İşte 150 Kayseri fıkrası...

101- MOR DUT 
Muzip Mehmet Emmi arkadaşlarına: 
-Bugün sizi Dere Bağlarına mor dut yemeye götüreceğim. Şu saatte falan yerde buluşalım. 
Oradan ayrılır Dere Bağlara yalnız gider, ne kadar bulduysa tavuk kurdu toplar poşet içine saklar. Gece olur arkadaşları ile anlaştıkları yerde buluşur. Yola düşerler, dere bağlara dut yemeye. Mehmet sakladığı yerden tavuk kurdunu alır, dut sallamak üzere dut ağacına çıkar. Başlar dut sallamaya. Bir yandan da poşette biriktirdiği tavuk kurtlarını da serper aşağıya. Ay ışığı olduğu için mor dutlar tam olarak seçilemez, ne gelirse yemeye başlarlar. Devam ederler yemeye, tabii bir duttan, bir kurttan. İçlerinden biri başlar: 
-Lan Mehmet amma da ekşiymiş bu dut. 
Tepeden gülmeye başlar Mehmet Emmi. Arkadaşları şüphelenir 
-Ne gülüyorsun sen lan. 
-Aklıma bişi geldi onun için gülüyorum. 
Epey zaman geçtikten sonra olayı unutturur, söyler: 
- O yediğiniz dut değil tavuk kurduydu. (Abdulkadir KOÇ)   


102- DİŞ ÇEKME 
Rahmetlidir, Cadalın Şambal Emmi derlerdi. Şakacı bir insandı. Bir gün misafirliğe gitmek üzere yola çıkarlar. Şambal Emmi, abasının(annesinin) kolundan tutar, yavaş yavaş yürürler. Yaşlılarımız büyük motorlu vasıtaları hiç görmemişlerdir. Yeşilhisar’a o tarihlerde yeni yeni kamyon girmektedir. Yol kenarına bir Man kamyon durmuş. Ön kaputu kaldırılmış, şoför arabanın önünde arabanın arızasını gidermektedir. Gazına basılmış, yüksek sesle çalışmaktadır. Şambal Emminin abası ürperir, sorar: 
-Gadasını aldığım, kölesi olduğum Şambalım, hayvanın ağzını aşmışlar neydiyorlar?   
Şambal Emmi bu ya hemen başlar: 
-Aba aba dişi ağrıyormuş, dişini çekiyorlar. 
-Hele Şambalım, kölesi olduğum, nasıl bağırıyordu hayvan. (Abdulkadir KOÇ) 


103- BUNA SAMAN MI YETER? 
Yıl 1922-1923 yıllarıdır. Yeşilhisar’a tren istasyonu kurulmuştur. O tarihte doğanlara ilçemizde tren çocuğu derler. Törenle istasyonun açılışı yapılacaktır. Davullar zurnalar çalınmaktadır. Bütün halkımız davete katılırlar. Genç yaşlı,çoluk çocuk hep oradalar.. Çığırtkan (dellal) başlar: 
- Geliyor! geliyor! 
Merakla bakarlar. Raylar üzerinde bayraklarla ve çiçeklerle süslü simsiyah, iri gözlü kocaman çok gürültülü sesle gelen bir mahlukat görürler. İstasyon önüne tören yapılan yerde durur. Konuşmalar yapılır, büyük bir alkış tufanı ile istasyon hizmete açılır. Tren istasyonda görücüye çıkartılır. Millet ürkek tavırlarla altına üstüne bakar. Epey incelenir. Söylenmeye başlarlar: 
-Vay anam vay, ulan buna (öküze) ne su yiter ne de saman! 
(Abdulkadir KOÇ) 

104- KÜFÜR ETME 
Yeşilhisar Belediyesinde arazi su memuru olarak görev yapan 
rahmetli Mustafa Emminin, kulağı ağır duymaktadır. Yüksek sesle konuşmak gerekir. İhtiyaca binaen, su tutmak istemekte olan bir vatandaşımız sorar: 
Mustafa Emmi gavur arkının suyu nereye akıyor? 
Lakin Mustafa Emmi hiddetlenir. Küfrettiğini zannederek başlar bağırmaya: 
- Sensin ulan gavuroğlu gavur. (Abdulkadir KOÇ) 

105- ALİ KAHYALARIN EŞEĞİ 
Ali Kahya lakabı ile anılan rahmetli Hacı Ali Emmi , sevilip sayılan bir insanmış. Hiç kimsenin kırılmasına incinmesine müsaade etmezmiş. Her gördüğü küçüğün büyüğün hal ve hatırını sormadan geçmezmiş. Ali Emminin yoldaşı uyumlu bir eşeği varmış. Hayvancağız yaşlı mı yaşlı, sürekli gidip geldiğinden Ali Emmi’nin de her gördüğü insanla mutlaka konuşacağını bildiği için hayvan alışkanlık haline getirmiştir, “dur (çüş)” demeden hayvan insan gördüğünde dururmuş. Ali Emmi eşeğe biner bağa çalışmak üzere yola çıkar. Karşıdan bir vatandaş gelir. Eşek adama doğru yanaşır, durur. Ali Emmi: 
- Yürü eşek yürü. Ben bu adama küsüm. (Abdulkadir KOÇ) 

