni evlenmiş Mustafa isminde bir genç komşu olmuş. Mehmet Emmi, bir gün Mustafa’nın evine misafirliğe varmış. Hanımı ile birlikte uzun bir sohbete başlamışlar. Bir saat, iki saat, üç saat, dört saat geçmiş Mehmet Emmi’nin kalkacağı yok. Mehmet Emmi, anlatmaya devam ediyormuş: 
-Allah kısmet ederse, bu yıl Hacca gidiyim diye düşünüyorum, deyince, Mustafa söze girmiş: 
-Aman Memed Emmi, şurdan kalkıp evine gidemiyon da Hacca nasıl gideceksin? (Zümrüt Demirhan) 


453. HATÇEMİN PÜSSÜĞÜ 
Bünyan’dan Süksün Kasabasına seğmenler gelin almaya gitmişler. Halaylar oynanmış, düğün çalınmış, sıra gelinin çeyizinin yüklenmesine gelmiş. Gelinin çeyizi de sadece bir sandıktan başka bir şey değilmiş. Delikanlılar, sandığı yüklenmişler ama sandıktan sesler gelmeye başlamış. Gelinin anasını çağırmışlar: 
-Anacağızım, bu sandıkta ne var böyle? 
-Gadasını aldıklarım Hatçemin püssüğü var, çeyiz olacak başka nesi var ki kızımın deyince sandığı açmışlar ki gelinin kedisi varmış sandıkta. (Zümrüt Demirhan) 

454. VER ELİNİ ÇEKELEK 
Koca koca bok sinekleri yolda yürüyorlarmış. Dişi sinek dır dır edip durdukça erkek sinek “Çok konuşma da önüne bak, yine bir bokun içine düşeceksin” diyormuş. Dişi sinek aldırmadan dırdır etmeye devam ederken bir bokun içine saplanmış. Erkek sinek yine dayanamamış, demiş ki: 
-Ver elimi çekelek? 
Dişi sinek nazlanmış: 
-Ben sana küselek. 
Erkek sinek: 
-Ver elini çekelek? 
Dişi sinek: 
-Ben sana küselek. 
Erkek sinek sinirlenmiş: 
-Ben de sana tepelek tepelek deyip üzerine bastığı gibi çekip gitmiş. Yani çok naz aşık usandırırmış. (İkbal Öztürk- 2001 yılının Ağustos ayında vefat etti) 

455. KAÇINCI KATA BACIM 
Bünyanlı şoförlerden Ali Rıza Kaçmaz, minibüsle Kayseri’den yolcularını almış, Bünyan’a getirmiş. Bünyanlı yolcuların evlerinin kapısının önünde inmek gibi bir alışkanlıkları varmış. Bir kadın minibüsten inecek gibi olmuş vazgeçmiş. Ali Rıza Kaçmaz soruyormuş: 
-Nerede ineceksin bacım? 
-Az ötede... 
Biraz daha ilerlemişler, yine aynı soru, aynı cevap... 
Tam evinin kapısının önüne gelince kadın haykırmış: 
-Evi geçmeyin, kapının önünde indirin beni. 
Bu işe canı sıkılan Ali Rıza Kaçmaz, zınk diye kadının evinin kapısının önünde durmuş: 
-Kaçıncı kata çıkacağız bacım? (S.Burhanettin AKBAŞ) 

456. KOSNÜK 
Bünyanlı şoför Ali Rıza Kaçmaz, özel taksisiyle İstanbul’dan Kayseri’ye geliyormuş. Yanında da bir arkadaşı varmış. Yolda da indir bindir yaparak yolcu alıyormuş, benzin parasını çıkarırız diye düşünüyormuş. Düzce’de bir yolcu taksiyi durdurmuş. Şoförle pazarlığa başlamışlar. O diyormuş 1 lira, şoför diyormuş 3 lira bir türlü anlaşamıyorlarmış. Ali Rıza Kaçmaz, adamın teklifini kabul etmemiş, lakin adam uyanıkmış, arka koltuğa çaktırmadan oturmuş. Bu durumu şoför ile arkadaşı fark edememişler. Yola koyulmuşlar. Yolda Ali Rıza Kaçmaz homurdanıyormuş: 
-Vay kosnük vay, o kadar yolu 1 liraya gidecekmiş. Şuna bak arkadaş! 
Adam bu lafların kendisi için söylendiğini fark eder etmez, arka koltuktan şoförün boynuna sarılıp sıkmaya başlamış. Adamın ellerinden boğazını kurtarıp adamı arabadan atana kadar hal gelmiş başlarına. Nihayet yola tekrar çıkmışlar ama Ali Rıza Kaçmaz bu sefer yanındaki arkadaşına homurdanmaya başlamış: 
-Bu kosnüğün arabaya bindiğini ben görmedim, sen de mi görmedin arkadaş? (S.Burhanettin AKBAŞ)

457. OYLAR NEREYE GİTTİ 
Seçim zamanı Güven Partili olan Ali Rıza Kaçmaz, ev ev gezip komşularından Güven Partisine oy istemiş. Komşulardan hiçbiri de olmaz dememiş. Ali Rıza Kaçmaz, büyük bir sevinçle komşular sizi seçim günü sandığa arabamla götüreceğim diye söz vermiş. Minibüsünü seferber etmiş, Sümer İlkokulundaki sandığa komşularını hep taşımış. Akşam olup sandıklar açılınca oy verdikleri sandıktan Güven Partisine kendi oyundan başka oy çıkmayınca, mahalleye koşup bağırıyormuş: 
-Sırtımda taşıdığım, kulu kölesi olduğum komşular, bu oylar nereye gitti? (S.Burhanettin AKBAŞ) 

