550 Kayseri fıkrası / 1000 Kayseri Fıkrası


501. AT ÇALARKEN ŞEHİT OLMUŞ 
Bir mecliste herkes soyundan sopundan bahsederken Avşar Ahmet dayanamamış: 
-Bana bakın emmiler! Benim dedem Çanakkale’de öldü, onun gardaşı Arıburnu’nda ölmüş. Dedemin babası Cihan Harbinde Hicaz’da ölmüş. Bunlar uzaktakiler. Yakından haber ver derseniz, abiyim de Kurt Kulağı’nda Çerkez’den at çalarken şehit olmuş! (Ziya Şahin) 

502. KÖPEĞİN GÖZÜNÜ KAYNAK ALMIŞ 
Bir gün Avşar Ahmet, emmilerden birini ziyarete gider. Akrabası olan şahıs Yıldırım Beyazıt Mahallesinde küçük bir dükkanda kaynakçılık yapmaktadır. Dükkanının arkasına kocaman kara bir it bağlamış. İtin boynunda kalın bir zinciri, arada bir kulübeden çıkıp dolaşıyor. Yürürken de önüne ne çıkarsa deviriyormuş. Avşar Ahmet sormuş: 
-Emmi gadası, bu itte bir hal mı var, ne? Tangır tungur her tarafı yıkıyor. 
Emmi cevaplamış: 
-Ne olucu dezze oğlu, ben burada kaynak yaparken kaynak, itin gözünü alıyor zağar. Dünyayı gördüğü yok zavallının. (Ziya Şahin) 


503. MİNAREYİ GÖRMESEYDİN AKLIN BAŞINA GELMEZDİ
Kayseri’nin gönül insanı Cemil Baba merhum, sabahları çarşıyı boydan boya gezermiş. Esnaflar ona saygı ve sevgi gösterirler, izzet ikramda bulunurlar, bu konuda da birbirleriyle yarışırlarmış. O sırada çarşıya yeni bir esnaf gelmiş. Cemil Babaya esnafın bu ilgisini yadırgamış. Cemil Babanın kılık kıyafetine bakmış, beğenmemiş. Kirlide keramet mi olur demiş. Yüzünü başka tarafa çevirip Cemil Babayı görmezlikten gelmiş.
-Şu kirliye herkes Cemil Baba deyip ayağa kalkıyor, diye de esnafı ayıplamış.
O gece adam rüya görmüş. Rüyada dört kişi adamı tuttukları gibi, bir Camiikebir’in minaresine, bir Kurşunlu’nun minaresine, bir Bürüngüz Camiinin minaresine çıkarmışlar ve “atalım mı aşağı” diye de adamı minareden sallandırıyorlarmış.Adam sabaha kadar ölüm kalım mücadelesi vermiş. Korkudan ölecekmiş neredeyse.
Sabahleyin kan ter içinde uyanmış, güç bela dükkanını açmış. Bakmış, karşıdan Cemil Baba geliyor. Hemen koşup sarılmış:
-Buyur baba bir çay, bir soğukluk ikram edeyim.
Cemil Baba, adamın yüzüne bakmadan:
-Minareyi görmeseydin, aklın başına gelmezdi le?  demiş. (Ziya Şahin)


504. KAYSERİ’YE LİMAN
Mecliste Kayseri Milletvekilinin hafif yollu şekerlediği bir sırada Trabzon Milletvekili konuşmasını yapıyormuş. Kayserili vekil, uyanmış ki Trabzonlu vekil kürsüden Trabzon’a bir şeylerin yapılmasını istiyormuş. Bizimki ne istediğini anlayamadığı için sıkıntıya girmiş. Trabzon’a bir şey yapılacaksa Kayseri’ye de yapılmalı diye düşünmüş. Söz alıp:
-Sayın vekilin Trabzon’a yapılacaklar hususundaki açıklamalarını takdirle karşılıyoruz, lakin bu konuda Kayseri’nin de ihmal edilmemesini istiyoruz.
Mecliste bir gülüşmedir başlamış. Vekil şaşırmış, ne oluyor gibisinden bakınırken Meclis Başkanının sesi duyulmuş:
-Sayın vekil, Kayseri’ye denizi getirdiğiniz gün söz veriyoruz, Kayseri’ye de bir liman yapılacaktır. (S.Burhanettin AKBAŞ)

505. HAMİDİYELİNİN İTİ Mİ OLACAĞIZ
Bünyanlı avcılar Uzunyayla’da ava çıkmışlar. İyi bir av oluyormuş Zamantı boylarında. Avcı, iyi bir sürüye denk gelmiş. Attıkça vuruyormuş. Kuşlardan bir kısmı Zamantı suyunun karşı yakasına düşmüş. Bu yakadakini toplamışlar ama öbür tarafa geçmek mümkün gözükmüyor. Bakmışlar ki karşı tarafta bir Çerkez duruyor. Ona seslenmişler:
-Ağa, şu kuşları bu tarafa at!
Adam hiç istifini bozmamış. Ne konuştularsa adamdan bir cevap alamıyorlar. Avcılardan biri söylenmeye başlamış:
-Ne Çerkez ekesiymiş be birader, kafanı bile çevirip yüzümüze bakmadın!
Adam bu lafın üzerine cevaplamış avcıyı:
-Bu yaştan sonra Hamidiyelinin (Bünyan) iti mi olacağız.
Kuşları atmadan çekmiş gitmiş yoluna. (S.Burhanettin AKBAŞ)

506. O DAHA ÖLMEDİ Mİ?
Bir gün öğrencimin birine babası Türkçe derslerine kim giriyor, öğretmeninizin adı ne diye sormuş. O da soyadımı hatırlayamamış:
-Seyit Burhanettin diye bir hoca giriyor baba, demiş.
Babası:
-Allah Allah, geçen türbesini ziyaret ettik, o ölmemiş miydi deyip kızının cevabını inandırıcı bulmamış. (S.Burhanettin AKBAŞ)