106- HACI LEYLEK 
Mehmet Emmi oğlu Hacı’yı okula kayıt ettirir. Okullar açılır çocuğu götürür, teslim eder. Çocuğun adı Hacı soyadı Leylektir. Bizim yörede leylek kuşuna hacı leylek derler. Okullar açılır öğrenciler sınıflarına paylaştırılır. Bay ve bayan öğretmenler sınıflarına girer, öğrencileri ile tanışma faslı başlar. Bayan öğretmen teker teker öğrencilerin adını soyadını sorar öğrenir. Sıra gelir Hacı’ya: 
-Senin adın soyadın ne yavrum? 
-Hacı Leylek öğretmenim. 
Öğretmeni afallar kendisi ile alay ettiğini zanneder. Tutar kolundan okul müdürüne şikayet eder. 
-Müdürüm daha ilk günden bu çocuk benimle alay etmeye başladı. Ben bunu sınıfıma almam. 
Müdür nüfus cüzdanını gösterir, çocuğun adı ve soyadının doğru olduğuna öğretmeni inanırlar. (Abdulkadir KOÇ) 

107- BEN NEBİYİM 
Yeşilhisar Milli Eğitim Müdürlüğünden emekli hizmetli memur Mustafa Emmi, lakabı Nebidir. Herkes Nebi Emmi olarak tanır, bilir. Bizde kişiye sorulduğu zaman bu nedir diye, bilmediği zaman “nebiyim” der. Zamanın İlçe Milli Eğitim Müdürü, Nebi Emminin çalıştığı okula telefon eder. Okul müdürü yerinde değil sınıftadır, telefonu duymaz. Görevli Nebi Emmi telefonu açar: 
-Hık ne diyon, 
Müdür sorar: 
-Sen kimsin oğlum? 
Nebi Emmi müdürün sesini alır, kendin çekidüzen verir cevap verir: 
-Ben Nebiyim hocam. 
Müdür dalga geçtiğini zanneder kızar: 
-Çabuk okul müdürünü çağır bana. 
Müdür gelir: 
-Kardeşim o görevli kim ise benimle alay ediyor. Sen kimsin diyorum ben nebiyim hocam diye konuşuyor. 
Okul müdürü: 
- Sayın müdürüm onun lakabı Nebi’dir, o nedenle ben Nebi’yim demiştir der, gülerler. (Abdulkadir KOÇ) 

108- CÜCÜNÜN TAZISI 
Cücü Emmi derler, rahmetlidir. Kendisi av hastasıdır. Canı sıkıldığı an tazısını alır ava çıkar ve içindeki sıkıntıyı atarmış. Yine bir gün Cücü Emmi’nin canı sıkılır, tüfeği alır, malzemelerini alır, tazıyı da yanına alır, yola çıkar. Ama tazı yorgun ve bitkin bir vaziyette, gönülsüz gider. Başlar arazide tavşan aramaya. Nihayet bir tavşan görür, hemen oturur tavşanı kaçırmak istemez. Cücü Emmi hemen tavşanı tazıya gösterir, ama tavşanı tazı bir türlü görmek istemez. Çünkü gönül gitmiştir. Cücü Emmi kızar, tüfeği sıkar, ıskalar ve tavşan kaçar. Tazı başlar Cücü Emminin gözünün içine. Cücü Emmi çok sinirlenir, döner tazıya der ki: 
-Davşanı görmediğine a........ k........... der. Söver. (Abdulkadir KOÇ) 

109- SUS LAN 
Vezilet Eme yaşlı ama çok sinirli, tahammülü olmayan sürekli 
küfreden biridir. Yeşilhisar’da Kel Vezilet lakabıyla tanınır. Sövmesi kimseye batmaz. Herkes hoşgörülü davranır. Şahit olarak mahkemeye hakim huzuruna çıkar, Vezilet Eme. Duruşma başlamadan hakim beye derler: 
-Efendim bu kadın çok küfreder, seslenme de şunu bir sövdürelim. 
Hakim “olur” der, seslenmez. Duruşma başlar. Hakim: 
-Söyle Vezilet Hala olay nasıl oldu anlat. 
Vezilet Eme başlar anlatmaya, ama mahkeme katibi Ali Ağabey o fırsatı tanımaz Vezilet Emeye. Başlar daktilo ile yazı yazıyormuş gibi takırdamaya. Vezilet Eme dayanamaz uyarır: 
-Ali oğul, kes şu tıkırtıyı da hakim beyin söylediğini anlayalım. 
Aldırmaz Ali AĞABEY devam eder. En son patlatır Vezilet Emeyi. Başlar bağırmaya: 
-Karabitin oğlu Ali, ha İrmeninin oğlu Ali, sus da hakimin ne didiğini anlayalım. 
Mahkemedeki herkes kahkahalarını tutamaz.  (Abdulkadir KOÇ) 

110- ARMUTTAN YİMEYENİN 
Hasan Emmi, rahmetli her konuşmasında küfürlü konuşan biridir. Lakabı Kemiğin Hasan derler, öyle tanınır. Küfür etmesi hiç kimseye dokunmaz, sevilen sayılan biridir. Hasan Emmi hacca gitmiş, gelmiştir. Zamanın müftüsü: 
-Hacı Hasan efendi artık küfür yok. 
-Tamam hocam, küfür etmem artık. 
Otururlar kahvehane önüne Hasan Emminin sohbetini dinlemektedirler. Birkaç kişi anlatır: 
-Hasan Emmiyi kızdıralım da bir sövsün. Hacı olunca da sövecek mi bakalım. 
Tam sohbetin tatlı anında biri gelir: 
-Yav Emmi helal et, armuttan bir tane yedim dayanamadım. 
-Helal olsun oğlum yiyin. 
Sohbet yine devam eder. İkinci gelir: 
-Emmi armuttan dayanamadım bir tane de ben yedim ,helal et. 
-Helal olsun oğlum. 
Sohbet yine devam eder. Üçüncüsü gelir: 
-Emmi armut, der demez  çok sinirlenen Hacı Hasan Emmi kahve önünde sandalye üzerine çıkar, başlat bağırmaya: 
Ulan benim armudu görüp de yemeyenin a......... k........ der, oturur. 
Müftü: 
-Yav Hacı hani küfür yoktu. Söz verdiydin. 
-Ne yapak hocam, onu da yapmıyak  da karnımız  şişip çatlıyak da ölek mi! der, gülerler. (Abdulkadir KOÇ) 
    