458. GÜVEN PARTİLİYİM 
12 Eylül öncesinde mahalleler sağcılar ve solcular tarafından bölüşülmüş, gençler gruplar halinde gezerken de zaman zaman kavgalar yaşanıyormuş. Adamın birisi de gençlerin bıyıklarına bakıp sağcı mı, solcu mu olduklarını tahmin eder: bıyığı ağzına doğru olanları veya bıyıksızları görünce “Ben de solcuyum.”: bıyıkları sarkık olanları görünce de “Ben de sağcıyım” der  dayaktan kurtulur, hatta onlardan yardım ve ilgi dahi görürmüş. 
Bir gün bir mahallede bir grupla karşılaşmış ama bıyıklardan karar vermek imkansız gözüküyormuş. Hemen aklına bir çare gelmiş. Nasıl olsa Turan Feyzioğlu’nun memleketindeyiz, “Güven Partiliyim” derim, kurtulurum diye düşünmüş. Gençler sorunca da böyle cevap vermiş. Gençler biraz düşünmüşler. İçlerinden biri: 
-Dövün lan şunu, bu tümden otmuş ya... deyip adama bir güzel sopa atmışlar. Dayak yiyen adam daha sonra polise bilgi verirken: 
-Vallaha Güven Partisinin amblemini bilmiyordum, koç olduğunu bilsem, öyle der miydim hiç, diye anlatıyormuş. (Mustafa Bürüngüz) 

459. YİĞİN ZOLLU 
Askerde bir Balıkesirli ile bir Kayserili arkadaş olmuşlar. Bir gün tavla oynarlarken Kayserili iyi zar geldikçe “tevatür, tevatür” diyormuş. Balıkesirli demiş ki: 
-Ben sizin lisanınızı pek anlamıyorum, tevatür ne demek? 
Kayserili hemen cevaplamış: 
-Onu bilmeyecek ne var arkadaş, tevatür demek “yiğin zollu” demek. 
-Yaaa!!! 
Aradan biraz daha geçince Balıkesirli sormuş: 
-Yiğin zollu ne demek?   
Kayserili cevap vermiş: 
-Kardeşim, bu onun açıklaması. Ben sana açıklamanın açıklamasını nasıl anlatıyım? 
(S.Burhanettin AKBAŞ) 

460. O BEBE ŞEBE 
Kayserilinin biri hanımını ve çocuğunu doktora götürmüş. Doktor her ikisini de muayene etmiş. Sıra doktorun ücretini ödemeye gelmiş. Muayenehanede de ücretin 20 milyon olduğunu belirten bir levha varmış. Doktor, ücretin 40 milyon olduğunu söyleyince Kayserili itiraz etmiş. 
-Şimdi avratla bu bebenin muayene ücreti aynı mı? 
Doktor: 
-Evet, aynıdır, demiş. 
Kayserili itiraz etmiş: 
-Olur mu Doktor Bee, bu bebe şebe, avradın yarısı kadar gelmez, bunun ücreti ile kocaman avradın ücreti aynı olur mu hiç? (S.Burhanettin AKBAŞ) 

461. SINAMASINA 
Kayserili, komşusuyla iddialı tavla maçı yapmaya başlamış, ortaya  “sinemasına” diyerek iddia koymuşlar. Oyunu Kayserili kaybedince itiraz ediyormuş: 
-Valla komşu sen de duydun, ben bu oyun sınamasına oynayalım demedim mi? Gel şimdi sahici oyuna başlayalım. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

462. TAŞ DÖĞÜŞÜ 
Kayseri’de bir zamanlar büyük büyük adamlar mahalleler arası taş dövüşü oynarlarmış. Çoğunun kafası, gözü, kulağı yaralanırmış. O dönemin ünlü taş dövüşçüleri arsında Faraşın Hilmi Ağanın oğlu, Mektepli Memed, At Pazarlı Cemal’in adları dolaşır dururmuş. 
Günün birinde Kayseri’ye Amerikalılar gelir, ellerinde kameraları vardır. O yıllarda Kayseri’de kameranın ne olduğunu bilen var mı ki? Neyse efendim, bu adamlar taş oyununu filme alırlar. Bu dehşetli sahneler böylece belgelenmiş olur. İçlerinden devlet erkanından birileri varmış ve Ankara’da bu filmi zamanın başbakanı Adnan Menderes’e seyrettirir. Rahmetli Menderes, o dönemin Kayseri Belediye Başkanı olan Osman Kavuncu’yu Ankara’ya çağırır. Rahmetli Kavuncu Ankara’da başbakanın huzuruna çıkınca aralarında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet olunur: 
Menderes: 
-Lan Osman oğlum nedir bu? Sizin oralarda daş döğüşü diye bir oyun varmış. Sizinkiler boynuz kulak birbirlerini kırıyorlarmış. 
Kavuncu: 
-Benim haberim yok efendim. 
Menderes: 
-Nasıl haberin olmaz sen bile oynuyormuşsun. 
Menderes, Amerikalıların getirdiği kaseti Osman Kavuncu’ya izletir ve Kavuncu’ya dönerek : 
-Osman, derhal bu vahşete bir son verin. İstersen takviye kuvvet göndereyim ama bir daha bu oyunun oynandığını duymak istemiyorum. 
Taş dövüşü bu olaydan sonra yasaklanır. (Canan Bayram) 

463. MUSTAFA KEMAL VE ALİM EFENDİ (ÇINAR) 
Ankara’yı top sesleri sararken birçok müessese Kayseri’ye taşınmış. Ankara’da kalan milletvekillerinden biri de Kayseri milletvekili Müderris Alim Efendi (Çınar) imiş. Alim Efendi, bir gün meclise giderken Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşmış. Paşa: 
-Babacığım, siz gitmediniz mi? 
Alim Efendi: 
-Nereye Paşam? 
-Kayseri’ye. 
-Neden gideyim paşam? 
Mustafa Kemal Paşa: 
-Düşman geliyor babacığım. 
Alim Efendi: 
-Paşam, Ankara’ya gelen düşman Kayseri’ye gelmez mi? 
Mustafa Kemal Paşa: 
-O halde ne yapacaksın? 
Alim Efendi, yaşlı başlı ihtiyar adeta kükrer: 
-Silahlarımızı çekerek aslan evlatlarımızın arasına katılacak ve son nefesimize kadar düşmana kurşun atıp süngüleyeceğiz onları. 
(Kayseri Milletvekili Alim Efendi’nin oğlu rahmetli Alim Çınar’dan nakleden S.Burhanettin AKBAŞ) 