507. KAYSERİ’NİN MEŞHURLARI
Üniversitede okurken Osmanlıca dersi hocası ile aramız oldukça limoni idi. Bunun neticesinde Eski Edebiyat gibi Osmanlıcaya dayalı bir dersten yüksek bir ortalamayla geçtiğim halde Osmanlıca dersinden ders tekrarına kaldım. Bu alttaki derslere devam ederken hocayla aramızın bozuk olduğunu bilen çömez öğrenciler, benimle hoca arasında ters diyaloglar kurulmasını beklerler ve dersin kaynayışına sevinirlerdi.
Hoca bir derste Ökkeş diye bir öğrenciye takılıyor, her yörenin kendine has isimlendirmeleri olduğunu söylüyor. Karadeniz’de Temel, Elazığ’da Zülküf, Erzurum’da Zeçi, Maraşta Ökkeş diye anlatırken bir öğrenci:
-Kayseri’de en çok hangi isim kullanılıyor acaba? Burada Kayserili bir ağabey var, ona soralım mı, diye laf attı ortaya.
Hoca :
-Buyursun, dedi.
Ben:
-Kayseri’de Burhanettin adı meşhurdur, dedim.
Hoca alaycı bir şekilde:
- Yapma ya! Kayseri’de kaç tane Burhanettin sayabilirsin ki?
Ben:
-Mevlana’nın hocası Seyyid Burhaneddin, Kayseri-Sivas Beyi Kadı Burhanettin, bir de ben varım, yetmez mi? (S.Burhanettin Akbaş)


508. PAZARLIĞA GÖRE
Kayserilinin biri eşyalarını Haydarpaşa’dan karşıya geçirecek olur. Bir kayıkçı ile yirmi liraya anlaşırlar.
Kayserili:
-Bak oğlum der, eşyaların şunlar, yatak matak, karyola maryola, koltuk moltuk...
Sirkeci’ye geçince Kayserili çıkartır bir on liralığı adama uzatır. Kayıkçı:
-Efendi, biz yirmi liraya pazarlık etmedik mi?
Kayserili oldukça ciddi:
-Doğru, ben de pazarlığıma göre on lira veriyorum ya... Yatağı, karyolayı, koltuğu getirdin; matak, moltuk, maryola orada duruyor. Eşyaların yarısı geldi, yarısı kaldı. Ben de işte yarı parasını veriyorum.
Afallayan Karadenizli kayıkçı bakar ki işin içinden çıkılacak gibi değil, özür diler:
-Haklısın efendim, kusura kalma, benim cahilliğime ver!
(Mustafa Gümüşkaynak)

509. BİR İŞ, BİR KIŞ
Erkiletli Aşık Hasan çerçilikle uğraşırmış. Kış mevsimi gelince Erkilet’e dönmüş. Kışın sohbet odalarında insanlar sohbet ederler, vakit geçirirlermiş. Aşık Hasan, böyle bir odada sohbeti dinlerken sobanın sıcağının da etkisiyle uyuyakalmış. Odadakilerden biri aşığı uyandırmış:
-Hadi biraz da sen anlat, neleri seversin neleri sevmezsin, deyince, Aşık Hasan kısa bir cevapla da olsa sohbete iştirak etmiş:
-Bir işi sevmem, bir de kışı! (Yüksel Kalkan)

510. SENİN DÜŞÜNDÜKLERİNİ
Uzunyayla’da Çerkezlerin “voşör” dedikleri bir adetleri vardır. Birbirini seven gençler, bir odada oturup sohbet ederler. Bir kızın sevdiği oğlan, kızla aynı odadaymış ama oldukça üzgün görünüyormuş. Kız, oğlanın bu düşünceli halini merak etmiş:
-Hayırdır, niye bu kadar düşüncelisin, ne düşünüyorsun, demiş.
Oğlan da biraz tereddütten sonra cevaplamış:
-Senin düşündüklerini düşünüyorum, demiş.
Kız yerinden fırlayıp:
-Terbiyesiz, demiş ve oğlana bir tokat atıp çıkmış odadan. (Burhan GÜMÜŞ)

511. PITPIT MUHTAR OLDU
Darsiyak’ta (Kayabağ) bir Kara Hacı namında bir adam varmış. Kara Hacının yakın arkadaşlarından Cemal Dede vefat etmiş ve onun cenaze namazı kılınıyormuş. Namazdan sonra Kara Hacı, tabutu açtırıp arkadaşına şöyle seslenmiş:
-Eğer gittiğin yerde bizi sual edip haber isteyen olursa söyle. Pıtpıt köye muhtar oldu , varın gerisini siz düşünün de! (Mehmet ÖZET)

512. PITPIT’IN MESAİSİ BİTİNCE
Darsiyak’ta (Kayabağ) bir inek adamın birinin bağına dalmış ve bağını talan etmiş. Bağ sahibi de ineği yakalamış vermiyor sahibine. İneğin sahibi ile bağ sahibi neredeyse kavga edecekler. Bağ sahibi:
-Muhtarı çağıralım, muhtar hasar tespiti yapsın, bizi anlaştırsın, ben de senin ineğini vereyim, demiş.
Anlaşmışlar, muhtara haberci yollamışlar. Haberci durumu muhtara anlatmış. Muhtar da Pıtpıt namlı kişi imiş. Pıtpıt, elini saatine atıp şöyle bir bakmış ve demiş ki:
-Bugün saat beşi geçti, mesaim bitti. Yarını beklesinler, yarın hallederiz! (Mehmet ÖZET)

513. PİÇ MUSTAFA ÇARŞI AĞASI OLURSA
Kayseri’nin daha yeni belediye oldu yıllarda belediyeye zabıta alınması gerekiyormuş. O zaman zabıtaya çarşı ağası deniyor. Düşünmüşler taşınmışlar, zamanın namlı eşkıyalarından Piç Mustafa’yı zabıta yapmaya karar vermişler. Zabıtanın ne olduğunu bilmeyen Mustafa’ya anlatmışlar ne olduğunu. Mustafa, silahlığını girmiş, beline kamasını takmış, bir elinde değnek, dövmediği esnaf, dövmediği vatandaş kalmamış. Millet, kan ağlıyor elinden.
Zamanın ileri gelenlerinden birinin cenazesi kalkıyormuş. Cenazenin kaldırıldığı yere gelen Piç Mustafa, zengin adamın cesedine yaklaşmış ve şöyle demiş:
-Eğer orada Kayseri’yi merak eden varsa söyle, Piç Mustafa çarşı ağası oldu de, onlar memleketin ne halde olduğunu o zaman anlarlar! (Yüksel Kalkan)