    111- HELVA ALAYIM MI 
Liliyar Emmi’nin askerlik çağı gelir, askere gider. Okur yazar değildir. Zaman geçer gider. Bölük komutanı saf ve temiz olduğunu anlar, sürekli kollar gözetler, güven sağlar Liliyar Emmiye. Bir gün Liliyar Emmiyi bölük komutanı çağırır: 
-Gel oğlum. Al şu parayı bana kantinden şunları şunları al gel bakalım. 
Liliyar Emmi: 
-Emredersin komutanım. 
Ama Liliyar Emminin canı helva istemiş alacak parası yoktur. O düşünce ile ne alacağını da unutur. Tekrar komutanın yanına gider. Komutan: 
-Aldın mı oğlum? 
Liliyar Emmi: 
-Komutanım o dediğinizden bulamazsam, helva alayım mı? 
Komutan anlar: 
- Hadi git de al. (Abdulkadir KOÇ) 


112- FABRİKANIN SAHİBİ DE... 
Kayserilinin biri Amerika’ya gitmiş. Amerika’da parası bitmiş. İşe 
girmek zorunda kalmış. Bir fabrikada iş bulmuş ve işe başlamış. İş yerinde bir Kayserili ile tanışmış. Yeni giden Kayserili diğer Kayseriliye: 
-Kaç yıldır Amerika’da çalışıyorsun? 
Diğer Kayserili cevap vermiş: 
- On yıldır çalışıyorum. 
Yeni gelen Kayserili 
-Nasıl olup da bu fabrikayı satın alamadın? 
Kayserili hiç düşünmeden cevap vermiş: 
- Fabrikanın sahibi de Kayserili de ondan! (Hayrettin BOZBEK) 

113- TORUNUN ADI NEYDİ 
Bünyan’da İkbal Öztürk, kızı Canan hastalanınca annesinden yardım istemiş. Ferdane Ana yaşlı başlı kadın, torununun elinden tutmuş, onu doktora götürmüş. Doktorun yanına vardıklarında doktor Ferdane Ana’ya torununun adını sormuş. Ferdane Ana düşünmüş torununun adını bir türlü hatırlayamamış. Küçük yaştaki torun da zaten doktordan korktuğu için adını sorduklarında söyleyemiyormuş. Doktor, Ferdane Anaya: 
-Şimdi gidin, çocuğun adını öğrenince gelin demiş. 
Yolda Ferdane Ana, torununa kızıyormuş: 
-İnsan adını hatırlamaz mı? Canan deseydin ya... 
Çocuk mahcup evin yolunu tutarlar. Ferdane Ana, kızı İkbal’e torununu şikayet eder. 
-Daha bu adını söyleyemiyor. Benim adım Canan diyemiyor. 
İkbal, anasına: 
-Peki ana, o daha çocuk, doktordan korkup adını unuttu. Sen niye torununun adını unuttum anacağzım, demiş. (S.Burhanettin AKBAŞ) 


114- PARA HESABI 
Kayserili bir adam çok zenginmiş. Çocuğu bir gün babasından 5 bin lira istemiş. Babası: 
-Ne yapacaksın 4 bin lirayı- 3 bin lirayı? 2 bin lira nerene yetmiyor. Al şu bin lirayı, 500’ünü geri getir. (Aslı TÜRKMEN) 

115- KILIĞA GÖRE TIRAŞ PARASI 
Kıranardılı bir vatandaşın geçirdiği kazadan dolayı eli yüzü yanmış, 
yüzünde belirgin izler kalmıştı. Yaptığı işten dolayı da o gün hırpani bir kılıkta. Görünümü karşıdaki kişiye fakir fukara, kimsesiz havası vermekte. O gün tıraş olmak için amele pazarında bulunan bir berber dükkanına girer. Berbere: 
-Bir sakal tıraşı yap.. 
Berber müşterinin haline vaziyetine bakarak içinden: 
- Bu adam fakir fukara birine benziyor, bu nasıl olsa para da vermez diyerek adam için taze jilet kullanmayı düşünmez. Kullanılmış jiletle adama acı ve eziyet çektirerek bir güzel tıraş eder. Tıraş olan adamın gözlerinden yaşlar gelir. Sesini de çıkartmaz. İş bittikten sonra berbere dönerek: 
-Eline sağlık borcum ne kadar? 
-On kuruş. 
Müşteri kendisinden beklenmeyecek bir tavırla çıkartır, o zamanın parasıyla 50 kuruş verir ve dükkandan ayrılır. Aradan 2-3 ay geçer. Aynı adam yine aynı berbere tıraş için gelir. Berber de adamı tanır. Bu sefer taze bir jilet ve daha itinalı bir şekilde tıraş eder. Tıraş bittikten sonra çıkartır berbere 10 kuruş verir. Berberin gözüne baktığını gören adam: 
-O zaman verdiğim 50 kuruş bu tıraş içindi. Şimdi verdiğim bu 10 kuruş da o zamanki tıraş içindi! (Hasan YÜKSEL) 

116- DEPREM 
Altmışlı yıllarda Bünyan’da şiddetli bir yer sarsıntısı olur. Öyle ki 
herkes yerinden fırlar. Bu sırada namazını kılmakta olan Fatma Tunçtan’ı namaz sırasında korku salar. Namazını da yarım bırakmaz. Bir yandan namazını kılarken bir yandan da kaynanasına yüksek sesle ve dizlerine vurarak: 
-Ana kaçayım mı? Ana kaçayım mı? 
diye seslenerek namazına devam eder. (Hasan YÜKSEL) 