464. KAYSERİLİNİN DİLEĞİ 
Kayserili ile Amerikalı bir deniz seferi sırasında gemilerinin batması sonucu ıssız bir adaya düşerrler. Aradan bir süre geçer, bunlar 
hayatlarını devam ettirirlerken adaya bir şişe gelir. Şişeyi alırlar. 
Açarlar içinden bir cin çıkar ve 
- "Ben bu şişenin ciniyim, sizin bir dileğinizi kabul etmek için geldim. 
Evet dilekleriniz nedir?" demiş. İlk önce Amerikalı cevap vermiş: 
- "Beni çok zengin yaparak evime götür." 
Cin elini şıklatmış. Pat diye Amerikalının dileği yerine getirilmiş. 
Cin dileğini Kayseriliye sorunca, Kayserili şu cevabı vermiş: 
- "Sen bana o Amerikalının adresini ver, başka bir şey istemem." 

465. Babaların Yarışı 
Çocuklar oturmuş birbirlerine babalarının ne kadar "hızlı" olduğunu anlatıyorlarmış.. Biri demiş ki: 
- Benim babam ok attıktan sonra koşup hedefe oktan önce varıyor... 
- O da bir şey mi, demiş ikinci çocuk... Benim babam tabancasını ateşliyor ve hedefe kursundan önce yetişiyor... 
- O da bir şey mi, demiş Kayserili  üçüncü çocuk... Benim babam devlet hastanesinde doktor... Mesai 5'de bitiyor, benim babam eve 3:30'da geliyor. 

466. KAYSERİLİ PROFESÖR 
Kayserili bir Profesör, Londra da konusu tabiatın korunması olan 
araştırmacılar zirvesine katılır. Bir İngiliz meslektaşı gelip yanına oturur. İkide bir bizim Kayseriliyi süzer. Kayserili can kulağıyla kürsüdeki konuşmacıları dinler. Bir zaman sonra yanındaki  İngiliz meslektaşı Kayseriliyi dürterek, önündeki su bardağını işaret eder ve... 
           -Guluk guluk good? Der. 
           Kayserili Profesör bozulur, ama terbiyesine riayet ederek “evet”  anlamında başını sallar. Çok geçmeden İngiliz profesör tekrar dürtüp Kayserilinin önündeki pastayı işaret eder. 
           -Ham ham good? 
           Bizimki yine başını sallayarak evet der. Konuşma sırası bizim Kayseriliye gelir. Çıkıp kürsüye İngilizce bir konuşma yaparak,  Avrupalıların tabiat tahribatındaki rolünü anlatır. Konuşması biter ve alkışlar arasında gelip yerine oturur. İngiliz profesörü şaşkın  şaşkın Kayseriliyi süzerken bizimki onu dürter ve sorar 
           -Bla bla good? 



467. YANLIŞ AT 
Kayserili ve Trabzonlu iki aile at yetiştirirlermiş. Bir tanesi beyaz at, 
diğeri siyah at yetiştirirmiş. Günlerden bir gün aralarındaki gizli rekabet öyle bir hale gelmiş ki, bir engelli yarış düzenlemeye ve kozlarını paylaşmaya karar vermişler. Kaybeden ailenin insan içine çıkması mümkün  değil. Neyse, yarış günü gelmiş herkes orada. Atlardan beyazına Kayserili  jokey, siyahına Trabzonlu jokey biniyor. Yarış başlamış, müthiş bir heyecan. Son engele kadar başa baş gitmişler ve tesadüf bu ya son engelde iki at da takılmış ve jokeyler yere düşmüş. Daha çabuk toparlanan Trabzonlu jokey hemen ata binerek bitiş çizgisini geçmiş ve sevinç içinde ailesine doğru ilerlemiş, fakat ailede suratlar asık. Trabzonlu jokey buna bir anlam verememiş ve sormuş : 
      -Niye öyle bakıyorsunuz yarışı kazandık işte ? 
-Salak !! Yanlış ata bindin !! 

468. PASTIRMANIN NAMUSU 
Kayserili pastırma tüccarı dükkandan sırt pastırmasını çaldırmış. Tüccar, 'Çalınan pastırmaya yanmam' demiş, 'O hırsız pastırmayı kesmeyi beceremezse, namımızı lekeler ona yanarım.' demiş. 
( Mustafa Yurdagül) 

469.BİZ BURADA NİYE DURUYORUZ 
Keşlioğlu Mustafa Efendi bir gün Zincidere'den gelirken, Talas'ta yanına bir Keşiş takılır. Keşişle yol boyunca konuşa konuşa Kayseri'ye doğru yol alırken birden gök gürlemesi, şimşek çakmasıyla birlikte yağmur bardaktan boşanır gibi iner. 
Keşlioğlu Mustafa, birden uğradıkları bu bahar yağmurunun azizliğine hayıflanarak yol arkadaşına sorar : 
- Yahu bu ne haldir. 
Birden yağmur, bu fırtına bu şimşek nereden çıktı? 
Keşiş espri yapmak ister : 
- Eee. 0lacak komşu. Yukarıda Sizin Peygamberle bizim Peygamber 
kavga yapınca yeri de böyle sel su götürecek elbette... . 
Bu söz üzerine Keşlioğlu, elindeki bastonla girer arkadaşı keşişe : 
Neye uğradığını şaşıran keşiş, arkadaşına karşı gelirken de 
konuşmaktan edemez : 
- Yahu ne oluyor sana, ne yapıyorsun böyle? .. 
Keşlioğlu Mustafa Efendi, cevap verir: 
- Peygamberlerimiz mademki yukarıda dövüşüyor da, biz burda niye 
duruyoruz'?   
Keşoğlu Mustafa, yanındakinin sopasını çeker ve Keşiş'e girer, yer misin yemez misin? Neye uğradığını şaşıran Keşiş, çareyi Talas'a kaçmakta bulur.   
(Kazım Yedekçioğlu) 