514. HALO DAYI
Pazarören’in Kars Muhacirlerinden olan Halo Dayı, gençlerin şakalaştığı kişilerden biri imiş. Gençlerden biri Halo Dayı’ya bir muziplik hazırlamış. Ona demiş ki:
-Halo Dayi, sene bir şey diyecem, emme kimseye demiysen, söz veri misin?
Halo Dayı:
-Söz verirem, söyle ne diyesen?
Genç:
-Derim demesine de Halo Dayı, lakin kimseye demiyesen, yemin et.
Halo Dayı:
-Yemin ederem, hadi söyle ne diyesen?
Genç:
-Dayı kimseye demiyesen, bene şart et?
Halo Dayı kızar:
-Ülen bugüne kadar Halo Dayı, neyinizi kime demiştir? Şart olsun demiycem, hadi söyle ne diyesen?
Genç, Halo Dayının kulağına eğilir ve küfreder. Genç kaçar, Halo Dayı onun peşine düşer. Genç, kendi evlerinin önüne gelmiştir. Halo Dayı’nın peşinde koştuğunu gören gencin anası seslenir:
-Halo Dayı, ayıptır, bu çocuğu ne kovalisin.
Halo Dayı:
-Bak sen benim anamsin bacımsin, sen alınma ama bu anasini evradini bilmem ne ettigim bana diyemeycem söz etti! (Ziya Şahin)


515. İNCE HESAP
Trenin kompartımanındaki altıncı yolcu bir Kayserilidir. Diğer yolcular da ayrı ayrı kentlerin adamları. Eskişehirli olan yolcuya gelen bir kriz ölümüne sebep olur. Yolcular telaşlanır; herkes bir akıl verir. Kayserili ise elini yüzüne kor, acı acı düşünmeye başlar. Telaşlı yolculardan biri Kayserili’ye çıkışır:
-Eee... birader, düşünmenin sırası mı? Ne yapacağız bir akıl da sen ver!
Kayserili, soru sahibinin yüzüne tuhaf tuhaf baktıktan sonra:
-Nasıl düşünülmez be birader, şimdi bu ölen adamın tren bileti ne olacak? (Mustafa Gümüşkaynak)

516. OTOBÜS GERİ GERİ GİDER
Otobüste Kayserililerle alay etmek isteyen bir taşralı, yanında oturan çocuğa:
-Oğlum, sen nerelisin?
-Kayseriliyim.
-Alâ... Sana bir soru soracağım: Bilirsen biletlerin parasını ben vereceğim, bilemezsen sen öder misin?
Kendine güveni olan çocuk: “Kabul” der, sor.
Taşralı alaylı alaylı:
-Biletçi zile bir defa basınca otobüs kalkıyor; ikinci defa basınca duruyor; üç defa bassa ne olur?
Çocuk hazır cevap:
-Bunu bilmeyecek ne var, o zaman da otobüs geri geri gider!
(Mustafa Gümüşkaynak)

517. LİGORİNLER İLE YERLİLER
Kayseri’nin bir köyünde yapılacak muhtar seçimleri için paritililer propaganda faaliyetine girişirler. Köye ilkin filan partililer gider. Köy kahvesinde başlarlar nutuk çekemeye:
-Sayın Vatandaşlar! Bizim yerli tavuklar yılda üç ay mahalleyi ayağa kaldırıp şamataya boğarlar. Oysa ligorin tavukları yılın her günü folluğu doldurur; amma zavallıların sesini duyan olmaz. İşte bizim partimiz de ligorine benzer. Yılın her günü memlekette yeni hizmetler yapar; fakat yerli tavuklar gibi dünyayı şamataya boğmaz!
Konuşmalar bittikten sonra partililer köyden ayrılırlar. Arkasından köye falan partililer gelir. Parti sözcüsü karşılaştığı ilk köylüye sorar:
-Bizden önce köye gelenler oldu mu?
Köylü soru sahibini alttan yukarı süzdükten sonra:
-He ya ağam, ligorinler geldi. Yoksa siz de yerlilerden misiniz?
(Mustafa Gümüşkaynak)

518. ŞURDA VAR, ŞURDA YOK...
Atatürk’ün Kayseri’yi ziyaretlerinden biri, İbrahim Safa Bey’in Belediye Başkanlığına rastlar. Atatürk’ün şerefine verilen ziyafette sıra ile nutuklar çekilir. Sıra İbrahim Safa Bey’e gelir. İbrahim Safa Bey’in konuşma kabiliyeti kıt olduğu için söz almak istemezse de onu kendi haline bırakmazlar. İbrahim Safa, ayağa kalkar, bir iki sözden sonra konuşmanın arkasını getiremez. Gayet samimi bir jestle, elini önce kalbine, sonra da dudaklarına götürür:
-Paşam, kusura bakma, şurda var (kalbini gösterir), şurda yok. (dudaklarını gösterir)
(Mustafa Gümüşkaynak)

519. KAYSERİ’Yİ ÖVDÜN MÜ, YERDİN Mİ?
Behçet Kemal Çağlar’ın radyoda yaptığı illerin özelliklerinden bahseden seri konuşmaları sırasında Kayseri Milletvekili olarak bulunan Ömer Taşçıoğlu, şaire:
-Yeğen, bizim Kayseri’ye ne zaman sıra gelecek?
Behçet Kemal Çağlar:
-Amca, inşallah en kısa zamanda...
Kayseri’ye uzun zaman geçtiği halde bir türlü sıra gelmez. Bir ara Çağlar’la tekrar karşılaşan Taşçıoğlu eski sorusunu tekrarlar:
-Yeğen, ne oldu bizim Kayseri’ye?
Çağlar, mahcubiyet içerisinde:
-Gecikti ama amca bu hafta muhakkak.
O hafta Çağlar hakikaten radyoda konuşmasını yapar. Çağlar’ın konuşmasını Kayseri’de dinleyen Taşçıoğlu, ertesi gün Şaire çektiği talgrafta:
-Yeğen, konuşmanı dinledim, çok güzeldi, yalnız bir şeyi anlamadım: Kayseri’yi övdün mü, yerdin mi?
(Mustafa Gümüşkaynak)

