Bir 50 fıkra daha...şimdi 100 oldu


51- ANASINI BOYAYIP BABASINA SATAR 
Kayserili bir adam ellisinden sonra biraz para kazanmaya 
başlayınca evlenmeye kalkar. Oğullarını buna karşı çıkarak: 
-Aman baba bu yaptığın çok ayıp, anneme haksızlık olur. Onun gösterdiği sevgi ve fedakarlığa reva mı? Ayrıca senin alacağın kadın çok şeyler ister etme eyleme. 
-Ossun oğlum, size ne? Kazanan da benim harcayacak olan da. 
Çocukları bakarlar ki babaları laftan sözden anlamıyor. Çare olarak Kayseriliye has keskin zekalarını kullanırlar. Hem aileyi kurtarmak hem de paranın azdırdığı babalarına ders vermek için kolları sıvarlar: 
-Tamam baba seni evlendireceğiz. Artık annemin evde durması yakışmaz. Onu anneannemlere gönderelim. 
Çocuklar kendi aralarında yaptıkları planı uygulamaya koyulurlar: 
-Baba sana çok güzel bir kadın bulduk. Yalnız altın istiyor. 
-Ossun oğlum güzel ise paradan kaçmam. 
-Tamam baba on bilezik, bir gelep inci alacağız. Para... 
-Baba burma alacağız. Para... 
-Baba düzen düzülecek. Para... 
Derken babalarını epey masrafa boğar, evlenmek istediğine pişman ederler. Nihayet annelerini bir güzel süsleyip, boyalayıp gelinlikler içinde davullu zurnalı eve gelin getirirler. Adam işi fark edemez ve hayatından çok memnun bir gün geçirir. Herkes merakla sabahı bekler. Sabah olunca adam bakar ki kadın kendi karısı...her ne kadar belli etmese de hanımından utanır. Çocuklarının ve çevrenin yüzüne bakamaz. Çocuklar ise bir aileyi kurtarmanın sevincini yaşarlar. Bu zeka örneği hikaye Kayserililer için “anasını boyar babasına satar” sözüne sebep olur. (H.Recep ÇALKANER) 


52- BABAN NE YİYECEK
Eskiden bağlarda taştan ocaklar yapılır, yemekler tencerelerle o ocaklarda pişirilirdi. Yakacak olarak da ot, çalı çırpı ve tezek kullanılırdı. Anneler çoğu zaman çocuklarını tezek toplamaya gönderirlerdi. Yine bir gün komşunun oğlu ile ineklerin yaylım yerinde çoşa oynaya tezek arıyorduk ki, arkadaşımın annesi bizim dalga geçtiğimizi zannederek şöyle bağırıyordu:
-  Laaaan! Haceli tezek toplamayınca da ağşam baban gelince ne yiyecek...
(H.Recep ÇALKANER)

53- ÇIKTIĞI DALI GÖSTERMEK
Çocuk bağda tut ağacına çıkmıştı. Annesi endişeyle oğluna:
Aman oğlum sakın yüksek dallara çıkma,
dedikçe oğlan dinlemiyor, çıktıkça çıkıyor. Bir ara kuş dallarını da geçerek ince dallara ulaşınca, annesi feryat ederek:
-İn oğlum aşşaya, düşen düşen de bir yerini sakat iden.
Ama çocuk dinlemiyor habire tırmanıyordu. Anne heyecanla çığlığı bastı:
- Eh ulan gavur eniği, sen öyle çık da aşam baban gelince sanki çıktığın yeri göstermeyeceğim demi... (H.Recep ÇALKANER)

54- VEREM OLMAK
Mahallemizde çok sevilen şakacı, nüktedan bir İsmail Amca  vardı. Bir gün sağlıkçı birinin veremin belirtilerini anlattığına şahit olur:
-Verem olan insan sık nefes alır, bacaklarında sızılar olur, iştahı az olur, yemek yiyesi de olmaz, boğazı kurur, bol bol su içer, her geçen gün daha da zayıflar, öyle ki dokunsan kemikleri sayılır.
İsmail Amca bunları dinler amma pek önemsemez. O akşam yemekten sonra hemen yatarlar fakat İsmail Amcayı uyku tutmaz, yatakta bir sigara tellendirir. O zaman zarfında karısı uyumuştur bile. İsmail Amcanın o gün duydukları aklına gelir ve evhamlanır. Kendini dinler ki nefes nefesedir, boğazı kurur, halsizdir. Son günlerde iştahı da yoktur. Ayrıca haddinden fazla zayıftır, kendisine dokunur, evet kemikleri de sayılıyor. Bir de hanımına dokunur ( o da oldukça şişman) kemikleri bile belli değil hemen hanımını dürter:
-Galk gız  Müncübe çabık gah da çırayı yak.
-Ne var herif sus kölen oluyum bebeler yeni bayındı.
-Gah gız diyom sana ben verem olmuşsum.
-Sus herif ağzından yil assın, gice vakti ne veremi?
Ve İsmail Amca o gün olanları anlatır. Hanımı ise:
-Çok vesvese iyi demez. Allah etmeye, ölüm Allah’ın emri hasta da olsak öleceek tevekkel ol da yat uyu sabanan bir doktora görünün. (H.Recep ÇALKANER)

55- ELİ PEKMEZ SATAR YÜZÜ DE SİRKE
Asık suratlı bir pekmez satıcısı arif bir zata sorar:
Benim komşum bir pekmezci var, pekmezi kötü olmasına rağmen adam her gün benden daha çok pekmez satıyor, bunun hikmeti nedir?
Arif kişinin cevabı şöyle olur:
- Senin elin pekmez satıyor, yüzünse sirke satıyor da ondan. (H.Recep ÇALKANER)


56- SALATALIĞI SEÇTİRMEM
Cafer Bey Mahallesinde oturan Bekir Emmi kalede sebzecilik yaparak geçimini sağlardı. Her gün değişik ürünler alır, itina ile onları siler muntazaman dizer ve sattığı mala göre seslenirdi:
- Has marul, sülali marul, dürüm dürüm dürülmüş, gelin gibi süzülmüş.
- Hacaba gabak, cennet taami bunlaaarrr.
- Erik satılmasa yirik, sâbına da bişiler dirik.
- Çile eğri çile baldırcan, pelilik yamılaaa.
- Alay davulu ilaneleeeer
O günkü sattığı mal da salatalıktı.
- Hıyar-ı zayrağ-ı zalatalık, çimeni yeşiiil, çiçeeeğe bunnunda,
 çıtır çıtır salatalık.
Ve bir müşteri gelir yerdeki brandanın üzerindeki salatalıkları başlar seçmeye.
Bekir Emmi müşteriye
-Seçme hemşehrim şööle sıradan al.
Der amma adam anlamaz ha bire seçer. Bekir Emmi bir daha söyler adam aldırmaz. Bu sefer Bekir Emmi yerde çömelik duran adamı gözüne kestirir şööle bir gafa vursam annının çatına diye içinden getirir amma “ve la havle” der. Adamı oradan kovar. Müşteri gitmesine gider ama Bekir Emminin siniri hali sürer. Derken akşam olur bağına gider. Yemekten sonra yatağının sekiye serilmesini ister ve hemen yatar günün yorgunluğundan insanlarla mücadeleden olacak ki hemen uyur. Uyur ama rüyasına, sabahki salatalığı seçmek isteyen adam gelir. Tekrar seçmeye başlar, yapma etmeler adama tesir etmez.  Bekir Emmi de sabahki düşündüğü gibi adama bir kafa vurmak için bir hamle yapar, küt adamı devirir. Devirir devirmesine ama Bekir Emminin birden gözü açılır, başı müthiş ağrımaktadır, alnından kan sızmaya başlar, hemen hanımına seslenir:
-  Hanım,galk gafam yarıldı
-  Ne gafası herif, gice vakit
-  Hıyarı seçen herife gafa vurdum da. (H.Recep ÇALKANER)