470. AZICIK SESİ KART ÇIKAR 
Avradın Hasan Ağa adıyla maruf birisi Büyükbahçebaşı semtinden 
geçerken Haçaturla karşılaşır. Haçatur, iltifat olsun diye, Hasan Ağa'nın 
eşeğinin yularından tutup çeker. Bu arada da konuşmaktadırlar. Hasan Ağa 
bir ara Haçatur'a sorar :   
- Ulan Haçatur bu yularını tuttuğun nedir? 
- Eşektir Hasan Ağa... 
Hasan Ağa, Haçatur'u sıkıştırmak için sorar : 
- Bu eşek sizin kiliseye papaz olur mu Haçatur? 
Haçatur ne yapsın. Olmaz dese, Hasan Ağa deli dolu bir adam, 
elindeki bastonu mutlaka ensesine indirecektir. Olur dese, kendi dinini küçük düşürecek. Böyle bir bocalama sırasında, cevap kendiliğinden dökülür 
dudaklarından : 
-Olur Hasan Ağa olur. Ama sesi biraz kart çıkar! . 
(Kazım Yedekçioğlu) 

471. PAZARLIĞA GİRİŞEBİLİR MİYİM? 
         Kayseri'de pazarlık değişmez bir adet haline geldi. Hemen her dükkanda bu yıllardır süregelen bir gelenektir. Bu durum ilkokul çocuklarına bile yansımıştır. İki çocuk bahçede konuşurlarken aralarında pazarlık söz konusudur: 
- Beş kere beşin yirmi beş ettiğini bildiğin halde, niye Öğretmene yirmi sekiz diye cevap verdin ?   
Öğrenci çok olgun bir şekilde cevaplar arkadaşını : 
-Öyle olduğunu biliyorum da, belki öğretmenimle pazarlığa tutuşurduk diye düşündüm. Onun için yirmi sekiz dedim. 

472. BİRBİRİMİZİ YİYECEĞİZ 
Kayseri’nin yetenekli doktorlarından Mustafa Öner Küçük, annesi Aysel Hanıma telefona açar: 
- Anne akşama ne yemek var? 
Annesinin canı oldukça sıkkındır. Üstün körü cevaplar: 
-Birbirimizi yiyeceğiz. 
Mustafa Öner, annesinin kızgınlığını yatıştırmak için hazırcevaplığını kullanır: 
-Anne, o yemeği daha dün yemedik mi? (S.Burhanettin AKBAŞ) 

473. PİRE İLACI 
Bir gün Kayserilinin biri, fısfıslı şişelere musluk suyunu doldurup çarşıya çıkmış. Başlamış elindeki suları 'pire ilâcı' diye satmaya. 'Bitli malın kör alıcısı' hesâbı adamın biri de gelmiş, Kayseriliden bir şişe pire ilâcı (!) almış. Eve gidince de yatağına, döşeğine, pireye rastladığı her yere güzelce sıkmış, ilâcı (!) bitirmiş. Aradan günler geçmesine rağmen hâlâ daha pirelerin evde cirit attığını görünce hiddetlenerek, hemen çarşıya çıkmış. Biraz öte gitmiş, biraz beri gelmiş, sonunda Kayseriliyi bulmuş. Demiş 'Bu ne biçim pire ilâcıdır? Daha bir tâne pire ölmedi.' Kayserili sormuş: 
-Sen nasıl kullandın o ilâcı? 
-Nasıl olacak, pire olan her yere sıktım. 
-Aaa, olur mu öyle, demiş Kayserili, tabii ki ölmez pireler. Sen kullanmayı bilememişsin... 
-Nasıl olacak ya? 
-Bak şimdi, önce pireyi tutacaksın, sonra gözünü açacaksın. Sonra ilâcı eline alacaksın, pirenin gözünün tam ortasına sıkacaksın. İşte o zaman bak bakalım, pire ölüyor mu, ölmüyor mu? 

474. BEN BÖYLE Mİ GELDİM 
Bir gün Kayserili biri hamama gider. Soyunur ve giysilerini çok güvenilir olan hamam sahibine emanet eder. İki saat yıkanıp, keselendikten sonra havluya sarınıp giysilerini giyinmek için hamamcıya gider. Hamamcı, kıyafetlerin kendisinde olmadığını söyler. 
Kayserili: "Ama ama, ben kıyafetlerimi buraya bırakmıştım" der. 
Hamamcı, tekrar kendisinin haberi olmadığını söyler. 
Kayserili: "Ama, ama ben tam iki saat önce gelip kıyafetlerimi, tam şuraya çıkarttım" der ve bir saat dil döker. 
Hamamcı, yine başını sallayarak bilmediğini söyleyince, bizimki belinden havlusunu atarak: "Peki ben böyle mi geldim?". 