520. DOĞUM GÜNÜ
Pınarbaşı yöresinde Kara İmam, Ramazan ayında köylülerin verdiği iftar ziyafetlerinden pek memnun kalır, yedikçe de yermiş. Bir akşam teravih namazı kıldırırken secdeye varınca büyük patlama ile gaz çıkarmış. Utancından camiyi hemen terk ettiği gibi, köyden de hemen uzaklaşmış.
Aradan on yıl geçmiş. Acaba köylüler bu olayı unutmuşlar mıdır, diyerek köyün yakınlarına gelmiş. Bir çocuğa sormuş:
-Sen kimin nesisin?
-Ahmet Ağanın torunuyum.
-Deden sağ mı?
-Dedem geçen sene öldü.
İmam sevinmiş, ihtiyarlardan biri gitti ise diğerlerinden de ölen olmuştur. Demek ki bu olayı unuttular diye düşünmüş. Bir başka çocuğa:
-Sen kimin nesisin, demiş.
-Mehmet Ağanın torunuyum.
-Sen ne zaman doğdun demiş.
Çocuk:
-Amca ben, Kara İmamın camide os...duğu gün doğmuşum, anam öyle diyor.
İmam şaşırmış. Kendi kendine:
-Ulan bu köylü bu olayı unutmaz. Baksana benim os....ruğu doğum tarihi bile yapmışlar. (Ziya Şahin)



521. BEN TÜRK ERMENİSİYİM
Atatürk’ün Kayseri’ye bir gelişinde şerefine verilen ziyafette mahalli bir saz ekibi de hazır bulundurulur. Ekipte keman çalan Agop adlı bir Ermeni de varmış. Agop ekibin aynı zamanda solisti imiş.
Sanata, folklora olduğu kadar dile de çok önem veren Atatürk, ağız özelliğinden solistin Ermeni olduğunu anlar. Söylediği bir Kayseri türküsünün bitmesini müteakip elini sert bir hareketle kaldırır, sorar:
-Sen Ermeni misin?
Atatürk’ün bakışları altında dudağı çatlayan Agop, kuruyan diliyle dudağındaki kanı yaladıktan sonra titrek bir sesle:
-Paşa hazretleri, ben Türk Ermenisiyim. (Mustafa Gümüşkaynak)

522. PASTIRMA ŞEYHİNİN OĞLU
Kayseri Mevlevi Şeyhi  Ataullah Efendinin oğlu Şemsettin Efendi, tahsilini tamamlamak üzere İstanbul’a gider ve Ahırkapı Medresesine girer. Bir gün Yenikapı Mevlevihanesinde rastladığı Yozgatlı Neyzen Salih Dede, konuşma biçiminden Kayserili olduğunu anlayarak Şemsettin Efendi’ye:
-Sen pastırma şeyhinin oğlu musun?
Şemsettin Efendi de cevabı yetiştirir:
-Sen, Yozgatlı Neyzen Deli Salih değil misin? (Mustafa Gümüşkaynak)

523. ÖKÜZ EŞİNİ BULDU
1952 yılı ocak ayında eşimle söz kesildi. Talaslıoğlu Hacı Ali Ağa, bunu işitmiş,sözlümü methetmiş, ertesi gün ben Adliyeye giderken bana rastladı ve dedi ki:
-Akşam söz kestiğinizi duydum, sözlünü çok övdüm, sizi tebrik ederim.
Ben de:
-Ayıp etmişsin Hacı Ali Emmi, bizim ne kötülüğümüzü gördün de beni övmedin, dedim.
O da:
-Sus gayri Cavidimiz, hiç övmez olur muyum? Öküz eşini buldu dedik. (Cavit Yeğenoğlu)


524. BİZİM EVDE ÜÇ TANE VAR
Hacılar nahiyesinin ileri gelenlerinden İsmail Ağa, şakacı bir adamdı. Kendisi üç hanımla evliydi . Yakın arkadaşı Talaslıoğlu Hacı Ali Ağanın eşinin cenaze merasiminde, Hacı Ali Ağa bir köşede sessiz gözyaşları dökerken İsmail Ağa ona yaklaşıyor ve diyor ki:
-Lan Deli Hacı Ali, niye ağlıyorsun? Bizim evde üç tane hanım var, yarın birisini sana gönderirim!
Duyanlar o hüzünlü ortamda gülüşmüşler. (Cavit Yeğenoğlu)

525. TATLI TATLI KAŞINMAK İYİDİR
Esat Ağanın sırtında bir ara sivilceler çıkmış, durmadan kaşınırmış. Bir gün gittiği kahvede, iflas etmiş bir ahbabı takılmak ister:
-Ne o Esat Ağa, uyuz mu oldun yoksa?
Esat Ağa sözünü çeker mi hiç:
-Senin gibi iflas edip acı acı düşününceye kadar, uyuz olup tatlı tatlı kaşınmak daha iyi... (Mustafa Gümüşkaynak)

526. VALİ PAŞA GÜBRELEDİ
Vali Nazmi Toker, bir gün bahçecileri toplar, şehir içindeki bahçelere gübre dökmemelerini, sinek üretilmeye sebep olunduğunu söyler. Valinin bu emrine Bahçeci Şıh Ahmet Ağa itiraz edecek olur. Ağzının pek okkası olmayan vali, bu itiraz üzerine başlar okkalıyı savurmaya:
-Senin bahçeyin de, gübreyin de, alacağın mahsulün de...
O gece oturmada Şıh Ahmet Ağadan bir komşusu bu yıl bahçelere kaç yük gübre dökeceğini soracak olur. Şıh Ahmet Ağa, gündüzkü yediği sıkıyı dile getirircesine:
-Ağa, bu yıl bahçelere gübre atmayacağım. Allah kendisinden razı olsun Vali Paşa gübreledi. (Mustafa Gümüşkaynak)

527. İT SÜRÜ, PARA KAZAN
Kayseri’ye gelen bir taşralı, bindiği arabanın sürücüsüne:
-Yahu... sizde eşek boyar satarlarmış, sen neden arabacılık yapıyordun?... diyecek olur.
Arabacı kamçısını şaklatırken oturtur lafı yerine:
-Efendi, bizde âdettir; kârın ayıbı olmaz: İt sürü, para kazan.
(Kazım Yedekçioğlu)