57-  OLMAZ İŞTE
Pastırmacı Mehmet Ağaya sorarlar:
- Hangi etlerden pastırma olur?
Mehmet Ağa hiç düşünmeden cevap verir:
- Kadın etinden gayri bütün etlerden olur.
İnsanlar şaşırırlar:
At eti, it eti  bilumum etlerden pastırma olur da kadın etinden niye pastırma olmaz!
Mehmet Ağa hiç kendini bozmadan:
-Kadın eti tüm sinirdir de ondan.  (Mustafa KAFTANOĞLU)

58-  SATTIK KURTULDUK
Adanalının biri,Kayserilinin yanında öğünmek amacıyla demiş ki:
- Arkadaş, bizim bir tarlamız var ,arabamızla sabah namazı vakti tarlanın bir ucundan hareket ediyoruz ancak yatsı vakti olmasına rağmen tarlanın diğer ucuna bir türlü varamıyoruz!
Bizim Kayserili bıyık altından gülerek demiş ki:
-Haklısın arkadaş, bir zamanlar bizim de sizinki gibi bir külüstür arabamız vardı ama sattık ve kurtulduk o külüstürden!
(Dr. Gani Murat YILDIRIM)

59- HANGİSİ UYANIK
Karadenizli Temel Kayseri’ye bir iş vesilesiyle gelir. Kayseri caddelerinde dolaşırken aradığı yeri bulmak için yüksek apartmanlara bakarken yanına uyanık bir Kayserili gelir ve:
-Kaçıncı kata bakıyorsun arkadaş?
Temel:
-Ha şu onuncu kata bakıyorum hemşehrum.
Kayserili de:
- Kat başına bir liradan on lira eder ver bakalım on lirayı.
Temel pişkin pişkin on lirayı verir. Biraz uzaklaştıktan sonra kendi kendine şöyle söylenir:
- Uyanık geçinen Kayserili’yi nasıl da kandırdım, halbuki  beşinci kata bakıyordum.  (Talip ÜNBASTI)

60- HASAN
Camikebir Mahallesinde dokuz tane delikanlı, İbrahim Bey Mahallesinde bir bahçeye girerek ceviz hırsızlığı yapmaya başlar. Mal sahibi gelir ve gençler kaçmaya başlar. Katil Ali yakalanır. Kaçanların ismini soran mal sahibine arkadaşlarının isimlerini saymaya başlar:
- Ağzısarının Hasan-Köfteliğin Hasan - Çimenin Hasan – Mustafa Çavuşun Hasan – Bayramoğlu Hasan – Sarı Hasanları Hasan – Hasan Hüseyin efendinin Hasan – Hacıbabanın Hasan...
Mal Sahibi:
-Ulan Bünyan’da Hasan kalmamış benim bahçeye toplanmış.
Hasanların listesini alarak zamanın asayiş kuvveti olan jandarmaya şikayet için çarşıya iner. Çarşıda ilçenin sevilen esnaflarından Kahraman Çavuş ile karşılaşır. Kahraman Çavuş:
-Hayırdır ağa böyle sinirli bir vaziyette nereye gidiyorsun.
Ağa olanı biteni anlatır ve elindeki listeyi Kahraman Çavuşa gösterir. Listeyi okuyan Çavuş gülmeye başlar. Ağa sinirli ve şaşkın bir vaziyette Kahraman Çavuşa neden güldüğünü sorar:
-Ağa, bu listede yazılı Hasanların hepsi de sadece bir Hasan
der ve izah eder. Bu kez ağa da faka bastığını anlar ve gülmeye başlar. Elindeki listeyi yırtar, atar. (Ali CENGİZ)

61- HOCANIN DEYNEĞİ
Naci Tekmen (Merhum Kutup Mehmet Ağanın oğlu) bayram
namazı kılmak için Ulu Camiye gider. Camini içi çok kalabalıktır. Şöyle bakınır, ileride bir boşluk görür ve hemen oraya oturur. Namaz vakti gelir ve imamın tekbiri ile secdeye varırlar. Secdeye varırlar varmaya ama bizim Naci’nin kafasına küt diye bir değnek iner. Naci secdede düşünmeye başlar. Acaba Nuh Efendi Hoca cemaatin arasında gezinerek namazı yanlış kılanların başına mı vuruyor? Bu sırada tekrar doğrulurlar. İkinci kez secdeye vardıklarında yine kafasına değneği yer. Böylece namaz süresince her secdeye varıldığında değneği yer. Camiden çıktıklarında arkadaşları Naci’ye sorarlar:
-Nasıl Naci iyi dayak yedin mi?
Naci:
-Nuh Efendi Hoca sizin de mi kafanıza değneği ile vurdu?
Bu söz üzerine hepsi birden gülmeye başlar:
-Kafana vuran Nuh Efendi Hoca değil, Topal Bekir’in ayağıdır, derler.
Topal Bekir’in bir ayağı tahtadır. (Ali CENGİZ)

62- PATLAH
Bünyan’da yeni göreve başlayan bir öğretmene Girabolu koymak için plastik bidon lazım olur. Öğretmen bidonların satıldığı dükkana girer ve istediğini söyler. Dükkan sahibi öğretmene ikram olsun diye:
-Tamam hocam şimdi iyi bir patlah vereyim.
Öğretmen ıkıla sıkıla cevap verir:
-Aman ustacığım ben patlah istemem ne olur sen sağlam olanlardan ver.
Bünyan’da plastik bidonlara “patlak” deniyor.
(Ali CENGİZ)

63- AKILSIZA KIZ VERMEM
Kızına talip bir gence Kayserili baba, kızını vermek istemez. Kızı ise oğlana sevdalıdır ve babasına çok yalvarır:
-Babacığım ne olursun beni bu çocuğa ver, çünkü o beni çok seviyor.
Babası ise:
-Hayır kızım, vermem çünkü o seni değil benim paramı seviyor, mirasımı düşünüp sana yaklaşıyor.
Kızı ise:
-Hayır babacığım iki gözüm önüme aksın ki o parayla hiç ilgilenmiyor. Hiçbir gün paranın adını bile anmıyor.
-O halde öyle akılsıza ben hiç kız vermem. (H.Recep ÇALKANER)