475. KAYSERİLİ İLE TEMEL 
Bir Kayserili ve Temel Amerika’ya zengin olmak için gitmişler. Varır varmaz vedalaşıp, 1 sene sonra aynı yerde tekrar buluşmak üzere ayrılmışlar. Bir sene sonra Kayserili yine aynı şekilde beş parasız buluşma yerine gelmiş. Daha sonra yanına bir limuzin yanaşmış, bir zenci inip kapıyı açtığında arabanın içinden smokin giymiş bizim Temel çıkmış. Kısa bir selamlaşmadan sonra Kayserili: 
-Senin durum iyi gitmiş. Ben bir baltaya sap olamadım gardaş. Gözünün yağını yiyeyim, nasıl yaptın bu işi?. Temel neşeli neşeli, 
-Eh işte turum iyi der. Zaten Amerika’da iş yapmak çok kolaydur. Bu insanlar çok çahil. Pir makina yaptum. 1 Dolar ataysun, elini koyaysun tansiyonini ölçeyur. 
Biraz dertleşip yine bir sene sonrası için sözleşirler. Bir sene sonra Temel limuzini ile gelir ve beklemeye başlar. Kayserili görünürde yoktur. Temel, acaba başına bir şey mi geldi? diye endişelenir. 20 dakika sonra tepeden bir helikopter iner ve içinden bizim Kayserili çıkar. Temel şaşırır.
-Hayurdur. Nasil oldu da bu kadar zengin oldin? Kayserili: 
-Gardaş! Bu Amerikalılar gerçekten çok cahil. Ben senin makineyi biraz geliştirdim. 1$ atıyorsun elini veriyorsun tansiyonunu ölçüyor. Ama 10$ vermezsen elini geri alamıyorsun. 

476. Erciyes'in Karı 
         Yıllarca Kayserililer ile Ermeniler birlikte yaşamışlardır. Birbirleriyle sıkı münasebetlerinin fazla olduğu yıllarda, bir Kayserili, Ermeni arkadaşından borç para ister. Ermeni arkadaşı ne zaman ödeyeceğini sorar. Kayserili: 
         -"Şu Erciyes Dağı'nın karı eriyince borcumu öderim." 
         Ermeni, bir yıl bekler. Kayseriliden ses yoktur. Gider yanına ve alacağını ister. Kayserili, Erciyes'i gösterir ve daha üzerinde kar olduğunu söyler. Bir süre sonra ermeni, Kayserilinin oyununa geldiğini anlar. Bunu içine sindiremez. Artık karar vermiştir ve o da bir başka Kayseriliyi kandıracaktır. Gider bir arkadaşına ve borç ister. Kayserili ne zaman ödeyeceğini sorar ve o da aynı cevabı verir: 
         -" Erciyes'in karı eriyince" 
         "Pekiyi" der Kayserili. Aradan bir yıl geçer ve Kayserili hemşerim alacağını istemek için Ermeni’ye gider. Ermeni vatandaşımız bu durumu beklediği için çok rahat bir tavırla Erciyes'i gösterir ve hâlâ karın erimediğini söyler. Kayserilinin de cevabı hazırdır: 
         -"O gördüğün kar, bu yılın karı. Geçen yılın karı çoktaaaan eridi" 
         Ermeni ne yapacağını şaşırır ve çaresiz borcunu öder. 

477. HELAL DOKUNDU HERHALDE 
Yahudi Esnaf, Kayserili imama devamlı eşek etinden yapılmış sucuk satarmış ,Yahudi bir gün Eşek bulamayınca sığır kesip Bir sefer helal sucuk yapmış ve bunu her gün sucuk alan komşusu Hocaya satmış .Ancak hoca sucuğun tadının değiştiğini görünce sucuğu getirip geri vermiş ve Bakkala eşek eti kattığı için kızmış ,Bakkal her ne kadar da ısrarla bu sucuğun sığır etinden olduğunu söylemişse de Hoca inanmamış. Bakkal müşterisinin kaçacağını anlayınca “Hocam” demiş :ilk defa size helal sucuk sattım ancak buna inanmadınız doğrusu siz haram yiye yiye, helal size dokundu. 

478. MARLLBORO PARASI 
Okul müdürü öğrencisinin üstünde 1 paket Bafra sigarası bulur. Veli okula çağrılır. “Beyefendi oğlunuzun üstünden Bafra sigarası bulduk.” Veli bozulmadan, “Vay eşşek herif, ben ona her gün Marllboro parası veriyorum, demek o Bafra içiyor! 

479. BUNLAR BİZİ SOLLAMIŞ 
Ermeni demiş ki: “Bizden akıllı birileri var mı?”. Orada duran adam demiş “Var.” Ermeni sormuş: “Kim?” “Kayserililer.” Ermeni demiş: “Nasıl olur?” Ermeni merak edip Kayserinin yolunu tutmuş. Kayseri’ye girişinde orda duran çocuğu yanına çağırmış ve “Çocuğum,  ben yoldan geldim, yoruldum ve acıktım, bana ve atıma yiyecek ve yolda giderken elime eğlence yapacağım bir şeyler getir” demiş ve 5 lira vermiş. Çocuk manavın yolunu tutmuş ve bir karpuz almış ve Ermeni’ye vermiş. Ermeni “Bu nedir çocuk?”  “Karpuz” demiş. Ermeni “Ya ben bunu yersem, atım ne yiyecek?” Çocuk hemen cevabını vermiş. “İçini sen yiyeceksin, kabuğunu atın yiyecek ve çekirdeğini de eline alıp yolda kendine eğlence yapacaksın” demiş. Ermeni donup kalmış ve atına binip  “Haydi gidelim bunlar bizi çoktan sollamış” demiş. 

480. RAMAZAN AYINDAN DÜŞERİM 
Kayserilinin ineği hastalanmış. Adam dua eder, “Allah’ım ineğimi iyileştir, 15 gün oruç tutacağım.” İnek iyileşir, Adam 15 gün oruç tutar. 16. gün  inek ölür. Adam Ellerini açar ve der: “Allah’ım beni kandırdığını sanma, o 15 günü Ramazan ayından düşerim.” 

481. SEN KAYSERİLİSİN 
Laz’ın biri Kayserilinin ahırına girer ve der ki: “Sana nereli olduğunu söylesem bana bir ne verirsin? Kayserilide “Sana bir koyun veririm.” der. “Sen Kayserilisin” demiş Laz ve Kayserilinin sürüsünden bir koyun seçmiş. Tam çıkarken Kayserili Laza demiş ki: “Dur, ben de senin nereli olduğunu bilirsem koyunumu geri verir misin?” demiş. Laz da “Taman” demiş. “Sen Lazsın” demiş Kayserili.  Laz da “Uyiii konuşmamdan anladun deyil mu” demiş. Kayserili: “Hayır, o kadar koyunun içinden koyun diye benim köpeği aldın da, oradan bildim.” demiş. 