528. ŞURDA TUTTUM, ŞURDA İŞETTİM
İnnecioğlu’na bir köylü gelir derdine em (çare) diye tavsiye edilen “Şeytan sidiği” ister.
Saf köylüye birinin muziplik yaptığını anlayan İnnecioğlu, işi hiç bozuntuya vermez, oradan aldığı bir şişeye, dükkanın dibinde işer, getirir.
Şişeyi eline alan köylü:
-Sidik de daha ılıkmış diyecek olur. Kurnaz İnnecioğlu hiç oralı olmadan:
-Hadi, kaderin varmış, işin rast gitti. Şeytanı şurda tuttum, şurda işettim. (Kazım Yedekçioğlu)

529. ALLAH BİZİ BÖYLE YARATMIŞ
Taşçıoğlu’nun Hacı Mehmet Ağa, etlik için aldığı ineği kessin diye Çakmakçı’yı evine gönderir. Ağanın zorlu bir de karısı varmış, kapıyı Çakmakçı’ya o açmış. Çakmakçı ineği kesmiş, yüzmüş, pastırmalığı, sucukluğu ayırt etmiş; yapılacak işleri hep yapmış. Etçilik daha çok Ermenilere mahsus bir iş olduğu için genellikle kesim işlerini onlar yaparlar. Türk kadınları da Ermenileri erkek yerine koymadıkları için onlardan örtünüp kaçmazlar. Ağanın karısı da Çakmakçı’yı Ermeni sanarak elini, yüzünü örtmemiş. Kadının bu sakınmazlığından tabii Çakmakçı memnun. Sezdirmeden yeteri kadar göz kirasını almış; hatta bir ara derisini yüzerken ineğin bir bacağını kadına tutturarak bir iyice daha seyretmiş. Bir ara kadın şüphelenir gibi olmuş sormuş:
-Sen Ermeni misin, Türk müsün?
Çakmakçı, bu tepeden inme sual karşısında iki cami arasındaki beynamaza dönmüş, şaşırmış, “Türküm” dese kadına bakmaktan mahrum olacak; “Ermeniyim!” dese dinine zarar olacak. Ne desin? İşi bozuntuya vermeden:
-Allah, bizi de böyle yaratmış!
Kadıncağız bu cevap üzerine yine hiçbir şeyin farkında olmamış. Akşam geldiğinde Ağa, Çakmakçı’nın hınzırlığını öğrenince karısına:
-Kız, Allah senin cezanı versin. Herife kendini iyice seyrettirmişsin. O, Ermeni değil; meşhur kasap Çakmakçı.
Tabii iş işten geçmiş. Birkaç gün sonra Çakmakçı, kesim parası almak için dükkana uğrayınca,
Ağa:
-Ulan Çakmakçı, benim avrat seni Ermeni sanmış, kaçmamış; sen de iyice seyretmişsin, alacağın olsun hınzır herif, der.
Çakmakçı bu hakaretin altında kalır mı, hiç? Eliyle şöye bir “Boooov...” çektikten sonra:
-Demek o senin avradın mıydı, ben de onu hizmetçi sandımdı, demiş. (Kazım Yedekçioğlu)


530. SUMAK TÜCCARI
Kayserilinin biri Ankara’ya bir kamyon sumak getirmiş. Kayserilinin yükünün sumak olduğunu öğrenen Ankaralılar:
-Kardeşim burası Kayseri değil, burada sumağı bilmezler, kimse de almaz. Boş yere getirmişsin, şimdi Kayseri’ye git, orada sat, diye akıl vermiş. Kayserilinin inadı tutmuş:
-Yok ağa ben bunları burada satmadan şurdan şuraya gitmem.
Kayserili, Ankara’daki büyük dükkanların önüne gelmiş, çevredeki çocukları toplamış.
-Çocuklar, şimdi ara ara şu dükkana girip sumak var mı, diye sorarsanız, size birer lira var, demiş.
Çocuklar ara ara dükkana girip sumak soruyorlarmış, tabii “yok” cevabını alıp çıkıyorlarmış. Bir süre sonra Kayserili, dükkana girmiş.
Dükkancıya:
-Selamünaleyküm, Kayseri’den sumak getirdim, size lazım mı, demiş.
Dükkan sahibi de:
-Vallahi iyi geldin. Bu günlerde soran çok, sende ne kadar sumak var?
-Bir kamyon.
-Yarısını buraya boşalt.
-Tamam kardeşim.
Diğer yarısını da aynı numarayla başka bir dükkana boşaltmış. Kayseri’ye dönecek artık, bir de şu Ankaralı arkadaşa bir uğrayım demiş.
Ankaralıya demiş ki:
-Hani, Ankaralılar sumak bilmezdi, hepsini sattım işte.
Ankaralı hikayeyi dinleyince Kayserilinin aklına şaşıp kalmış:
-Vallaha ömürsün, şimdi o dükkanlara sumak soran bir Allah’ın kulu var mıdır acaba?   (S.Burhanettin AKBAŞ)

531. ONLARA DA YAKIŞIYOR
Nuri Efendi Hoca, bir vaazında konuyu kısa eteğe getirir ve “Çocuklarınıza kısa etek giydirmeyin” der. Hoca’nın bu öğüdüne sinirlenen cemaatten biri “Hoca Efendi... senin torunların da kısa etek giyiyor” diye çıkışır. Hoca Nuri Efendi, sesin geldiği tarafa başını çevirerek cevabı verir:
-Doğrusu o ömrü kesilesicelere de yakışıyor!... (Mustafa Gümüşkaynak)

532. KENARA ÇEKİLİR MİSİNİZ PAŞAM?
Mustafa Kemal Atatürk, bir Kayseri ziyaretlerinde Kayseri Lisesi’ne uğramış. Öğretmen Meliha Uğur, o sırada derstedir ve Atatürk Meliha Öğretmenin dersine girer. Atatürk dersi dinlerken yanındakiler büyük bir dikkatle Milli Şefin etrafında pervane olmaktadırlar. O sırada Öğretmen Meliha Uğur’un sesi duyulur:
-Kenara çekilir misiniz paşam, çocuklar tahtayı göremiyor.
Mülki erkan bir anda buz gibi olmuş, Atatürk’ün öfkeleneceğini sanmışlar. Bu söz Atatürk’ün çok hoşuna gitmiş ve Meliha Öğretmeni takdir ettiğini beyan eden sözler sarf etmiş. (Hakan Gedikli)