64- EŞŞEĞİ BOYAR BABASINA SATAR
Çok cimri bir adam olan babalarından harçlık dahi alamayan üç kardeş aralarında konuşup karara varırlar. Babalarından  bir yolunu bulup para sızdıracaklardır. Derken bir plan hazırlarlar. Evlerindeki eşeği kayboldu diye mahalleye duyururlar. Dolayısıyla bu haber babanın kulağına  da gider. Adamın üzüntüden kalbi duracak gibi olur. Eşeğini bulana mükafat vermeyi bile düşünür. Çocukları da aynı üzüntüyü paylaşır görünseler de, arkadaşlarının evine gizledikleri boz eşeği siyaha boyamakla meşguldürler. Nihayet eşeğin boyama işi biter. Eşeği arkadaşlarıyla hayvan pazarına gönderirken kendileri de babalarına koşarlar:
-Babacığım pazarda bir eşek gördük ki sorma o kadar güzel. Hem de bizim kaybolan eşeğe o kadar çok benziyor ki şaşarsın. Sadece bunun rengi siyah.
Babaları buna sevinir ve:
- Kaç paraymış?
diye sorar. Çocuklar, planın tuttuğunu görünce çok sevinir, değerinin altında bir fiyat söylerler. Babaları seve seve  parasını verir. Böylece çocuklar eşeği babalarına satmış olurlar. Bu olay tüm yurtta Kayserililere mal edilir.
(H.Recep ÇALKANER)

65- GAYSERİ  (PAZARLIĞI) TİCARETİ
Gayserililer, Gayserinin geçmiş tarihinde sanat ve ticaretinde rol oynatan kurnaz Yahudi ve Ermenilerin, acımasız pazarlıkları karşısında kendi çıkarlarını korumak, o toplumda kabul görmek ve onlarla yarışır hale gelebilmek için ticaretin püf noktalarını öğrenmek ve alışverişte kandırılmamak amacıyla bir nevi iktisat dersi almışlardır. Bu savunma harekatı zamanla Gayserililerin vazgeçemedikleri bir alışkanlık halini almıştır. Bir de Gayseri ikliminin kışları sert, yazları kuru sıcak olması da Gayseriliyi asvataya (alım-satım) mecbur etmiştir. Tabiatıyla denizi yok ki deniz ürünlerinden, taşımacılığından, limanından turistinden kazanabilsin. Verimli toprakları yok ki hasat kaldırsın, pamuk toplasın. Mevsimleri el vermez ki meyveler sebzeler yetişsin. Hayatı idama ettirmek için geriye kalan en geçerli yol ticarettir. Bunu da yapabilmenin en büyük sermayesi “Ticaret Sanatını” iyi bellemek, “satarken değil alırken kazanmak”. Az satıp çok kazanmak yerine çok satıp sürümden kazanmak. Alım satımda müşteriye niyidip-noörüp bişeyler satabilmek. Örneğin “Buyur abi, ni istedin, yardımcı olak, gel abi otur bidene bişi iç çay, gave al, soğukluk gelsin, hadi oğlum abine bişi getir.” Diye çırağına seslenir. Amaç önce gönül almak,müşteriyi memnun etmek, müşterinin dediğine satmak,bu vesile ile müşterinin ayağını alıştırmaktır. Zaten müşteri kazanmak para kazanmak demektir. Bunu iyi  öğrenen Gayserili yurdun her yerinde her türlü alış-verişi rahatlıkla, kolay kandırılamayan alım-satımda hep kazanan esnaf ve tüccarlar olmuşlardır.
Amma Gayserilinin Gayseride para kazanması biraz zordur. Alan da,satan da Gayserili olunca, tabiri caizse “iki cambaz bir ipte oynamaz” hesabı, kimse kimseden aşırı kar sağlayamaz. Gayserilinin alış-veriş felsefesi “alış-verişte istenenin yarısını vermektir.” Çünkü Gayseriliye  en ağır gelen: kandırılmaktır. Bir malı alırken, istenilen fiyatın yarısını teklif ettiğinde, satıcı bunu da kabul etse,Gayserilinin içinden:
-Tüh!! Adam beni gandırdı mı nii? Az da aşşa virsiydim. Diye geçer. Satarken de işi zordur Gayserilinin: az da istese,”kötü mal” derler çok istese “bahalıcı” derler. Yani ilim işidir Gayseride esnaf olmak. Zaten “Okumam yazmam yok ama Gayseriliyim” sözü Gayserilinin ticaret ilmi bildiğini kanıtlar. Bir müşteriye nasıl davranılacağını bilir: kimin alıcı kimin sorucu olduğunu anlar. Bir Gayseri pazarlığını örnekleyelim,mesela bir elbiseci:
- Buyur abi niye baktın ?
- Şööle baktım arkadaş,
- Ossun abi gel içerden bak,
- Alacak deelim ki,
- Ayıp ettin aabi, almak şart değel, ne dimişler   “Almasan da mala bak” mesela sana bidene dakım elbise virek, önümüz bayram zaten. O zamana gadar bu mallar ateş bahası olur.
-İyide para yok ki.
-Amma yaptın aabi, para diyi yakana mı yapıştık. Oldukça virin. Veya taksit yaparık.
-Taksidinen olursa olabilir.
-Olur abi olur. Neden olmasın hele sen bidene şu gri dakımı giy.
Elbiseyi giydirirken:
-Şiimi abi, kimlerdensin, nirde oturuyorsunuz? Sormak ayıp olmasın da nii iş yapıyon?
Böylelikle adamın seceresini, kimin neciliğini, güvenilirliğini öğrenmiş olur. Soruların devamında ya akraba çıkar ya hısım olur ya da tanıdığın tanıdığını tanır. Böylece veresiye sağlama alınmış olur. Giydirdiği elbise ile adamı aynanın yanına götürürken:
-Abi güle güle giyin, eskisi küllüklere ossun. Bu renk seni amma da aştı haa..
-İyi de acıcık bol mu nii..
-Yok abi ne oldu,üstünde çok zengin durdu. Hemi de bu senenin öbür senesi de var.
-Peki bunun fiyatı nirelerde?
-Golay abi hele sen bidene beğen. Senden de mi parazanacak.
-Ossun utanma, bazar dostluğu bozar. Hele sen bidene sööle.
-Abi peşin fiyatından sayar ve de iki taksit yaparık.
İşin kaç taksite olabileceğini yokluyor.
-İyi amma ben iki taksitte ödeyemem.
-Canın sağossun o zaman üç takside ayarlarık.
Hemşehrim sen şunun bi fiyatını söyle ondan sonra taksitlendir.
-Yaa abi sende fiyat dedin çattın. Atınan deve değela senden de gazanmam. 100 sayarık sen de yabancı olmadığına göre dört takside de bağladık mı sen de gül gibi giyer gidersin.
-Yok gardaşım, yüze dünyada alamam.
-Ya yüz dediysek yüz olmadı ya. Hadi doosan alak.
-Yok gardaşım vallaha çok para. Hemi de benim şu günnerde göynemin asdarı yok. Ona göre elini vicdanına goy.
-Abi iyi de ayrandan aşşası da su, dahası zarar ider ben nörüyüm,sermayesi bahalı.
-Yav hele sen şunun bi olacağını söyle de bi düşünek.
-Düşünüp daşınması bu. Sesen alırık dost işi olur. Başka da olmaz. Gari sen de sevildiğini bil.
-Tamam ağa anlaşılan atmılşa hayilleşecek.
-Yok abi nörüyon. O fiyatlara olmaz. Küllün zarar ider o zaman.
-İtiraz itme de az gazan, tez gazan, yosa gassın, der ve dükkandan çıkacakken satıcı hemen telaşlanarak:
-Abi aşam aşam şiytan sevindirmiyek, senin didiğin ossun senimi gıracak, der ve işi bağlar. Satan: hiç yoktan mal sattığından, Alansa: direni direni bazallık ederek mal aldığından memnun. Böylece bir Gayseri pazarlığı gerçekleşmiş olur. (H.Recep ÇALKANER)