482. ÇEKİRDEKLE MEYVE 
Kayserinin biri hanımından çekirdekle meyve getirmesini istemiş, o da karpuz getirmiş. 

      483. Üçüncü Köprü 
      
      Üçüncü köprü ihalesini Japon, Amerikan ve Kayserililerden oluşan bir konsorsiyum almış. Köprüyü inşa etmişler, tam açılışın yapılıp kurdelenin kesileceği an köprü büyük bir gürültüyle çökmüş. Japon 'gitti tüm emeklerim mahvoldu ' diye yakarıp harakiri yapmış. Amerikalı 'gitti tüm çeliklerim, tonlarca çelik yıkıldı' diyerek çıkartmış tabancasını ve intihar etmiş. Tüm bunları izleyen Kayserili müteahhit de derin bir oh çekerek yanındakilere seslenmiş 'Lan iyi ki hiç çimento koymamışım ha, mahvolurdum bunlar gibi.' 
(Ahmet Tahtasakal) 

484. Ne farkımız var 
Bizim Kayserili bir gün şehre gitmeye karar verir Merkebiyle birlikte yola koyulurlar, fakat yol uzun, bakmış olmuyor, ne edelim, yoldan geçen bir kamyonu durdurmuş. Neyse binip şehre gelmişler. 
İnecekken şoföre  nezaketen soruyor: “Borcumuz ne kadar?” 
Şoför de muzip adam, diyor ki : ”Sana 2 milyon, eşeğe 1 milyon alırım” 
Kayserili hemen cevap verir. 
-Benim eşekten ne farkım var gardaşım. Benden de  bir milyon al. 
(Osman Kenanoğlu) 

485. Matematik 

Emekli öğretmen yolda giderken, yanına son model bir araba durmuş. İçinden çıkan bir genç: 
- Hocam sizi gideceğiniz yere kadar götüreyim. 
Öğretmen genci tanımamış. Genç 'Benim hocam Hacı Bekir, tanımadın mı? Kayseri Lisesinden.' 
Öğretmen biraz hafızasını yoklayınca genci tanımış. 
- Lan oğlum Hacı Bekir seni tanıdım ama, bu ne zenginlik, sen fakir bir öğrenciydin. 
Hacı Bekir anlatır: 
-Öyleydim hocam ama, okuldan sonra ticarete başladım. Kısa zamanda biraz para kazandık. 
Bunu duyan öğretmen iyice şaşırır: 
- Lan oğlum ticaret hesap işidir. Ben seni matematikten sınıfta bırakmamış mıydım?. Sen nasıl ticaret yapıyorsun? 
- Valla hocam matematik falan bilmem. (1)'e alıp (4)'e satıyorum. Aradaki %3'le de geçinip gidiyoruz. 


486. Birlikten Güç doğar 

Bir İngiliz: holigan: 
İki İngiliz: kavga: 
Üç İngiliz: savaş: 
Bir Fransız: aşık: 
İki Fransız: duel: 
Üç Fransız: Paris komunası: 
Bir Zenci: basketçi: 
İki Zenci: basket takımı: 
Üç Zenci: güneş tutulması: 
Bir Kayserili: satış noktası: 
İki Kayserili :küçük bir pazar: 
Üç Kayserili: Hipermarket: 
(Anar Musayev) 




487. EKMEĞİN PARASINI VER YETER 
Köyden Kayseri’ye gelen köylü sabah kahvaltısı için bir lokantaya girmiş. Sabahın erken saatleri olduğu için oldukça kalabalık olan lokantada yer bulamayan köylü kasiyerin yanındaki küçük masaya oturmuş. Garson gelince mercimek çorbası söylemiş, fakat bizim köylünün karnı çok acıkmıştır ve çorba gelene kadar  ekmek sepetindeki bütün ekmekleri yemiş.. Çorba gelince onu da içmiş.  Giderken kasada oturan Hacı Ağa’ya borcunu sorduğunda  Hacı Ağa: “Ekmeğin parasını ver de çorba bizden olsun” demiş. 

        488. Savaş 
       Bir gün Karadenizlilerle Kayserililer savaşıyorlarmış, 
Karadenizliler, Kayserililere el bombası atıyorlarmış, 
Kayserililer ise bombaların pimini çekip, tekrar Karadenizlilere atıyorlarmış... 
(Nizam Görgen) 

489. ÇARŞI AĞASI DA MI OLAMADI 
Kayserili, çocuğunu okutmuş, mühendis etmiş. Lakin o devirde zabıtalar “çarşı ağası” olarak anılıyorlar ve oldukça itibarlılar. Kayseri halkı da esnaflık yaptığı için, bütün işleri çarşı ağalarından bitiyor. Kayserili, mühendis oğluna kız istemeye gittiğinde oğlunun mühendis olduğunu söylemiş. Kız tarafı da: 
-Keşke mühendis olacağına biraz daha okusa da çarşı ağası (zabıta) olsaydı, diyormuş. 