533.BİR SİMİDE SANA SATTIM
Bir zamanlar yerde alıp gökte savuran, vaktin Deli Ferik namıyla maruf Kayseri Mutasarrıfının önünü kesip iki gün içinde memleketi terk ettiren, İzmir’de idamlık bir mahkumu zaptiyelerin elinden alıp kaçırdığının hikayesi dillerden dillere dolaşan Samatlıoğlu, son zamanlarında çok sıkıntılı günler geçirmiş. Bir gün, bir yeni yetme:
-Emmi, şu senin eski delikanlılığından bize biraz behsetmez misin?
Samatlıoğlu derin bir göğüs geçirdikten sonra:
-Hepsini sana bir simide sattım. Sen bana şurdan bir simit al, der.  (Kazım yedekçioğlu)

534.ELİNE, DİLİNE, YELİNE SAHİP OL
Kozanoğlu, Develioğlu’nun kızına dünür düşer. Develioğlu’na gelen dünürcüleri Ağa:
-Gönlü olursa ne âlâ, bir de ona varın diyerek kızına gönderir. Kızın gönlü olmaz:
-Kaldım kaldım da, dağın eşkıyasına mı kaldım, der. Bu söz Kozanoğlu’nun kulağına değer; adamlarına:
-Bundan sonra Adana’dan Develi’ye, Develi’den Adana’ya gelip gidenleri yakalayacak, eziyet edeceksiniz, der.
Adamları, Kozanoğlu’nun emrini yerine getirir, yolda belde yakaladıklarına, dünyayı başlarına dar edenler. Eziyetlerden halk o kadar bizar kalır ki, bu işlerin başlarına hep Ağanın kızının yüzünden geldiğini, buna bir çare bulmak gerektiğini kendi aralarında konuşurlar. Nihayet bir heyet halinde Kozanoğlu’na ricacı gitmeye karar verirler. Heyete Seyrani’yi de alır, bir gün yola çıkarlar. Ne konuşacaklarını aralarında kararlaştırırlar, nihayet heyet Kozanoğlu’na varır, huzura kabul edilir.
Gelirken kararlaştırıldığı halde söze ilkin başlayacak olan Kozanoğlu’nun huzurunda ağzını açmaz, susar. Bir süre devam eden sessizliği Seyrani’nin ayağa kalkması bozar. Seyrani sofanın bir başından bir başına gider gelir. İkinci seferinde sofanın ortasına gelince sesli olarak yelleniverir. Huzurunda böyle saygısızlığa, münasebetsizliğe Ağanın haklı olarak göstereceği tepkiye fırsat bırakmayan Seyrani birden dikleşir:
-Ağa, bağışla, bu iş Kozanoğlu eline, Develioğlu diline, Seyrani de yeline sahip olursa hallolur der. (Kazım Yedekçioğlu)

535. SEVKİYAT MEMURU İMİŞ
Cins diye beslediği tazısını Pire Mehmet, bir kış günü arkadaşınınkiyle birlikte tavşan avına çıkarır. Arkadaşlarının tazısı bir tavşan yakalayıp getirdiği halde, Pire Mehmet’inki hiçbir şey yakalayamaz. Arkadaşları, kendisiyle alaya başlayınca Pire Mehmet:
-Avradını bilmem ne ettiğimin malı, sevkiyat memuru imiş meğer! Tuttuklarını dağa teslim edip geliyor. (Kazım Yedekçioğlu)

536.SITMA, BU İTİ TUTMA
Muhaddisoğlu Mehmet Efendi Hoca’dan sıtmalı bir tanıdığı, bir muska ister. Hoca, aydın bir kişi. Böyle şeylere karşıdır. Ama, hastanın ısrarlı yakarışına dayanamaz. Eline geçirdiği kağıda bir şeyler yazıp adama verir. Hasta, muşambaladığı kağıdı boynuna asar; olacak ya, sıtması da kesilir. Merak edip bir gün muskayı açarlar, bakarlar ki ne görsünler? Mehmet Efendi Hoca:
-Sıtma, bu iti tutma! Diye yazmış muskaya. (Kazım Yedekçioğlu)

537. DİBİNE CEREK YETİŞMEZ
Merkezin Şükrü Efendi ile Seyitzade merhum bir sokaktan geçerken önlerine bir kadın çıkar:
-Hoca efendiler, bir müşkülüm var; hanginiz daha derinseniz ondan sual edeceğim.
Merkezin Şükrü Efendi, kadına konuşma fırsatı vermez, cevabı yapıştırır:
-Kadın, şu Hoca Efendi öyle derin, öyle derin ki dibine cerek yetmez, ona sor.  (Kazım Yedekçioğlu)

538. MARİFET EHLİNİN ELİ ÖPÜLÜR
Develioğlu Ahmet Bey’in sayfiyesi Erkilet’tedir. Atına biner, tüfeğini kucağına alır, av arayarak bağın yolunu tutarmış. Şehir dışında bir tarlanın simsiyah sığırcık sürüsü ile kaplandığını görür. Atından iner, çifteyi arka arkasına patlatır, ama yerde bir tane sığırcık kalmaz, hepsi uçar gider.
Orada olayın şahidi olan bir adam koşar gelir, Ahmet Beyin elini öpmek için eline sarılır. Ahmet Bey:
-Bayram değil, seyran değil, tanışmıyoruz, niçin elimi öpeceksin, diye sorduğunda adam:
-Amca, siz kerametli bir zatsınız, o kadar saçmayı sığırcık sürüsünden birine değdirmeden aralarından nasıl geçirdiniz? Böyle marifet ehli olan bir adamın eli öpülmez de kimin eli öpülür? (Cavit Yeğenoğlu)

539. GEL SENİ İSTİYORLAR
İstanbul’da yaşayan bir Kayserili akrabalarını ziyarete gelir. Çorakçılar mahallesine eşek kiralamaya gider. Bu semt kiralık eşeklerin bulunduğu mahalledir. Adam sorar soruşturur, kiralık eşeği bulunan bir evi öğrenir. Kapı aralığından avluda iş gören bir hanım görür, bir günlüğüne eşeklerini kiralamak istediğini söyler. O yörede kadınların böyle şeylere karışması hemen hemen imkansızdır. Evde erkek kişi varken, kadının sözü geçmez.
Eşek kiralamak isteyen:
-Eşeğiniz var mı, diye soruyu tekrarlar.
Kadın da kocasına şöyle seslenir:
-Gel seni istiyorlar. (Cavit Yeğenoğlu)