66- Bİ MOT Bİ GOT
Kasabamızda kış bitimi gençler dışarıya çalışmaya giderler. Süleyman
Eryılmaz’ın çocukları –iki oğlu- da çalışmaya gider. Sonbahar geldiğinde geri gelirler. Komşular:
-Nasıl senin oğlanlar bir şeyler getirdi mi? İşleri iyi miymiş?
Gibi göz aydın ederler. Süleyman Eryılmaz, yaz boyunca işlerin de kendine kalması oğullarının da tatmin edici bir şeyler getirmemesi üzerine:
- Ne olacak gurbete giden bi mot, bi got getiriyor. (İsmail KARASALAN)

67- PES YANİ
Kayserilinin biri terziye bir gün elbise diktirir. Elbiseyi almak için
terzinin yanına gider ve fiyatını sorar. Terzi:
-40 milyon lira.
Kayserili bu pazarlık yapmadan olur mu! 20 milyon lira vereceğini söyler.
-Bunun üzerine terzi:
-Olmaz o zaman. 30 milyon lira ver.
Bunun üzerine Kayserili 15 milyon lira vereceğini söyler. Terzi:
-Kardeşim bari ilk verdiğin fiyatı ver de 20 milyona götür.
Kayserili bu ya, yarısını verecek hani..
-10 milyon vereceğim.
Terzi artık bu işten sıkılmıştır:
-Tamam kardeşim, tamam. Hiç para falan istemiyorum. Al elbiseyi götür.
Kayserili cevap verir:
-O zaman üzerine para isterim. (Murat TATLIOĞLU)




68- BEZİRYAĞI
Ülkemizin hemen her ilinde Karadenizli esnaflara sıkça rastlarız.
Kayseri ilimizde de yerleşmek isteyen esnaf grubu başarılı olamamıştır.
Şöyle ki:
İşlek çarşılara dükkan açan Karadenizli esnafın işleri yolunda gider.
Bizim Kayserili esnaf kara kara düşünür. Çareler aramaya başlar ve aralarında şu karara varırlar. Sabah çevremizdekiler Karadenizli esnaftan beziryağı isteyeceklerdir. Akşama kadar 20-30 kişi beziryağı ister. ( O yıllarda aydınlanmada beziryağından gaz yağına geçilmektedir) Bizim Karadenizli esnaflar bütün sermayelerini beziryağına aktarırlar. Bir sonraki gün hiç kimse beziryağı istemez. Durumu anlayan Karadenizli esnaflar bir ipte iki cambaz oynamayacağını anlayarak “bize burada ekmek yok” der, Kayseri’yi terk ederler. (Şenel KOÇER)

69- AYRICALIK
Arabistan’da Ramazan ayında oruç tutmayanlar yakalandığında dayakla cezalandırılırken yine bir grup suçüstü yakalanmış. Ülkeleri sorularak cezalar uygulanmaya başlamış. Irak, Mısır, Türkiye v.b. gibi Müslüman adını memleketi olarak ifade edenler sopa ile cezalandırılmışlar. Sıranın kendisine geldiğini gören Kayserili bir vatandaş memleketi sorulduğunda “Kayserili” olduğunu söyleyerek dayaktan kurtulmuş. (Şenel KOÇER)

70- GÖRÜNEN BU YILIN KARI
Kayserilinin biri, bir Yahudi’ye borçlanır. Aralarındaki konuşmaya göre borcunu Erciyes’in karı eridiği gün ödeyecek. Ağustos ayı olur. Yahudi parası için Kayseri’ye gelir. Borçlu Kayserili Yahudi’ye Erciyesi göstererek:
-Anlaşmamıza göre Erciyes’in karı eridiği gün borcumu ödeyeceğim. Bak Erciyes’in karı henüz erimedi.
Yahudi bırakır gider. Bir yıl sonra Ağustosta yine gelir Kayseri’ye ve bakar ki Erciyes’in doruğu karla dolu. İşin kötüye gittiğini anlayan Yahudi başlar düşünmeye. Bu sırada yanına yaklaşan bir çocuk derdini sorar. Yahudi sızlanarak yakınır. Çocuk:
-Ben senin paranı kurtarırım ama ondalık isterim.
Yahudi çocuğun şartlarını kabullenir ve ondalığını da oracıkta verir ve çocuktan şu aklı alır:
-Alacağın olana diyeceksin ki: geçen yılın karı eridi, altına aktı. Bu görünen bu yılın karı. (Şerife ÇABUK)



71- ÖVÜNMEK GİBİ OLMASIN DİYE
Öğretmen okula yeni gelen öğrencilerden memleketlerini sorarken
sıra Kayseriliye gelince:
-Manisalıyım, diye atar...
Bu öğrencinin Kayserili olduğunu bilen arkadaşları gülüşürler. Bunun sebebini soran öğretmene çocuklardan biri:
-Arkadaş yalan söyledi. O Manisalı değil, Kayserili.
Öğretmen Kayserili öğrenciye:
-Neden Manisalıyım diyorsun?
Kayserili öğrenci gayet ciddi cevabı kondurur:
- Övünmek gibi olmasın diye efendim.(Şule EROĞLU)

72- İKİ FAKİR KULUYUN DA...
Kudüs’e giden bir Kayserili kutsal yerlerden birinde bir  Hıristiyan’ın bağıra bağıra:
-Tanrım! Paskalya yaklaşıyor. Bizler senin için binlerce ve binlerce yumurta yiyeceğiz. Dileğim senden yiyeceğimiz yumurta sayısınca Musevi kahret,
diye dua ettiğini görür. Diğer bir kutsal yerde de bir Musevi’nin:
-Tanrım! Bayramımıza az kaldı. Senin için binlerce kurban keseceğiz.      Musevilerin keseceği kurban sayısı kadar Hıristiyan kahret.
Diye Tanrıya el açtığına tanık olunca bizim Kayserili içten bir “amin” çektikten sonra ellerini açar ve o da şöyle dua eder:
-Ya Tanrım! Her yerde hazır ve nazırsın. Şu arada dua eden iki fakir kulunun da dileklerini yerine getir! (Ayşe KÜÇÜKKAHVECİ)