117-TIRMIK BU TIRMIK 
Kayserilinin birinin çocuğu, üniversiteyi bitirmiş, sonra üniversitede kalmış, doktorasını yapmış, doçent olmuş, sonunda da profesörlüğü de elde etmiş. Kayseri’ye de pek nadiren uğrarmış. Profesör, bir gün Kayseri’deki bağ evlerine geldiğinde yaşlı babası bağdaki gazelleri tırmık ile topluyormuş. Hoşbeşten sonra profesör, tırmığın adını bir türlü hatırlayamadığını fark etmiş. Babasına: 
-Baba, bu aletin adı neydi, demiş. 
Babası da, ucuna basarsan o sana adını söyler, demiş. 
Profesör, yerdeki tırmığın ucuna basında sapı bir anda yüzüne çarpmış. Profesör: 
-Tamam baba, bu tırmık, hatırladım, demiş.  (S.Burhanettin Akbaş) 

118-  AMAN HA AMAN 
Ordulu vatandaşın biri, elinde bond çantayla gösterişli bir şekilde 
un fabrikasına gelir. Orada bulunan görevlilere: 
-Bin torba un satın alacağım, parası peşin. 
Orada bulunan görevliler heyecana kapılarak patronu çağırmışlar: 
-Aman peşin paralı biri geldi acele gel. 
Adam gelmiş ki adamın elinde çanta, gözünde gözlük: 
-Aman oğlum hoş geldin. 
Biraz sohbetten sonra, 
-Bin torba unu hemen çıkartamayız, bize bir-iki gün müsaade edin, bizim misafirimiz olun. 
Hemen adama Turan otelinden yer ayırmışlar. 
-Bu bizim misafirimiz elinizden gelen her şeyi sağlayın. 
Bu arada fabrikatör uzun zamandır çalıştığı ve çok güvendiği çırağını çağırmış. Çırağına demiş ki: 
-Oğlum acele Ordu’ya git, falanca filanca esnafları gör. Bu adam kim araştır. 
Çırak otobüse atlayarak Ordu’ya varmış. Ertesi gün akşama doğru bir yıldırım telgraf gelmiş: 
-Ahmet ağa aman ha...... (Hasan YÜKSEL) 

119- OYNARSAN BOZULUR ELBET 
Genç adam bir gün  bir araba alır. Araba ile babasının yanına vararak: 
-Gel baba seni arabayla gezdireyim. 
Arabayla yola çıkmışlar. Bir müddet araba bozulmuş. Adam oğluna arabanın neden arıza yaptığını sormuş. Genç adam da babasına neden dolayı arıza yaptığını anlatamayacağını düşünerek vites kolunu göstererek: 
-İşte bu kol arıza yaptı, demiş. 
Adam oğluna dönerek ve kızarak: 
-Ulan eşekoğlu eşek. Sabahtan beri bir ileri bir geri onunla öyle oynarsan elbette bozulur. (Hasan YÜKSEL) 


120- CİĞERİM YANIYOR 
Ziya Bey delikanlılık yıllarında dedesini kaybeder. Birkaç 
kişiyle beraber köy dışında bulunan mezarlığa gidilir ve mezar yeri hazırlanır. Bu arada vakit de epeyce ilerlemiş, namaz vakti gelmiştir. Koşarak köye gelirler. Abdest almak için eve uğrarlar. Hava soğuk olduğu için Ziyanın dayısının hanımı üşümemesi için bir filik papak verir ve camiye yollar. Fakat ezan okunmuş ve cemaat farz namazına durmuştur. Ziya da bu telaş içinde başında bulunan papağı çıkararak henüz yeni yakılmış sobanın üzerine bırakarak bir safa geçerek  “Allahuekber” der ve namaza durur. Bu sırada sobanın yanmakta olduğunu fark eder, fakat namazı bozamaz. Bir an önce hocanın selam vermesini bekler. Hoca önce sağına sonra soluna  selam salar salmaz Ziya yerinden kalktığıyla üzerinde dumanlar çıkmakta olan papağı kapar ve parkasının içine sokarak fermuarını çeker ve yerine oturur. Bu arada namazı kıldıran hoca dua için cemaate döner. Bakar ki Ziyanın boynundan boğazından dumanlar çıkıyor. Ziya’ya: 
-Hayrola Ziya ne oluyor? 
-Hiç sorma hocam, dedem öldü de ciğerim yanıyor. 
(Hasan YÜKSEL) 

121- KIRMIZI KUMAŞ 
Kayserili bir tüccar, İstanbul’dan çokça kumaş alıp satmak için Kayseri’ye gider. Yolda haydutlar önüne çıkar. Haydutların reisi, denklerin çözülüp ölçülmesini emreder. Haydutlar denkleri açıp ölçerlerken kırmızı çuha görürler. Reis kırmızı rengi çok sevdiği için Kayserili tüccara sorar: 
-Bu kumaşların hepsini neden kırmızı getirmedin? 
Kayserili tüccar gülümseyerek: 
-Böyle toptan alış veriş olacağını bilir miydim? (Serap GÜNGÖR) 