540. HAKKINDA HAYIRLISI BÖYLEYMİŞ
Lazoğlunun Ali Ağa, yanında kendi takımından birini alarak Ürgüp taraflarına bir kiliseyi soymaya gider. Kilisenin her tarafını iyi bilen bir de Vasili ismindeki Ermeni’yi alır. Soyguna Hayık da ortak edilir. Üçü birlikte gece yarısı kilisenin damına çıkarlar. Hayık, yol yordam gösterir. Ali Ağa, Vasili belinden bağladığı iple aşağı sarkıtır. Vasil, kilisede eline geçirdiği, altın şamdan, buhurdanlık vesaireyi iple yukarıya gönderir. Alacak bir şey kalmayınca sıra kendine gelir. Beline ipi bağlar, “Tamam” diye tekmil haberini verir. Yukarı çekerlerken yarı yere gelince Vasil seslenir:
-Ali Ağa, şamdanın biri benim ha!...
Kafası kızan Ali Ağa, belinden çıkardığı palayı ipe hafifçe bir dokundurur. Vasil tepesi üstü yeri boylar. Ne var ne yoksa ordan ele geçirdiklerini toplar, yola koyulurlar. Gün ışırken Kayseri’ye gelirler. Yolda gelirken arkadaşı, korku belası ağzını açıp da Ali Ağa’ya bir şey söyleyemez.
Şehre yaklaşıp da tek tük adam gözükmeye başlayınca onların varlığından cesaret alan Hayık duramaz, içindeki uhdeyi açığa vurur.
-Ali Ağa, Vasil de iyi oğlandı, diyecek olur.
Ağız kapamanın erbabı olan Ali Ağa, birden döner, amir sesle:
-Sesi kes ulan, hakkında hayırlısı böyleymiş, der.
(Kazım Yedekçioğlu)

541. ÖLÜ SAHİBİ NERDESİN
Büyük anasının öldüğü haberi gelince Hacı Melek şehirden birkaç ahbabını da alarak Belbaşı’ndan cenazeyi getirmeye varır. Ölüyü kilime sarar, bir merdivene bağlayıp, omuzlarlar. Gelirken yolda bir eşeklinin arkasından yetişirler. Cenazeyi görünce adam hayvanından atlar, salacaya yapışır, Hacı Melek de fırsat bu fırsat diyerek adamın eşeğine atlar ve “dahh!” der. Adam beş on dakika cenazeyi götürür, bakar ki ne “yoruldun” diyen var, ne “biraz değişelim” diyen. Seslenmeye başlar:
-Ölü sahibi!...
Hacı Melek hiç oralı olmadan, habire eşeğini nodullar uzaklaşır. Dermanı tükenen adam bu defa başlar yüksek sesle bağırmaya:
-Ölü sahibi!... Nerdesin, hey avradını bilmem ne ettiğim!... Omuzum kırıldı yetişsene!... (Kazım Yedekçioğlu)

542. TEK AYAĞIMIN ÜZERİNDE YER İÇERİM
Büfe Sahibi, çoğu genç olan müşterilerinin uzun uzun oturup büfeyi işgal etmemeleri için bir yöntem bulur. Duvara Ayran, limonata, Coca Cola oturarak 50 TL, ayakta 30 TL gibi yazılar yazmış. Bunu okuyan Orhan Tarakçıoğlu, büfeciye yaklaşmış yavaşça:
-Bir tostla bir ayranı tek ayağım üzerinde yer ve içersem ne vereceğim, demiş! (Cavit Yeğenoğlu)

543. KERİMAN HALİS GÖRÜNÜR
Orhan Tarakçıoğlu’nun muhterem eşi ile nişanlandığı yıllar. Nişan, aile efradı arasında kısacık yapılmış. Ertesi günü nişanı duyan arkadaşları tebrikten sonra sormuşlar:
-Allah’ını seversen doğru söyle, nişanlın güzel mi, çirkin mi?
Orhan, soruyu yöneltenlere gallavi bir küfür savurduktan sonra:
-Ulan böyle soru olur mu? Herkesin nişanlısı kendine Keriman Halis (bir zamanların güzellik kraliçesi) görünür. (Cavit Yeğenoğlu)

544. ADAM GİBİ GİYİNMEZSEN...
Bir zamanlar Kayseri’de zenginler, zenginlikleri belli olmasın diye üstlerine başlarına pek dikkat etmezlerdi. Ispanakçı Hacı Mehmet Ağa da bunlardan biriydi. Ağa, Kayseri’ye ilk defa betonarme  üç katlı, altı daireli bir apartman yaptırmak ister. Zamanın Kayseri Valisi Nazmi Toker, aynı zamanda belediye başkanlığı yapmaktadır. Proje elinde, Ispanakçı Mehmet Ağa huzura alınır. Nazmi Toker, projeyi tetkik eder, bu binayı kim yaptıracak diye sorar. Hacı Mehmet Ağa “Bendeniz” diye cevap verince, üstü başı perişan, ayağında ayakkabı olmayan Ağaya, Vali Toker şöyle der:
-Ulan, hemen gidip üstüne başına elbise, ayağına ayakkabı almazsan, sana ruhsat verenin... (Cavit Yeğenoğlu)

545. DAYINI DA TAY’INI DA BİLMEZSİN
Çellav, sık sık gidip geldiği köyde daima misafir kaldığı evin sahibi ile teklifsizleşir, dayı-yeğen olmaya karar verirler. Çellav, köylünün yeğeni , köylü de Çellav’ın dayısı olur.
Bir gün köylü Dayı’nın bir işi çıkar, Kayseri’ye gelir. Arar sorar, yeğeninin evini bulur. Pencere önünde oturan Çellav, köylü dayısının geldiğini görünce çocuklarına kendisini “Evde yok” dedirtir. Fakat, dayısı işi çakar.
Aradan bir zaman geçer. Çellav’ın yolu harman vakti gene o köye düşer. Dayısına misafir olur. Dayısı yine aynı eski yakınlık ve sevgiyle yeğenini karşılar, ağırlar. Fakat yeğeninin içinden çıkmayan oyununa karşılık, kendisi de bir oyun hazırlar. Herkesin uykuya vardığı bir saatte usulca kalkar, Çellav’ın atını serbest bırakır. At, sağa sola gezinirken kağnının yanında yatan sahibinin yanına kadar gelir. Onu koklar. Çellav korkuyla uyanır ve canavar zannıyla silahını ateşler ve atını vurur. Silah sesine dayı koşar gelir, artık taşı gediğine koyma zamanı gelmiştir:
-Bire yeğen, bu nasıl iş böyle? Şehre varırım dayını bilmezsin, köye gelirsin tayını bilmezsin!... (Mustafa Gümüşkaynak)