73- HEPSİ SATILMIŞ
İstanbul’a giden bir Kayserili ne satıldığını anlayamadığı bir
dükkana, dikkati çeker bir şekilde bakmaya başlar. Kuşkulanan dükkan sahibi:
-Ne bakıyorsun aptal aptal, diye sorar.
Kayserili:
-Hiç! Burada ne satılıyor diye merak ettim.
Dükkan sahibi:
-Eşşek başı.
Münasebetsizliğin altında kalır mı hiç Kayserili:
-Belli belli görülüyor, der. Hepsi satılmış bir tane kalmış!
(Duygu NURAL)

74- KEBABIN ATEŞİ
İncili Çavuş, nargilesinin çubuğunu keyifle tüttürür. Kahvesinin önünden geçen hoca, şaka yoluyla takılır:
-İncili Ağa! Cennette ateş yok. Orada çubuğunu neyle yakacaksın?
İncili Çavuş gülümseyerek:
- Orada sizler için pişirilen kebabın ateşiyle çubuğumu yakmama izin vermezler mi? (Sare AKGÜNDÜZ)

75- CİMRİ
Bir Kayserili para biriktirmek için yeni bir usul bulmuştu. Genç
karısını her öptüğünde kumbaranın içine 250 bin lira atıyordu. Yıl sonunda kumbarayı heyecanla açtı. İçinden 500 binlikler çıkınca:
-Bunlar ne?
-Herkes senin gibi cimri değil! (Aytül SALT)

76- KURBANLIK KOYUN
İncili Çavuş, bir harem ağası ile pazara kurbanlık koyun almaya
gitmiş. Harem ağası, sürüler dolaşıyor, fakat koçların çoğu boynuzsuz diye beğenmiyormuş. İncili Çavuş dayanamayarak :
- Ağa bunları alalım. Harem dairesinde iki gece kalınca hemen boynuzlanırlar. (Aytül SALT)

77- KURBANLIK DEVE
Bayram öncesi elinde kurbanlık deveyle dolaşan Kayseriliyi gören arkadaşı:
-Helal olsun, koç yerine deve mi kurban edeceksin?
Kayserili:
-Bu yıl deve kurban ederek beş yıl kurban kesmeyeceğim.
Arkadaşı:
-Hocaya sordum. Danayı beş kişi kesiyor, ben tek başıma kesip beş yıl kurban kesmesem olur mu? Dedim.
Hoca:
-Yok deve dedi. (Hüseyin YILMAZ)

78- PAZARLIK
İncili Çavuş, padişahın ısrarı üzerine vezirlerinden birinin taklidini yapar. Bu duruma çok kızan vezir İncili Çavuştan intikam almaya yemin eder. Can derdine düşen İncili Çavuş padişaha koşup durumu anlatır. Padişah:
-Hele sana bir dokunsun göreyim. Onu derhal asarım.
Bu durumda sabırsızlanan İncili Çavuş:
-Aman padişahım o kendini öldürmeden elinizi çabuk tutsanız da onu assanız olmaz mı? (Hüseyin YILMAZ)

79- ÜÇÜMÜZ İÇİN
İncili Çavuş, eşeğine binip pazara gidiyormuş. Yolda şakacı bir
köylüye rastlamış. Köylü eşeğini göstererek sormuş:
- Hemşehrim ikiniz nereye gidiyorsunuz böyle?
İncili Çavuş lafın altında kalır mı:
-Üçümüz için pazardan arpa ve saman almaya. (Şener ONURSOY)


80- İNCİLİ ÇAVUŞ VE PADİŞAH
İncili Çavuş ve padişah, bir bahar günü kırda gezintiye çıkmışlar.
Bu sırada bir çobana rastlamışlar. Padişah, İncili Çavuş’a:
-Çobanlar havadan iyi anlarlar. Bugün yağmur yağacak mı? Git sor bakalım.
İncili Çavuş gidip çobana sormuş:
-Hemşehrim. Havada yağmur var mı?
Çoban eşeğin kuyruğunu havaya kaldırarak bir süre göğe bakmış:
-Yağmayacak, demiş.
İncili Çavuş çobanın dediğini padişaha aktarmış. Bir süre dolaşmışlar. Çok geçmeden bardaktan boşanırcasına yağmur yağmış. Padişah:
-Hani yağmur yağmayacaktı?
Hava tahmincisi çoban:
-Havanın nasıl olacağını bildiren eşeğin kuyruğu olursa elbette böyle olur efendimiz. (İbrahim TOPALOĞLU)

81- KAYSERİLİ
Kayserilinin biri hemşehrisi olan pastırmacının dükkanına gider:
-Bu akşam misafirim gelecek, iyi yerinden biraz pastırma ver.
-Misafirin gelecekse pastırmadan vazgeç, sana hindi sucuğu vereyim. -Hem lezzetli hem daha ucuz.
-Neden?
-Pastırma accuk karışık. Sen beni dinle., hindi sucuğu al.
-Hindi sucuğuna bir şey karıştırmadın inşallah.
-Sen yabancı değilsin. Doğrusunu söylemek gerek. Biraz eşek eti var.
-Ne kadar?
-Çok değil. Bir hindiye, bir eşek... (Şener ONURSOY)

82- BOYNUZ
İncili Çavuş, bayram öncesi kurbanlık bir koç arıyormuş. O sırada
hafif meşrep bir kadının kendisi gibi sürüyü gözden geçirdiğini görür. Yavaşça kadının yanına sokularak sorar:
-Buralarda ne işiniz var hanımefendi?
Kadın İncili Çavuş’u görünce gülümseyerek :
-Aman siz miydiniz Çavuş hazretleri? Kurbanlık arıyordum, kimsem olmadığı için kendim geldim.
-Aman hanımefendi, kurbana ne gerek var. Ben kurbanınız olayım.
Kadın bu cevaptan hoşlanarak:
-İyi ama sizin boynuzlarınız yok ki?
İncili Çavuş eğilerek kadını selamladıktan sonra:
-Önemli değil hanımefendi. Evinizde kalırsam kısa zamanda dallanıp budaklanırım. (Şener ONURSOY)