122- KEMİKSİZ ET 
Kayseri il merkezine bağlı Kuruköprü köyü vatandaşlarından 
birkaç kişi bir gün sabah erken Kayseri’ye gitmek için yola çıkarlar: 
-Bugün şehirde ne yeriz içeriz? 
diyerek giderlerken, içlerinden birisi: 
-Ey ağam kemiksiz et yiyelim. 
Kuşluk vakti şehre gelirler ve bir kasap dükkanına girerek kemiksiz et ver derler. Kasap birden şaşırıp: 
-Hiç kemiksiz et olur mu? 
Köylüler kasaba sen hiçbir şey bilmiyon diyerek işte kemiksiz et diye ciğeri gösterirler. İki takım ciğer alan köylüler doğruca fırına giderler. Fırıncıya: 
  -Biz Kuruköprülüyüz ey ağam, bizim kemiksiz eti sarımsaklıca tavada pişir, biz geleceğiz diyerek giderler. Fırıncı tam öğle vakti eti pişirerek beklemeye başlar. Köylülerin geciktiğini görünce fırından sokağa çıkarak tellal çağırmaya başlar. 
                  Kuruköprünün yayanları 
          Kemiksiz et yiyenleri 
          Et pişti ciğer caştı   
                Haydin ha haydin!!!! 
Diyerek çağırır. (Musa BİLTEKİN) 

123 –  LAHANA BOZMASI 
Akkışla İlçesinin Oratköylü halkı eskiden Kayseri’ye geldikleri 
zaman, birinci gün sabah erken yola çıkarlar, hava kararırken Barsama civarında konaklayıp ikinci gün yine sabah erken kalkıp kuşluk vakti geçerken kümbetlerin oraya yaklaşınca şehre gelmenin sevinci ile ne yiyelim içelim diye aralarında konuşurlarken “ede ağzımızı kabaya sabaya vurmadan bir lahana bozması yiyelim” kararını vermişler. ( Musa BİLTEKİN) 


124- SEN BİLİRSİN DE! 
Yahudi’nin biri İncesu – Kayseri şehrinin ticaret yapmak için iyi bir 
yer olup olmadığını ve bu şehirde İbrani Kolonisinin kurulup kurulmayacağını öğrenmek ister. Ticaretle uğraşan kimselerin kıskançlığını uyandırmamak için , şehrin kenar mahallelerinde Kayserililerin ticareti üzerine kesin bir fikir edinmek amacı ile gezinir. Bir çocuğa rastlar ve sorar: 
-Hayatımı kazanmak için ne yapabilirim acaba? 
-Basit. Bir işkembe satın al , karnını doyurmak için içindekini ye, kalanını da sat. Pisliği temizlenmiş işkembe, ona ödediğin paranın iki misli eder. Böylece hayatını kazanırsın. 
Yahudi İncesu’nun kenar mahallelerinde dolaşmaya devam eder. Birden bire başka bir çocuk çıkar karşısına. Çocuk az önce altın bulmuştur yerde: 
- Bulduğun şu mangırı (değersiz eski bir para) bana ver. 
Yahudi, çocuğun bulduğunun bir mangır değil de çil bir altın lira olduğunu bilmektedir. Çocuk, eşek gibi anırırsa parayı vereceğini söyler. Sağına  soluna bir göz atar. Mahallenin ıssız olduğunu  anlayınca yüksek yere çıkar ve üç kez anırmaya başlar : ai!!: ai!!   Bu işi yaptıktan sonrada çocuktan mangırı ister çocuk cevap verir: 
-Senin gibi bir eşeğin bile bulduğum paranın hiç de bir mangır olmadığını değerli bir altın lira olduğunu anlaması, bir insan olan benim , bu güzel altın lirayı sana vermeyi reddetmem için fazladan bir sebep değil mi? 
Yahudi düşünür . Kayseri’de çocuklar bile Yahudilerden daha zeki, dindaşlarım buraya gelip de ne yapacaklar? Sonra, İncesu’ya yerleşecek Yahudi’ye bir beddua savurduktan sonra çekip gider.  O gün bu gün Yahudiler Kayserililerin yakınında koloni kurmazlar.( Osman KARABABA) 

125- SEN EŞEK OLARAK KIYMETİNİ BİLİRSİN DE... 
Kayseri’de çocuklar bir mahalle meydanında ellerindeki antika paralarla bilye oynarlar. Oradan geçen Yahudi çocukların oynadıkları paraların antik değerinin yüksek olduğunu anlayınca bunları çocuklardan satın almak ister. Çocuklara teklifini yapar: 
-Oynadığınız paraları bana verin, size bir avuç para vereyim. 
Çocuklar kayıtsızca Yahudi’ye bakarlar. İçlerinden birisi: 
Amca bunların parayla satılmasına ne gerek var. Eğer çok beğendiysen, beni sırtına al şu karşı ki ağaca kadar götür, ben bunları sana bedava vereyim. 
Yahudi keyiflenir, çocuğu kaptığı gibi omzuna alır.  Dediği yere doğru götürür. Çocuk Yahudi’nin sırtında bir teklif daha yapar: 
-Bu paralardan cebimde de var. Ağacın yanına kadar anırırsan sana onları da veririm. 
Yahudi anırmaya başlar. Ağacın dibine gelirler, çocuğu indiren Yahudi parayı beklerken çocuk kaçar. Arayı biraz açtıktan sonra karşısına durup gülmeye başlar. Yahudi neye uğradığını şaşırmıştır. Parayı alamayacağını anladığı içinde yapacağı bir şey yoktur. Yalnız niçin bırakıp kaçtığını merak edip sorar: 
-Sırtımda taşıttın kendini, para da vermedin. Üstelik anır dedin onu da yaptım. Peki niçin kaçıyorsun, para mı vermiyorsun? 
Çocuğun cevabı orijinaldir: 
-Bre ahmak adam, sen eşek olarak bu paranın değerini biliyorsun da ben Kayserili olarak bilmez miyim! ( İmran GÜMÜŞ) 

