50 tane KAYSERİ FIKRASI


1- ON BİN LİRAYI GÖRDÜ 

Kayserili bir hayvan tüccarı ineğini satmak için pazara  götürür. İnek ahırdayken ineğin gözü önünde on bin lirayı sayıp cebine koyar. Pazarda ineği on iki bin liraya satmak isteyen tüccara derler ki: 
-Bu inek on iki bin lira etmez. 
Kayserili yemin eder: 
- Vallahi de billahi de bu inek sabahtan on bin lirayı gördü. (Yaşar ACAR) 


2- YE YE YE YEDİ 
Bir köyde üç arkadaş askerlik yoklamasında Kayseri Hava İndirme Alayına komando olarak yazılmak isterler. Bunları yetiştirmek için aynı yere almışlar.  Az bir yükseklikten paraşütle atlama taliminde komutan bu üç askere der ki: 
-Oğlum uçaktan atlar atlamaz paraşütün düğmesine sakın basmayın içinizden ona kadar sayın ondan sonra düğmeye basın. 
Bunlar talimde öğrendiler ya bu sayı sayma işini, sıra normal inişe gelince de uçaktan atlayınca sayı saymaya başlarlar ama birisi yere çakılır. 
Komutan askerlere der ki: 
-Gidin bakın bu askerimiz niçin yere çakıldı? 
Askerin yanına arkadaşları gelirler ki asker hala: 
-  Ye ye ye ye yedi , demektedir. (Yaşar ACAR) 

3- CİRİT ATLARI 
Kayserilinin biri Erzurum’da askermiş. Atları seven bu asker Dadaşköy’de  her Pazar günü oynanan ciridi izlemeye gidermiş. Karınları çekik, seke ayaklı cins atları hayranlıkla izliyormuş. 
Askerliğini bitirmiş ve aradan yıllar geçmiş. Kayserili artık seksen yaşına girmiş ve hastaymış. İki oğlu babalarına son isteğinin ne olduğunu sormuşlar. İhtiyar baba demiş ki: 
Oğul Erzurum’da askerken Dadaşköy’de cirit oynayanları izlerdim. O cins atlar hala gözümün tütüyor. Erzurum’a gidip o atları görmek istiyorum. 
Oğulları hasta babalarını alıp Dadaşköy’e götürmüşler. İhtiyar ciridi izler, bir de bakar ki o cins atlar yok! Cirit oyununda karınları şişmiş beygir türü atlar var. Duruma üzülen ihtiyar, yanı başlarındaki köy çeşmesinden küzeye* su dolduran yeni bir geline yaklaşır “Demek ki gelin de kocasından memnun değil”: 
Evladım bundan atmış sene evvel, ben burada askerken cirit oynayanları izlerdim, çok güzel cins atlar vardı. Şimdi o atların yerini beygirler almış, o atlar nerede? 
Gelin der ki: 
- Amca eskiden göğüsleri kıllı dadaşlar vardı ya, işte o atlara binip de gittiler. (Yaşar ACAR) 

4-ASKER ARKADAŞLAR 
Kayserili Mehmet Ağa Çanakkale’ye askerlik görevine gider. Orada Trabzonlu Cengiz ile aynı bölükte görev alır ve onunla tanışıp candan arkadaş olurlar. 36 ay askerlik süresince birbirlerine kenetlenir, kan kardeşi olmaya karar verirler. Derken askerlik bitiminde Mehmet Ağa memleketi Kayseri’ye, Cengiz de Trabzon’a döner. Aradan 25 yıl geçer, birbirleriyle sadece mektuplaşırlar. Cengiz Ağa bir gün Adana’ya giderken Kayseri’de inip ve askerlik arkadaşını ziyaret etmek ister ve arar sorar arkadaşının evini bulur. Hoş beşten sonra hal hatır sorulur. Cengiz Ağa, üç çocuğu olduğunu, bunların ziraatla (fındıkla) uğraştıklarını söyler. Kayserili Mehmet Ağa ise dört tane oğlu olduğunu, bunların ikisinin akıllı diğer iki tanesinin de  akılsız çıktığını söyler: 
-O nasıl oluyor? 
diye Cengiz Ağa sorar. Mehmet Ağa akıllı oğlanlardan birinin kundura dükkanı açtığını, diğerinin ise giysi dükkanı olduğunu: akılsızlardan  birinin ise öğretmen olduğunu, diğerinin de memur olduğunu söyler. Cengiz Ağa kızar! 
-Ulan sen nasıl konuşuyorsun, okuyan mı akıllı, okumayan mı? Ben bu işi anlamadım da, der. 
Mehmet Ağa : 
-Ticaretle uğraşanlar has Kayserili, okuyanlar ise Trabzonludur 
der. (Dursun KIZILIŞIK) 