83- TANIDI LAN TANIDI
Yeşilhisarın Hacı Bektaş mevkisi , meşhur üzüm
bağlarıdır. Sahibi üzüm hırsızlarından yıldığı için, üzümü bozana kadar gece gündüz bağında yatıp kalkmaktadır. Sahibinden habersiz 6-7 arkadaş üzüm çalmaya giderler. Tabii ki sahibi bağda yatmaktadır. Sahibini görmeyen gençler bağa girerler , başlarlar üzüm yemeye. Gece ay ışığı olduğu için olmuş ve olmamış üzümleri seçemezler. Yarı koruklu üzümleri yerler, bir yandan koyunlarına doldurmaya başlarlar. Bağ sahibi uyanır bakar bağı talan ediyorlar. Tutamayacağını aklı kesen bağ sahibi başlar bağırmaya. Sesi duyan gençler tabanı yağlar kaçmaya başlar. Bağ sahibi tekrar bağırır:
-Tanıdım ulan götü kıllılar sizi. Sabah sizlerle görüşürüz.
İçlerinden biri kaçamaz, durur.
-Ulan tanıdı bizi ne yapacağız?
Hemen öbürü atılır oradan kolundan tutar, çeker:
-Yürü ulan yürü herkesin g.tü kıllı olur. (Abdulkadir KOÇ)

84- SANA DA GEÇMİŞ OLSUN BANA DA
Yusuf Ceran Yeşilhisar’ın eski sünnetçi ve iğne yapan
sıhhiyelerindendir. Bu nedenle İğneci Yusuf Emmi derler. Şu an kendisi rahmetlidir.
Yusuf Emmi bilgili olduğu kadar cesaretli biridir. Sürekli sünnet yapar, hastalarla uğraşır, köyleri dolaşır iğnelerini yapardı. Yeşilhisar Kovalı köyüne gider. Hastaları dolaşır, hal ve hatırlarını sorar, iğnelerini yapar. Velakin acil vaka çıkar, köylü gelir:
-Yusuf Emmi elini ayağını öpem, benim avradın dişi sancıdı, sancıdan duramıyor, ne edersen  et kurtar.
Yusuf Emmi gider bakar, çürümüş azı diştir çekilmesi gerekir ama çekecek pense yoktur. Daha sonra elektrikte kullanılan pense bulunur ve onunla çekmeye karar verir. Köy sahası olduğundan evin önü ahırdır. Ahır damı ise (balkon) avlu olarak kullanılmaktadır. Ahırın duvar dibinde ise hayvan gübürü yığılmaktadır. Yusuf Emmi ahır damında kadının dişini sıkıca pense ile kavrar, bırakmaz. Kadıncağız başlar bağırmaya. Yusuf Emmi çekmeye çalışır bir türlü çekemez. O telaşla ahır damının ucuna geldiklerini fark edemezler.  Dişe asılınca damdan aşağıya gübürün içine düşer, Yusuf Emmi. Elinde pense, pensenin ucunda diş. Alttan yukarıya seslenir:
-Hadi gavırın gızı sana da geçmiş olsun bana da... (Abdulkadir KOÇ)

85- DAŞ İLE DİŞ
Yeşilhisar Belediyesinden emekli temizlik işçisi Mehmet Emmi,
lakabı ise Habibe derler, saf ve temiz bir insandır. Okur yazar değildir. Habibe Mehmet Emmi üşütmekten dolayı bağırsaklarından rahatsızdır. Zaman zaman peklik olur, tuvalete çıkamaz. Bir türlü çare bulamaz. Biri der:
-Ya  Habibe Emmi bu böyle olmaz al sağlık karneni bir toktora göründe  iğne mi yazar hap mı yazar tedavi ol.
Sonunda hastaneye gider. Doktor sorar:
-Şikayetin nedir söyle amca.
Habibe Mehmet Emmi başlar derdini söylemeye:
-Ağzını sevdiğim doktor yeğenim anlamadım gitti. Bazen oluyor daşınan diş, bazen oluyor bardağa goy goy iç.  (Abdulkadir KOÇ)




86- BANA YATTIĞIN GİBİ YAT
Yeşilhisar’da iki yaşlımızdan biri hastalanır. Eski topraktır nezaketi elden bırakmaz. Kocası alır götürür kadıncağızı doktora. Doktor sorar:
-Buyur amcacığım derdin nedir? Neren ağrıyor?
Kadıncağız anlatır derdini. Doktor:
-Yat muayene edeyim.
Kadın kocasının gözünün içine bakar:
-Ne şekil yatacağım la.
Kocası sinirlenir,bağırır:
-Bana yattığın gibi yat gavurun gızı. (Abdulkadir KOÇ)

87- AĞAM SAMANLIKTA
Yeşilhisar’da Oturağın Mustafa derler, biraz akli dengesi
yerinde değildir. Babası sürekli içen alemcidir. Oturağın Hacı Hasan olarak tanınır. Arkadaşına ise Ecelin Yusuf derler, her gece beraber olurlar. Şu an ikisi de rahmetlidir. Hacı Hasan Emmi ile Ecelin Yusuf Emmi iki tek atarlar. Kafaları tatlanır, bir olaya karışırlar. Gider evin altında samanlık dediğimiz hayvan yemlerinin altına saklanırlar. Mustafa’ya tembih ederler:
Bizi soran olursa burada olduğumuzu söyleme.
Polis bu şahısları arar fakat ulaşamaz. Polisler tekrar eve varır, kapıyı çalarlar. Mustafa çıkar:
-Ne istiyorsunuz?
Görevliler sorar:
-Oğlum baban nerede?
Mustafa başlar:
-Sen Oturağın Hasan Ağa, ben Ecelin Yusuf, ağam babam evde yok, ağam evde yok.
Görevliler:
-Söyle sana para verelim.
Mustafa kanmaz. Yine:
-Sen Oturağın Hacı Hasan Ağa ben Ecelin Yusuf, ağam evde yok., ağam evde yok. Olacak gibi değil, görevli cebinden çıkarır parayı gösterir Mustafa’ya, hemen gevşer. Mustafa alır parayı:
-Ağam samanlıkta. (Abdulkadir KOÇ)

88- UÇ HACI MUSA UÇ
Yeşilhisar’ın Kuzey mahallesinde yalnız yaşayan Hacı Mustafa Emmi şu an rahmetlidir.
Hacı Mustafa Emmi, evinde yatsı namazını kılar, sonra oturur tespih çeker, Allah’a zikredermiş. Komşusu Hanım Hala, Hacı Mustafa Emmiyi takip eder. Şaka yapmaya karar verir. Eski evlerde dam seviyesinde pencere bulunur. Bu pencereye tafana penceresi derler. Hanım Hala, Hacı Mustafa Emmiyi yine gözetlemeye başlar. Hacı Musa emmi kendini yine kaptırmış, hiçbir şeyden habersizdir. Tespih ve zikrini yapmaya devam eder. Tam huşu içinde daldığı an başlar hanım hala:
-Uç ya Hacı Musa uç.
Hacı Musa Emmi neye uğradığını bilemez. Nida geldiğini zanneder, daha da yüksek sesle hiddete kapılır. Hanım hala yine tekrarlar:
-Uç ya Hacı Musa uç.
Hacı Musa Emmi işin ciddiyetine varır:
-Uçamıyom ya Resulallah.
Uçmayı dener ama başarılı olamaz. En sonunda Hanım Hala işi cıvıklar:
- Uçamıyorsan s.ç ya Hacı Musa s.ç. (Abdulkadir KOÇ)