126- SANA İLİŞMEZLER KORKMA 
Yine bir büyük şehirde bir Kayserili ile karşılaşan adamın birisi 
muhatabına takılır: 
-Yakında Kayseri’ye gideceğim. Orada eşek etinden pastırma yapıyorlarmış. Bunun aslı var mı? 
Kayserili buna öfkelenir, ama hiç çaktırmadan cevabın verir: 
-Vallahi eşek etinden pastırma yapıp yapmadıklarını bilmiyorum. Öyle de olsa sen giderken korkma sana ilişmez, senden pastırma yapmazlar. 
(Erkan ZORLU) 

127- ÇOĞU YABANCIDIR 
Trende yolculardan birisi, yanında oturan gencin Kayserili olduğunu öğrenince ona takılmak ister: 
-Ben Kayseri’yi hiç görmedim. Ama orada eşeğin çok olduğunu söylerler doğru mu? 
Kayserili genç bu sözden huylanır ve hemen de taşı gediğine koyar: 
-Onlar yerli değildir, çoğu yabancıdır. (Erkan ZORLU) 

128- YALAĞIN DEĞERİ 
Yahudi adamın biri oradan geçerken esnafın kedisinin yalağını 
görmüş ve içeriğe girmiş. Kayseriliye çaktırmadan: 
-Kedin çok güzel, bana 1 liraya satar mısın? 
Adam nazlanarak, 
-Sana bir teklif olarak 100 liraya satarım. 
Yahudi tamam demiş ve kediyi almış. Tam kapıdan çıkarken dönmüş ve: 
-Bari şu sütü ver de kedi içsin. 
Kayserili esnaf: 
-Ben kedileri nasıl satıyorum biliyor musun?   
-Hayır. 
-Ben kedileri bu yalak sayesinde satıyorum. (Betül ÜNSAL) 

129- EŞEĞİ BÖYLE BOYARLAR 
Büyük şehirlerin birinde ayakkabısını boyatan birisi boyacıya 
nereli olduğunu sorar. Boyacı “Kayserili” olduğunu söyler. Bunun üzerine adam çocuğa takılır: 
-Siz de eşeği boyayıp satarlarmış. Nasıl yapıyorlar, bana anlatsana. 
Çocuk elindeki fırçayı ayakkabısını boyadığı adamın paçalarına sürerek: 
İşte böyle efendim, işte böyle boyarlar. (Betül ÜNSAL) 

130- TAŞLI TEPE 
Kayseri’nin bir kasabasından şehre yaya gelirlermiş. Gelirken de köylerindeki tarlalardan koca koca taşları ellerine alırlar, yolun yarısına kadar getirirlermiş. Yolda bu taşları attıkları yerde zamanla taşlardan bir tepe dahi oluşturmuş. Günün birinde bu durumu fark eden bir şehirli: 
-Şu taşları hiç taşımasanız daha iyi olmaz mı demiş. 
Kasabalı aldırışız: 
-Taşı atınca yenliliyoruz ağam. 
Şehirli: 
-Yahu bu taşları taşımazsanız, bu kadar yorulmazsınız zaten. 
Köylü: 
-Bırak ağam, uyandırma milleti. Eğer, bu taşlar bizim tarlalarda kalsaydı, bugüne kadar nereyi ekip biçecektik. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

131- PAZARLIĞA GİRİŞEBİLİR MİYİM 
Kayseri’de pazarlık değişmez bir adet haline geldi. Hemen her 
dükkanda bu yıllardır süre gelen bir gelenektir. Bu durum ilkokul çocuklarına bile yansımıştır. İki çocuk bahçede konuşurlarken aralarında pazarlık söz konusu olur: 
-Beş kere beşin yirmi beş ettiğini bildiğin halde neden öğretmene yirmi sekiz diye cevap verdin? 
Öğrenci çok olgun bir şekilde cevaplar arkadaşını: 
-Öyle olduğunu biliyorum da belki öğretmen ile pazarlığa tutuşursak diye düşündüm. Onun için yirmi sekiz dedim. (Tuba ÇAĞINLI) 

132- SOĞANIN CÜCÜĞÜ 
İki köylünün yolculuk esnasında canları sıkılmış. Biri diğerine sormuş: 
-Ulan Ahmed, günün birinde zengin olsan ne ederdin? 
Ahmet, düşündükten sonra: 
-Soğanın cücüğünü yerdim, demiş. 
Bir süre sonra Ahmet, arkadaşına aynı soruyu sormuş: 
-Ulan Memed, sen zengin olsan ne ederdin? 
Mehmet düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş: 
-Ulan bana idecek bir şey komadın ki!!! (S.Burhanettin AKBAŞ) 


133- GELİN-KAYNANA 
Fatma Teyzenin gelini bir hastalığa yakalanır ve ölür. Yakın bir komşusunun kendisine başsağlığı vermesini bekler. Fakat umduğunu komşusundan bulamaz ve komşusuna küser. Komşusu Fatma Teyzenin küstüğünü öğrenince Fatma Teyzeye: 
-Komşu keşke benim gelinim de ölseydi de sen eline kınalar yaksaydın. Vallahi ben hiç küsmezdim. (İsmail KARABÖRKLÜ) 


134- ÖKÜZÜNÜZ VE BIÇAĞINIZ VAR 
Bir köylünün öküzü hastalanır ve ölür. Bunu duyan komşular 
öküzün etini paylaşmak için sıraya girerler. Kimisi der 3 kilo lazım, öteki 5 kilo lazım derken bu arada öküzü ölen adamın canı sıkılır, et almaya gelen komşularına: 
-Be kardeşim, ben başı yaslıyım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Defolun gidin başımdan. Sizin de öküzünüz bıçağınız var, canınız istediğinde kesin yen. (Efendi GEDİK) 