490. AT ETİ DE YOK, İT ETİ DE YOK 
Kayserilinin biri dışardan gelen bir misafir ile Kayseri’nin bir köyüne gelmişler. Köylüler, “Oooo filan ağa gelmiş” diye hemen sofralar kurmuşlar, izzet ikramda bulunmuşlar. Lakin Kayserili köylülere pek sıcak davranmadığı gibi sofrada da dışardan gelen konuğa köylü kadınların pasaklı oluşundan, iyi mantı yapamadıklarından, onların pişirdiği yemeklerin yenmediğinden bahsediyormuş. Köylüler de minderlerinde oturduğu için bir şey diyemiyorlarmış Kayseriliye. Yemek bittikten sonra köylü sofraya pastırma getirmiş: 
-Buyurun ağam, bizim pasaklı kadınların yaptığı pastırmadan yiyin. 
Öyle güzel bir pastırma ki yiyenler bir daha yemek için can atıyormuş: 
Köylü de pastırmayı doğrayıp konuklara dağıtırken Kayseriliye taş atıyormuş: 
-Yiyin kurban olduklarım yiyin, içinde at eti de yok, it eti de yok! 
(Hasan Hüseyin AKBAŞ) 

491.YAPRAKÇININ MUSTAFA 
Yaprakçının Mustafa, güzel giyinmeyi severmiş. Ayağında çizme, üstünde beyaz gömlek, siyah elbise, elinde kamçısı gezerken, bir Ağa da konağın kapısının oturuyormuş. Mustafa’yı tanıyamayan Ağa, karşıdan gelenin de bir ağa olduğunu zannetmiş. Mustafa selam verince hemen eve davet edip kahve ve tütün ikram etmiş. Mustafa, fazla oturmamış ve müsaade isteyip konaktan ayrılmış. Ağa da Mustafa’yı yolcu ettikten sonra yoldan geçenlere sormuş: 
-Şu giden ağaya adını soramadım, Kayserili Develizadelerden midir, yoksa Dülgerzadelerden midir? 
-Hayır Ağa, Hamidiyeli Yaprakçının Mustafa demişler. 
Ağa çok üzülmüş. 
-Tüh tüh! Bir de kahve ikram ettim, tütün sardım, tüh tüh! 
(Hasan Hüseyin AKBAŞ) 

492. ÇOK EŞŞEK YUVARLANDI 
Yine seçim zamanı gelir, politikacılar yurt geneline dağılırlar. Akkışla’nın köylerine de bir politikacının yolu düşer. Bazı köylere ulaşmak o kadar zor olur , bazı yollar da çok tehlikelidir. Bir dar geçitten politikacıyı sağ salim geçirmeye uğraşan köylüler,  tehlikeli yol hakkında uyarmak isterlerken şöyle diyorlarmış: 
- Dikkat et beyim, buradan çok eşşekler yuvarlandı. 
(Hasan Hüseyin AKBAŞ) 



493. SEN DERDİNİ BANA SÖYLE 
Kayseri meşhur belediye başkanlarından Osman Kavuncu, ufak tefek bir adamdır. Onun şöhretini duyan bir kadın, derdimi çözse çözse Kavuncu çözer diyerek başkanın makamına gelir ve başkanı beklemeye başlar. Kavuncu gelince kadını da içeri alırlar ama kadın bu ufak tefek adamı başkanlığa hiç yakıştıramamış olacak ki: “Ben Kavuncu’yu görmeye geldim, nerede?” diye sorar. Kavuncu da: 
-Sen derdini bana söyle teyze, gelince ben kendisine iletirim diyerek hem tevazu göstermiş, hem de kadının derdine deva olmuş. 

494. HERİF GELSİN DE DİNLESİN 
Radyonun yeni çıktığı yıllarda Kayserili bir hanım radyo dinliyormuş. Radyoda bir türkü duymuş. Rahmetli Kavuncu’nun “Asmalar da kol uzatmış dallere” isimli türküsüymüş bu. Kadın radyoyu kapatmış hemen: 
-Vooo bizim herif bu türküyü çok sever, ağşam herif gelince açak da o da dinlesin! (S.Burhanettin AKBAŞ) 

495. TOPUM TÜFEĞİMİ GERİ VER 
Çanakkale Muharebesinde Kayserili bir nefer topunun başına nöbete gelmiş. Muharebenin şiddetli bir zamanı değilmiş, şurada bir abdest tazeleyim demiş. Tüfeğini de topun üzerine bırakmış. 
-Topum, tüfeğimin emaneti sana, diyerek ilerideki çukura gitmiş. Bu sırada komutan gelmiş, bakmış ki topun başında kimse yok, bir de nefer tüfeğini topun namlusuna asmış. Çok hiddetlenmiş, şu tüfeğini alayım da hesabını versin bakalım diye kızıp köpürmüş ama tüfeği de topun namlusundan bir türlü sökemiyormuş. Komutan: 
-Ulan uyanık Kayserili bu tüfeğe ne yaptı da sökülmüyor böyle diye düşünürken Kayserili de çıkagelmiş. 
Komutan açmış ağzını yummuş gözünü, demediğini bırakmamış. 
-Şu tüfeği de nasıl yapıştırdıysan sök yerinden demiş. 
Nefer: 
-Yapıştırmadım komutanım demiş. 
Topa yaklaşmış: 
-Topum tüfeğimi geri ver demiş ve komutanın şaşkın bakışları arasında tüfeği almış. Komutanın gözleri yaşarmış, askeri kucaklamış ve onunla helalleşip yanından ayrılmış. 
(S.Burhanettin AKBAŞ) 

496. ÖZÜRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK 
İncili Çavuş, aslen Kayseri’nin Tomarza İlçesinin Tıravşın köyünden olur. İncili Çavuş ile Padişah, bir sohbet ortamında iken Padişah İncili’ye demiş ki: 
-Bir gün öyle bir şey yapacaksın ki özürün kabahatinden daha büyük olacak, hesabını iyi yap demiş. 
Günler geçmiş, Padişah bu sözünü unutmuş. Padişah gece sarayın içerisinde bir odadan diğerine geçerken İncili arkadan yanaşıp ona bir parmak atmış. 
Padişah hiddetle dönerek: 
-Bire densiz, sen ne yaptığını sanıyorsun? diye bağırmaya başlamış. İncili özürlenmiş: 
-Padişahım bir yanlışlık oldu, karanlıkta göremedim, ben sizi hanım sultan zannettim. 
Padişah çileden çıkmış: 
-Vay ahlaksız, vay mendebur... 
İncili, bakmış ki işin sonu kötüye gidecek, padişaha daha önceki sözünü hatırlatarak cezadan kurtulmuş. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