89- TÜRBE TEKKESİ
Yeşilhisarlı Yusuf Gülşen  lakap olarak Colunun Yusuf Emmi derler.
Sürekli şaka yapmayı seven, yapılan şakaya da dayanan biridir. Bir gün Türbe Tekkesi denilen mevkie bağ sulamaya gider. Gece yarısı suyu bağlar, uzun sürmez çok şiddetli bir yağmur başlar. Yeşilhisar tabiri sucuk olur iyice ıslanır. Koşarak Türbe Tekkesi dediğimiz yatırın yanına ayakkabısını çıkarır girer. Türbenin bir köşesine oturur. Tütün tabakasını çıkarır, bir cigara dolar içer. Tam o sırada Ahmet Emmi gelir. Ama içeride Yusuf Emminin oturduğundan habersizdir. Ahmet Emmi de ıslanmıştır, tekkeye sığınmak ister. Ahmet Emmi elindeki küreği tekkenin penceresinden içeriye uzatır. Ama Yusuf Emmi bu ya, küreği aldığı gibi dışarı fırlatır. Ahmet Emmi girecektir,kararlı. “Kürek değil neyi fırlatırsan fırlat gireceğim içeri” der. Başlar yüksek sesle bildiği duaları okumaya. Yaratana sığınır girer içeri habersiz olduğu Yusuf Emminin yanına oturur. Ahmet Emmi okumaya devam eder. Yusuf Emmi başlar garip garip sesler çıkarmaya. Ahmet Emmi aldırmaz daha yüksek sesle okumaya devam eder. Baktı olacak gibi değil elinde tuttuğu yarı çamurlu soğuk kuyu denilen lastik ayakkabısını var gücü ile Ahmet Emminin ağzına vurur. Çarpıldığını zanneden Ahmet Emmi yalı ayak var gücü ile bağırarak evin yolunu tutar. Adamcağız 2-3 ay aklını başına toparlayamaz. Hiçbir kimseye de böyle bir olay geçti başımdan demez. Epey bir zaman geçtikten sonra Yusuf Emmi kahvehane önünde:
-Ahmet tekkede nasıl çarpıldın?
-Ulan yoksa vuran sen miydin? (Abdulkadir KOÇ)

90- SAKIN YIKILMA HA...
Yıl 1929-1930 arası. Yeşilhisar o dönemlerde İncesu nüfusuna bağlıdır. Evlenecek olan çiftler, nikah yaptırmak üzere İncesu’ya giderler. O zamanlar nikah yaptırmaya “yıkılma” derlermiş. Yeşilhisarlı Havva Hala ile Osman Emmi nişanlanırlar. Yıkılmak üzere İncesu’ya giderler. Havva Teyzeye birkaç kişi öğretir:
-Sakın ha Osman Emmiye yıkılma.
Ona karakucak güreş yapacakmış gibi gelir, o yüzden yıkılmamaya karar verir. Evraklar hazırlanır, nüfus memuru sorar:
-Osman oğlum Havva’ya yıkılmak istiyor musun? (Karılığa kabul ediyor musun).
-Evet.
Havva teyzeye sorar:
-Kızım Havva, Osman’a yıkılmak istiyor musun? (Kocalığa kabul ediyor musun).
Evet demeden Havva teyze Osman Emmiyi aldığı gibi nikah dairesinde sırtını yere getirir. Der ki:
-Ben yıkılmam. İşte Osman’ı nasıl yıktım.
Herkes güler:
-Olmaz ol Havva yıkıl dedikse, öyle yık demedik ya!(Abdulkadir KOÇ)

91- BEYİNSİZ
Adı Mahmut, lakabına Beyinsiz Mahmut derler. Gündüzleri inşaatta
çalışır duvar örermiş. Geceleri ise sürekli içer, sabah kalkar işine gidermiş. Gün boyunca da kolay kolay ayılamazmış. Yine inşaat alır, binanın taş duvarlarını örmeye başlar. Birinci gün pencere seviyesine gelirler. Birkaç gün duvar örme işi devam eder. Tabii bu arada eve girip çıkacak kapıyı koymayı unuturlar. Öğle paydosu verirler, yemek yenecek, dışarı çıkmak isterler. Ama çıkacak kapı yok. Başlarlar gülmeye:
- Ulan sana beyinsiz dedikleri kadar varmış. Beyinsiz olduğunu biliyorduk ama bu kadar beyinsiz olduğunu bilmiyorduk. (Abdulkadir KOÇ)

92- ÇIKABİLSEM
Yeşilhisar merkez karakolda 1950’li yıllarda görev yapan komiser bir taktik uygular. Geceleri  halkın huzurunu bozan  ağır alkollü kişileri toplar, arabaya bindirir ve 1-2 saatte gelecek mesafeye bırakır, gelirmiş. Her gece içen Yeşil Emmi komiserin bu uygulamasından yılmış artık. Gene oturur içer ama bu kez fazla kaçırır. Eve gidemez haldedir. Komiser gene her akşam olduğu gibi alkollü kişileri topluyor. Bunu gören rahmetli Yeşil Emmi arabanın altına girer saklanır. Lakin komiserin gözünden kaçmaz. Komiser:
-Çık arabanın altından.
Yeşil Emmi başına gelecekleri bildiği için çıkmaz. Komiser seslenir:
-Hadi git ulan işine, zaten çıkabilsem doğru eve gideceğim
Çıkmaz ve orada sabahlar. (Abdulkadir KOÇ)

93- NE BİLEĞİM GADASINI ALDIĞIM
Yeşilhisar’ın yaşlılarından Hediye Hala şu an rahmetlidir. Halanın yaşlı bir ineği varmış. Ağzında dişi kalmamış, sütten kesilmiş yaşlı hayvanı satmak istermiş. Kendisinin okur-yazarlığı olmadığından hesaba aklı ermez. Ürgüp eşrafından ineğe talip çıkar. Hala derler:
-Sende inek varmış, almak istiyoruz bakalım.
-Yavrum buyurun inek burada bakın.
Gelen müşteri ineğe bakar, ağzını yoklar, altına bakar, üstüne bakar. Hediye halaya bu  ineğin yaşı kaç diye sorarlar. Hediye hala der ki:
-Ne bileyim yavrum, gadasını aldıklarım. Tahdaşı Ali’nin hanımı gelin olduğunda doğduydu.
Adamlar bakar:
- Hala biz ne bilelim Ali Emmiyi, hanımın yaşı kaç. (Abdulkadir KOÇ)

94- BANNAK KOMUTANIM
Yeşilhisar ağzı, lakabına Kirimin Mehmet derler. Gençlik çağıdır. Askerliği gelir vatani görevini yapmak üzere askere gider. Birliğine teslim olur. Aylar geçer, yıllar geçer askerlik devam eder. Bölük komutanı İstanbulludur. İstanbul lehçesi kullanır nazik ve nezaketli ince ruhlu bir insandır. Mehmet Emmi bir kaza sonucu parmağını kırar. Revire çıkma gereği hasıl olur. Bölük komutanına varır:
-Gomutanım benim bannağım kırıldı beni revire gönder.
Komutan, Mehmet Emmiye tuhaf tuhaf bakar:
-Oğlum Mehmet, parmak de bakayım.
Mehmet Emmi söyleyemez bir türlü:
-Bannak gomutanım.
Terhis olana dek komutanı parmak de oğlum.
Mehmet Emmi:
-Bannak gomutanım.
Mehmet “parmak” demeden terhis olur gelir. (Abdulkadir KOÇ)