135- SEN OLDUN YA... 
Adamın biri oğluna: 
-Bu seneki otları damın üzerine düzgünce yığalım. 
Oğlu ile işe koyulur. Bu arada iş yaparken oğlanın ağzında sigara: 
-Oğlum sigaranın ateşi ota düşer, sigarayı bırak. 
-Babacığım, bir şey olmaz. 
-Yahu oğlum sen de, annenle beraber yatarken biz de bir şey olmaz dedik ama işte sen oldun ya, der. (Hasan POLAT) 

136- KÖYÜNÜZÜ KOÇSUZ BIRAKMAYIN 
Köylüler sırasıyla koyunlarını her gün otlatmaya götürürlermiş, koç 
katım zamanı iyi koçu olan köylüye diğer komşular: 
-Senin koç herkesin koyununa yeter, 
derlermiş. Bu olay birkaç sene böyle tekrarlanmış, adam komşularından bıkmış ve şöyle demiş: 
- Komşular bu sene de bana güvenip de koyunlarınızı koçsuz bırakmayın. (Efendi GEDİK) 

137- KOMPOSTO 
Kozanın Kazım Emmi İstanbul’da lokantaya gitmiş. Değişik yiyecekler var ve hiç birinin adını bilmiyor. Açık vermemek için yan masaya kulak kabartıp o masa ne isterse Kozan’ın Kazım Emmi de garsondan o yemeği istiyor. Yan masa komposto isteyince Kozan’ın Kazım Emmi de garsona: 
-Bana bir komposto verin, der. 
Garson üzüm kompostosunu Kazım Emminin masasına koyunca Kazım Emmi şaşırır: 
-Vay anasını demek bizim üzüm hoşafı Başköyü geçince kibarlaşıp komposto olmuş. (Gazi ŞAHİN) 

138- ÇARŞI EKMEĞİ 
Develi’de köylünün biri diğerine sorar: 
-Kaymakam acaba ne yer? 
Diğeri bilgiç bilgiç cevap verir: 
- Ne yiyecek aslanım çarşı ekmeğinin tüylü tarafını kara pekmeze batırır, yer. (Gazi ŞAHİN)   

139- KURBAN DÜŞMEZ 
Aygöstenli hemşehrimiz bir ramazan günü on kadar hocayı iftara davet eder. Dualar okunduktan sonra iftar saatinde sofraya oturulur. Kaşık şakırtıları arasında her şey silip süpürülür. Evden ayrılırken Cemil Hoca ev sahibinin kulağına eğilerek: 
-Bundan sonra sana 7 yıl kurban düşmez, der. (Gazi ŞAHİN) 

140- TAVUĞU DA KES 
Kozanın Kazım, ilçenin o zamanki kaymakamı ile Kızık köyüne 
gitmiş. Muhtarda bir telaş bir telaş. Nasıl olmasın biri belalı bir adam, diğeri Kozanın amiri. Sohbetler, bilgi alışverişleri birbirini kovalarken muhtar çekinerek Kozanın Kazım’ın kulağına eğilmiş: 
-Kazım Ağa köye şeref  verdiniz. Bir yemek yedirmek isteriz. Acaba tavuk mu kessek horoz mu? deyince Kazım Ağa gürlerek: 
-Ulan oğlum biz sizin için çalışıyoruz. Siz tavuğu, horozu düşünüyorsunuz. Sizi bir türlü köylülükten kurtaramadım. Tavuğu da kes, horozu da. İsteyen tavuk yer, isteyen horozdan.... (Gazi ŞAHİN) 

141- FİYATI İNDİR 
Sürekli fiyatların artmasından şikayetçi olan Kozan’ın Kazım, 
Mehmet Yüceler Gümrük ve Tekel Bakanı olunca Kutlama telgrafı çeker: 
“Rakıyı eski fiyatına indir, tebrik ederim.” (Gazi ŞAHİN) 

142- SABIKA 
Kozanın Kazım gavur kızını kaçırmaktan Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaktadır. Hakim: 
-Sabıkan var mı?   
Kozanın Kazım ayağa kalkarak: 
-Hayır yok. 
O sırada önünde duran sabıka dosyalarını göstererek Kozanın Kazım’a dönen hakim: 
-Hani sabıkan yoktu! 
deyince Kozanın Kazım: 
-Hakim bey onlar Develi’deki sabıkalar, Kayseri’de sabıkam yok, der. 
(Gazi ŞAHİN) 

143- BEN YÜZMEYİ BİLİRİM, YÜZGECEM... 
Dursun Ali Hoca bir gün talebelerini geziye götürür. Yerler, içerler bir de köyün otlağını gezdirir. Hoca önde, çocuklar yanlarında yürürlerken bir de ne görsünler, hocaları Dursun Ali kuyuya düşer. Bunu gören çocuklar kuyunun başında bağırmaya başlarlar: 
-İmdat, hocamız kuyuda ölüyor. 
Hoca çocukların telaşını iştir. Kuyudan bir ses: 
-Çocuklar korkmayın, korkmayın ben yüzecem, yüzer kurtulurum, demiş ve kuyunun merdivenlerinden çıkmış. (Necibe ŞAHİN) 

144- İNEK YİTENE KADAR SEN YİTEYDİN 
Bir gün Halillerin ineği kaybolmuştur. Halil ve arkadaşları ineği 
ararlar tararlar bulamazlar. Daha sonra Halil ağlaya ağlaya eve gelir. Eve girer girmez Pembe Sitti: 
-İnek hani Halil, der. 
Halil korkusundan ineğin kaybolduğunu diyemez. Bunun üzerine Halil Pembe Sittiye dönerek: 
-İnek yitene kadar sen yiteydin, der. (Necibe ŞAHİN) 