546. UTANMADINIZ MI DÖRT ADAM?...
Gavremoğlu’nun Kadir Ağa çatal görürmüş. Bir gün oturmada bulunanlar arasında bu konu tartışılır. “Biri iki görürdü, görmezdi” derken iş iddiaya biner. Sınamak için iki kişi ellerine fener alır, geç vakit Kadir Ağanın evine varırlar. Meseleyi lisan-ı münasiple Kadir Ağaya anlatmak isterler.
Kadir Ağa bunları dinler:
-Utanmadınız mı, dört adam dört fenerle bunun için buraya gelmeye? (Mustafa Gümüşkaynak)


547. SİZİN KABİLENİN DE, BİZİMKİNİN DE...
Bir yağmurlu günde pencere önünde dışarıyı seyreden Cıngıllıoğlu’nun Nuh Mehmet Ağa, Esat Ağanın sokaktan geçtiğini görür. Hemen cama vurur, eliyle de “Dur, geliyorum!” işareti yapar.
Esat Ağa durur, bekler, aradan beş dakika geçer, on dakika geçer Nuh Ağa görünmez. Esat Ağa sabırsızlanır kapıyı çalmaya başlar. Bir süre de böyle vakit geçer. Bu arada yağmur da başlar ve Esat Ağanın iliklerine kadar işler. Tam gitmeye karar verdiği sırada kapının arkasında saklanan Nuh Ağa kapıyı şöyle bir açar, başını uzatır:
-Esat Ağa, sizin kabile mi soyak, bizim kabile mi soyak,  diye sorar.
Zaten canı burnuna gelmiş olan Esat Ağa ağzından baklayı çıkarır:
-Sizin kabilenin de, bizim kabilenin de...
(Mustafa Gümüşkaynak)

548. DÖRDÜNCÜ VARTAN KEYİŞ
Esat Ağa tavlaya çok düşkünmüş. İyi de oynar, herkesi yenermiş. Oyunun en can alıcı yerinde biri, mahsustan  münasebetsiz bir şeyler söyler, Esat Ağayı kızdırır, oyunu kaybettirmek istermiş. Her zaman olduğu gibi Cıngıllıoğlu’nun Nuh Ağa ile bir gün yine tavlaya tutuşmuş, zar atıyormuş. Öyle bir durum hasıl olmuş ki Esat Ağa oyunu kazanmak üzere. Nuh Ağa, her zamanki taktiğini kullanmaya karar vermiş. Yanında oturana:
-Bugün ağalardan biri kurnaya sızmış.
Kendisi ağa sülalesinden olduğu  için derhal bu laftan alınan Esat Ağa, zarları tavlanın ortasına bırakmış, başlamış ailesinden on göbek geriye doğru, gelmiş geçmiş ağaları parmağıyla saymaya...
Arkasından da Cıngıllıoğlu sülelesinin geçmişlerini saymaya başlamış Nuh Ağadan başlayarak. Bir, iki, üç diye sayarken dörde gelmiş, durmuş:
-Dördüncü Vartan Keyiş...  (Mustafa Gümüşkaynak)


549.RÜYAMI ANLATIYORDUM
Avradın Hasan Ağadan Ermeniler çok çekinirlermiş. Vurucu takımından olduğu için Hasan Ağanın cep harçlığını filan hiç ihmal etmezler, fakat kendi aralarında diş gıcırdatmadan, gıyabında atıp tutmadan da geri durmazlarmış. Hasan Ağaya diş geçirmeye gücü yetmeyen Ermenilerden Haçatur, bir gece sokak üstündeki odasında karısına:
-Bugün Avradın Hasan’ı yakasından tuttum, ulan, bizim mahallede seni bir daha görürsem şöyle yaparım, böyle ederim...
diye övünüyormuş. Hasan Ağa da meğer konuşulanları pencerenin altında dinlermiş. Ermeni daha sözünü bitirmeden Hasan Ağa dışarıdan:
-Ulan Haçatur!... diye seslenince neye uğradığını şaşıran Haçatur, Hasan Ağaya:
-Valla, canını yediğim Hasan Ağam, bizim Mari’ye dün geceki rüyamı anlatıyordum, demiş. (Mustafa Gümüşkaynak)

550. KİM DER Kİ MÜSLÜMAN HOCASI...
Alnıyarık İbrahim Efendi, vaktiyle vaaz vermek için Sivas’a gidip gelirken Gemerek’te birkaç gün mutlaka kalır, bir iki vaaz verirmiş. Seferberlikten önce yine böyle bir yolculukta Gemerek’te misafir kaldığı ev sahibi:
-Aman Hoca Efendi, köyümüzde bizimkilerle Ermenilerin arası çok açıldı. Kan dökülecek. İki taraf da birbirlerine diş biliyor. Yarın bir vaaz etsen de, biraz yola getirsen halkı.
Hoca Efendi “hay hay” diye muvafakat etmesi üzerine haber halka duyurulur. Saatinden  önce Müslüman, gayrimüslim halk camii doldurur. Hoca öyle tesirli bir vaaz eder ki iki cemaat da hoşnut kalır.  Hıristiyanlar, Hocayı akşam yemeği için birbirlerinden paylaşmazlar. Nihayet birinin misafiri olur. Yemekten sonra oda Ermenilerle dolar taşar. Hoca, bu fırsattan da faydalanarak Kuran’dan “Meryem” suresini okur, mana verir, tatlı tatlı anlatır. Ağzı açık Hocayı dinleyenlerden bir Ermeni kadının, konuşmalar öyle hoşuna gitmiş ki, Hocaya bakar bakar da:
-Vıyy, kim der ki Müslüman hocası diye, yazık papaz olacağın biriymiş!...   (Mustafa Gümüşkaynak)

Yorumlar