497. NALLARI DİKMİŞ 
Padişah bir gün atıyla kır gezintisi yaparken seyislerine demiş ki: 
-Bu atı çok sevdiğimi bilirsiniz. Bu atın ölüm haberini bana getiren seyisin kellesini vururum, atıma çok iyi bakacaksınız. 
Aradan birkaç yıl geçmiş, seyisler bakmışlar ki padişahın atı ahırda ölmüş. Seyislerden biri padişahın sözünü hatırlamış, telaşlanmışlar, ne yapacaklarını bilememişler. Birinin aklına İncili Çavuş gelmiş, bu işi ona danışalım demişler. İncili’ye varmışlar, durumu anlatmışlar. İncili demiş ki ben bu işi çözerim, siz işinize gücünüze bakın. 
İncili, padişahın huzuruna varmış. 
-Padişahım, senin bir küheylan vardı ya... 
-Evet... 
-Ahırda gördüm. Yanına yaklaştım. Su verdim içmedi, yem verdim yemedi, nalları da havaya dikmiş öylece duruyor. 
-Yahu sen şuna öldü desene! 
-Padişahım ben demedim, sen söyledin öldüğünü. Bir ceza vereceksen kendine ver. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

498. ALTIN, SEDEF KAKMALI NALIN 
Bir yabancı elçiyi padişah kabul edecekti. Bu elçi, ülkesinin çok varlıklı olduğunu göstermek İçin, .ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa, bunları üstüne başına takıp takıştırıp huzura çıkmak istedi. Saray görevlileri bu adamın yaptığı garipliğin önüne geçmek istiyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hemen akıllarına İncili çavuş geldi :   
  -Aman çavuş, şu adamı sen yola getirirsin  Ne yapacaksan yap şu haline engel ol . 
    İncili, ''Çaresini buluruz'' dedi. Bir süre düşündü. Sonra atın- inci karışımı sedef kakmalı bir çift takunyayı onun gireceği tuvalete koydu. Adam tuvalete girip bunları görünce şaşırdı. Çıkınca İncili Çavuş 'a sormadan edemedi: 
    -Altın, inci, sedef kakmalı nalın tuvalete konulur mu?   Yazık değil mi?'' 
    İncili, taşı gediğine koyacağı zamanı bulmuştu. Hemen cevabını yapıştırdı : 
    - Bizim padişahımız böyle süs eşyasına değer vermezle.Elçi, verilen cevabı duyunca, üzerine bakındı, sonra sessizce bunları çıkarıp, huzura girdi... 

499.PARASIZLIK 
    İncili Çavuş, İstanbul'da bir ara peş parasız kaldı. Karşıya geçip bir arkadaşından borç para istemeye karar verdi. Ama geçmek için kayıkçıya verecek parası da yoktu. Evinden çıktı, düşünceli bir şekilde iskeleye vardı. Bir kayıkçı, bunu kayığına aldı. Nereye gideceğini sordu. İncili Çavuş sağır ve dilsiz numarası yaparak, eliyle karşıyı işaret etti. Kayıkçı, bunu alıp karşıya geçirdi. Buda başka bir yeri işaret etti. Oraya götürdü. Bir başka yeri gösterdi. Kayıkçımızın da sabrı tükenmişti. İnciliye verip veriştirmeye başladı. Ama onu da ineceği yere götürdü. İncili, kayıktan inerken. konuşmaya başladı : 
    - Gel bakalım kayıkçı evladım. Sen buraya getiresiye kadar bana verip veriştirdin Şimdi Karakola gidelim de şu sövdüklerinin hesabını ver Ondan sonra da ben senin hesabını ödeyeyim. . . 
    Kayıkçı baktı pabuç. pahalıya mal olacak, kıyığı da bıraktığı gibi kaçmaya başladı. İncili de böylece, parasızlığını belli etmeden, arkadaşına ulaşmış oldu. 

500. İŞ İDDİAYA BİNDİ GALİBA 
Kayseri’de Müslümanlığı seçen gayrimüslim aile yeni dinlerini de öğrenmeye gayret gösteriyorlarmış. Zaman da mübarek Ramazan ayı imiş. Eşiyle birlikte bir akşam gezintisi yaparken cemaatin namaz kıldığını görmüş. Hanımına dönüp : 
-Ben de namaz kılayım, demiş. 
Camiye girmiş. Kılınan namaz teravih namazı imiş. O da cemaate uyup namaza başlamış ama bitmiyor ki bitsin. Terin suyun içinde kalmış adam. Hemen üzerindeki ceketi hanımına verip tekrar namaza dönüyormuş ki hanımı ardından sormuş: 
-Ne oldu, namaz bitmedi mi? 
-Bitmedi, iş iddiaya bindi galiba! (S.Burhanettin AKBAŞ)

Yorumlar

  1. bie fıkra bende yazarsam yayınlarmısınız önce sorayım sonra yazayım.çünki bende kayseriliyim.selamlar

    YanıtlaSil
  2. Kayserilinin bir yurt dışına işçi olarak çalışmaya gider.Uzun süre kaldıktan sonra memlekete izine gelir.Komşular hoş geldine giderler.Hoş geldin niçin geç geldin ne yaptın derken.Bizimki bir fabrikada çalışıyorum.Öyle çalıştımki koca fabrikanın 2 numaralı müdürü oldum der.Komşular madem 2 nci oldun niye birinci olamadın.Benden ön sıradaki bir numaralı müdür de kayserili onu bekliyorum.O ayrılsın onun yerine geçecem.İşte bizim uyanık kayserili:Selamlar.Lütfen yayınlayın.Daha sonra gene yazarım.Mehmet BOZ /SARIKAMIŞ

    YanıtlaSil

Yorum Gönder