145.BEN DE SENİN AKLINDAYIM 
Kışlık yufka akşama kadar yapılır, akşam eve giderken pişiren, açan 
her kişiye toplam 6-7 bezi hamur ayrılır, onlara sıcak yufka verilir. Pembe Sittinin ekmeği yapılırken torunu Halil: 
-Aba(anne) beziyi ufak alalım, 7 beziden 7 fazla çıkaralım zarar etmeyelim. 
Tabii Pembe Sitti bu söze önceden razı: 
-Halilim ben de senin aklındanım. 
Bezileri ufak alırlar, ekmek yapanlara ufak yufka vermişler olurlar. 
(Necibe ŞAHİN) 

146.EL LAMBASI SÖNMEZ 
Eskilerde idare çıra ile aydınlanırken el lambasının yeni çıktığı 
sıralarda Avcı Nine kızına akşam oturmasına gider. Hoş sohbetten sonra Avcı Nine evine dönmek ister. Kızı da yeni aldığı el lambasını yakar, annesine verir: 
-Bu lamba yolunu aydınlatır. 
Avcı Nine eve gelince lambayı nasıl söndüreceğini bilemez. Lambayı üfler sönmez, ateşin külüne sürer sönmez,lambayı suya tutar sönmez, ne yaptıysa söndüremez. Tekrar kızının evine gider: 
-Lambayı söndüremedim, der. Kızı da: 
-Düğmeyi çekince sönerdi, 
diye gösterir. Çok şaşıran Avcı Nine: 
-Bu Türk milleti ne kadar akıllı bir milletmiş, 
diye hayret eder. (Necibe ŞAHİN) 


147-SUCU MEHMET AĞA 
Bağ budama zamanı Mehmet Ağa bağa gider. Bağı budar, çubuğu 
toplar. Artık iş bitmiş, akşam eşeği ile birlikte eve dönecek. İpi çubuğa iyice bağlar, sırtına alıp eşeğin sırtına biner. Yolda komşusu Sefer dayıya rastlar. Sefer dayı sorar: 
-Mehmet Ağa o kadar çubuğu niye sırtına aldın. Eşeğe yükle  sen de eşeğe bin, der. 
Bunun üzerine Mehmet Ağa: 
-Ne bileyim ustam, eşeğe ağırlık etmesin diye sırtıma aldım, der. 
(Necibe ŞAHİN) 

148-KEÇİLERİN BAŞI AĞRIDI 
Ayşe Nine bir gün keçi ve oğlaklarını alır otlatmaya götürür. 
Korumalar gelir diye de çok korkar. Gelirlerse ben ne yaparım diye düşünür. Aksilik olacak ya koruma gelir. Ayşe Nineye sorarlar: 
-Ne yapıyorsun, buralara otlatmaya keçileri niye getirdin? diye kızarlar. 
Ayşe Nine resmi elbiseli korumayı görünce çok korkar. Ne diyeceğini şaşırır. 
-Ne yapayım yavrum. Keçilerin başları ağrıdı da hava alsınlar diye getirdim, der. 
Korumalar: 
-Keçinin başı ağrımaz, hadi evine evine, derler, gülerler. 
(Necibe ŞAHİN) 


149- KAFAM YERİNDE OLSAYDI... 
Develi hastanesi inşaatı devam ederken, Kozan’ın Kazım olarak 
meşhur olan Kazım Kozan, inşaatın bekçiliğini yapıyormuş. Bir gün akşamüzeri  bir taraftan içkisini içiyor, bir taraftan da saç kavurma yapıp hem karnını doyuruyor, hem de meze olarak yiyormuş. O arada hastanenin mühendisi, kontrolü gibi denetçileri gelmiş. Kazım Ağa gelenleri buyur etmiş. Saç kavurma zaten az olduğu için birer parça almışlar ve çekilmişler. Ancak yemek gelenlerin de hoşuna gitmiş: 
-Yahu Kazım Ağa, saç kavurma da güzel olmuş. 
demişler. Kazım Ağa da: 
-Yarın öğlene gelin size yine yapayım, demiş. 
Ertesi gün öğleyin aynı gurup yine inşaata gelmişler. Ancak ortada saç kavurma falan yok: 
-Kazım Ağa, hani sen saç kavurma yapacaktın? 
diye sormuşlar. Kazım Ağa gayet sakin: 
-Amaan, demiş. O zamanki kafa mı! Getirin rakıyı size öküz keseyim. 
(Ahmet YILDIZ) 

150- TÜTÜN SARMASI 
Develi’de Aşağı Erkilet’te geçimini tahta kaşık yaparak sağlayan, 
Hekimoğullarından Kaşıkçı Mehmet Ağa isminde tonton, nüktedan bir ihtiyar yaşarmış. Eski zamanlarda sigaranın tek tek çubuk şeklinde satıldığı devirlerde evlerde sohbet toplantıları yapılırmış. Yine böyle bir sohbet toplantısında çaylar içiliyor, sohbet koyulaşıyor, sigaralar içiliyormuş. Kaşıkçı Mehmet Ağa ise tütün içermiş. Sohbet sırasında Kaşıkçı Mehmet Ağadan tütün sarmak için tabakayı istemişler. Maksatları tütünü sarıp bitirmekmiş. Kaşıkçı Mehmet Ağa da durumu anlamış, tabakayı ortaya atmış ve arkasından da şu deyişi söylemiş: 
Al tabaka yap sigara 
Bak nasıldır bu tütün 
Aramızda teklif yoktur 
İster isen sar tütün 

İnce sar nazik olsun 
Olmasın dolma gibi 
Pek dibine dalmayasın 
Yağmadan bulma gibi (Mustafa BAYBAL)

Yorumlar