95- 40 DA PEK ÇOK OLDU HAKİM BEY
Yeşilhisarlı rahmetli Hasan Emmi, ev arası meskun mahalde hayvan besler. Evler yan yana  inşa edilmiş, bu yüzden sık sık anlaşmazlıklar hasıl olur. Ahırdan çıkan hayvan pisliğini, kışın tezek yapıp yakmak üzere sıkma yapar, duvar dibine dizer. Hayvan gübürünün kokusundan rahatsız olan komşusu bu duruma itiraz eder. Anlaşamaz kavga ederler, sonunda mahkemeye düşer. Diğer bir komşusunu da şahit olarak yazdırırlar. Ama şahit genç kadının okur yazarlığı yoktur. İlk kez hakim karşınına çıkmaktadır. Duruşma başlar. Hakim:
-Anlat bakalım olay nasıl oldu Hasan efendi?
Hasan Emmi başlar anlatmaya. Tarif eder olay mahallini:
-Hakim beyim farzımahal senin oturduğun yer ahır, benim bulunduğun yer de evim. Buraya kermeyi dizmeyim de nireye goyum
der masaya vurur. Hakim kızar:
-Anlaşıldı, şahit gelsin.
Kadıncağız gelir, bacakları titrer:
-Yaşın kaç?
diye sorar. Gerçek yaşı 20’dir. Okur-yazar olmadığından yaşının 15 olduğunu söyler. Hakim güler, biraz da şaka vari takılmak ister:
-Kızım senin yaşın 15 değil 40 yaşında gösteriyorsun. Sen 40 yaşındasındır.
Kadıncağız buna çok üzülür, ağlamaklı olur:
- 40 da pek mi çok oldu hakim bey! (Abdulkadir KOÇ)

96- Eee GET N’ARAR
Hırsızlık suçlaması nedeniyle yaşlı kadıncağız mahkemeye düşer. Hakim karşısına çıkar. Okur-yazar değildir. Hakim suçlanan kadının yüzüne suçunu söyler:
-Kızım sana keçi çaldığını söylüyorlar, doğru mu? Anlat bakalım.
Hırsızlıkla suçlanan kadın hakime cevap verir:
-Eee get n’arar canını assın geçi meçi çaldığım. (Abdulkadir KOÇ)

97- HA BİN LİRA AL
Yeşilhisar’da nakliyecilikle uğraşan, lakabı ,Liliyar saf ve temiz
yürekli bir insandır. Okur yazarlığı yoktur. Kamyon kullanır. Şu an rahmetlidir. Liliyar Emmi kamyonuna malı yükler, ulaştıracağı yere götürmek üzere yola çıkar. Fakat ehliyeti yoktur. Okur yazar olmadığından bir türlü ehliyet alamaz. O zamana kadar da ehliyetinin olup olamadığını sormayan trafiğe yakalanmamıştır. Şanssızlık bu ya bir gün trafik çevirir Liliyar Emmiyi. Trafik polisi:
- Ehliyeti ver.
Liliyar Emmi:
-Yok.
-Ehliyetsiz araç kullanmanın yasak olduğunu bilmiyor musun da yola çıkıyorsun. Sana 500 lira para cezası keselim de aklın başına gelsin bakalım.
Liliyar Emminin hesaba aklı ermez. Başlar polis memuruna yalvarmaya:
-Ha gardaş çoluk çocuğun gısmeti, arabanın da borcu var. 500 lira almada n’olur 1000 lira ceza kesin de beni bırakın.
-Ne diyon hemşehrim sen?
Sonra okur yazar olmadığını öğrenirler, ceza kesmez bırakırlar.
(Abdulkadir KOÇ)

98- NEREDEN İNDİ
Hasan Emmi’nin inatçı mı inatçı bir eşeği varmış. Bir türlü hayvanı ehilleştiremez. Hayvan tor kalır. Hasan Emmi yine eşeğine malzemelerini yükler, üstüne de biner bağa çalışmaya gider. Eşek bu ya yine inatlığı tutar. Eşeğine kızan Hasan Emmi ceza olsun diye üstünden inmemeye şart eder. Yani yemin eder. Kızgınlıkla ne söylediğinin farkına sonradan varır. Yemin ettiği için eşeğin sırtından inemez. Bir süre yaşantı eşeğin sırtında sürer, bir türlü yolunu bulamazlar. Sonunda zamanın hocası Koçum Hocazadeye giderler, durumu anlatırlar. Hoca çok kızar:
-Getirin eşeği, şu ağacın altına yaklaştırın. Çık ağacın üstüne.
Hasan Emmi çıkar.
-İn aşağı. Nereden indin?
-Ağaçtan hocam.
-Meczup bir daha vara yoğa yemin etme, şimdi git. (Abdulkadir KOÇ)

99- TEŞEKKÜR
Yeşilhisar’da görev yapan makam ve mevki sahibi bir müdür ayakkabısını boyatmak ister. Kahvehane önünde oturan ayakkabı boyacısına varır. Müdür kendisini tanıtır:
- Ben falan dairenin müdürüyüm. Senin ismin ne?
- Ahmet.
Okur-yazarlığı yok, ayakları doğuştan sakattır, geçimini boyacılıkla sağlar.
-Ahmet Bey ayakkabıları parlat bakalım.
Ahmet Ağabey ayakkabıları boyar, pırıl pırıl eder. Müdür çıkarır parayı fazlasıyla verir:
-Teşekkür ederim Ahmet Bey.
Lakin Ahmet ağabey teşekkürün ne olduğunu bilmez, müdürün kendisine küfür ettiğini zanneder:
- Ben de sana bir milyon defa teşekkür ederim.  (Abdulkadir KOÇ)

100- ÇAYA DÖKTÜM
Rahmetli Hamdi Emmi çok sinirli, sevilen sayılan biridir. Geçimini çiftçilik yaparak sağlar. Gelen giden misafiri çok sever. Fakat gelen misafirlerden çaya, şekeri çok atan olduğu zaman çok sinirlenir, kendi kendine sohranır. Buna şahit olan oğlu Mehmet Ağabey babasını kızdırmak ister:
-Yav ağa bizde torba torba çay şekeri vardı, tüm çaya döktük, kızacağını bilsem çaya dökmeden sana getirirdim.
Hamdi Emmi kızar, bağırır:
- Lan gavurun oğlu o kadar şekeri götürüp çaya döktün ha!
(Not: Çay, küçük dere yatağından akan su) (Abdulkadir KOÇ)

Yorumlar