5- KAYSERİLİ İLE ŞEYTAN 
“Kayserili şeytan gibi zekaya sahip”, “şeytana pabucunu ters giydiren Kayserilinin yanında şeytanın lafı mı olur”,  sözleri şeytanın kulağına sık sık çalınmaya başlayınca, bu sözleri içine sindirememiş. Şeytan, Kayserili biri ile ortak arazi ekmeyi planlar. Şeytan der ki kendi kendine: 
Göreceğiz bakalım, şeytan mı daha kurnaz, Kayserili mi? 
Ve gün gelir Kayseriliye sözü açar: 
-Seninle ortak bir pancar ekelim 
deyince Kayserili: 
-Hay hay ekelim, demiş.   
-Ama her şey ortaklaşa yapılır. Tarlalar sürülür, tohumu, gübresi hasat zamanı beklenir. Şeytan bu ya duramaz işte: 
-Sayın Kayserili arkadaş, bak pancar yeşerdi, yaprakları koca koca oldu. 
-Seninle bir pazarlığa girelim. Üstü benim olsun toprağın altta kalanı da senin olsun, ne dersin? 
-Tamam, ortağıma saygım ve güvenim sonsuz. 
Yeşil yapraklar büyüdükçe  şeytanın da yüzü gülüyormuş.  Gün gelmiş, mahsul kaldırılmış. Tüm yaprakları şeytan alırken  toprak altındaki pancarı da Kayserili almış. Kayserili, pancarı satmış bir sürü para alırken, şeytan kendisini aldatan o yeşil yapraklarla beş parasız kalmış. Ve yenilgiye doymadığı için: 
-Kayserili arkadaş seninle bir de buğday ekelim. Yalnız bu sefer toprağın altı benim demiş ve Kayserili de: 
-Peki üstü de benim, demiş. 
Gene yıl sonu gelmiş, gene şeytanda hüsran. Çünkü şeytan, buğdayın saplarını alırken Kayserili de buğdayın denelerini almış. Artık dayanamayan şeytan demiş ki: 
- Aman be Kayserili arkadaş pes benden. Senin namını duymuştum da inanmamıştım. Meğerse sen neymişsin be Kayserili, demiş... (Mehmet KONAK) 

6- AĞALARIN VESTİYERİ 
Tomarza’nın ileri gelen eşrafından 3-4 kişi şehir kulübünde bir araya gelerek imece usulü erzak alıp yemek yapmışlar ve içki masası kurmuşlar,başlamışlar içmeye. Bu sırada içeriye mahalle bekçisi girmiş ve onu da çağırarak masaya oturtmuşlar. Yiyip içtikten sonra sıra alınan erzakların ve içilen içkilerin paralarını toplamaya gelmiş. Eşrafın geleneğinde fakirin ve yoksulun kollanıp-gözetilmesi olmasına rağmen, masadaki giderlere bekçiyi de dahil etmek isteyince içlerinden biri itiraz ederek: 
- Fakirdir onu dahil etmeyelim. 
Giderleri toplamakta olan ilçenin ileri gelen eşrafı: 
- Mademki bu bekçi ilçenin ağası ve eşrafı değil, neden paltosunu ve şapkasını bizim paltoların asılı olduğu vestiyere astı? 
(Mevlüt Mürsel UZUN) 

7- CİGARA SARMA 
Avşar köylerinden birisine kız istemek için giden komşu köylüler, hoşbeşten sonra kızı isteyip de ayrılacakları an gelince, Avşar köylüleri dünürcülüğün hem olumlu sonucunu hem de samimiyetlerinin ileri derecesini ifade etmek için: 
Misafir gidici, tabakalarından birer cigara daha saralım 
diyerek fırsatçılığın tadını çıkarmış olurlar... (Mevlüt Mürsel UZUN) 

  8- SİYASİ MARKAJ 
1994’te yapılan mahalli seçimlere girilirken, belediye başkanlığına talip olan adaylar oyu biraz fazlaca olan seçmenlere markaj uygulaması yaparlar. 
Tomarza ilçe merkezinde Kürt Bedo adlı yaşlı bir amca var idi. Kendi çevresiyle epeyce oyları fazlaydı. Benim karşımdaki bir diğer partinin adayı, Kürt Bedo’nun oylarını elde edebilmek için ona hayli yakın olmuş ve sözünü de almış. Seçim günü gelip oylar sandıklara girmeye başlayınca bana rakip olan aday arkadaşım hemen Kürt Bedo’nun evine koşar. Eve girdiğinde Kürt Bedo’yu oyunu kullanmış ve yorganın altında, sırt üstü ayakları dikili vaziyette yatar görür. Gözleri oldukça az gören Kürt Bedo emmiye: 
“Bedo Emmi oyları ne yaptın,kullandın mı?” der. 
Soranı pek ayırt edememiş olacak ki: 
-Yavrum senin partiyin işareti garga mıydı, guş muydu? diye sorunca Aday arkadaş, parti ambleminin kuş cinsinden olmadığını söyler. 
-Eyvah, biz yakınlık gösterdik markaja aldık, yumurtayı başkasının takasına yumurtlamış, der. (Mevlüt Mürsel UZUN) 

9- AYRAN VE PEKMEZ KARIŞIMI 
Tomarza’da görevli 3-4 öğretmen tatil gününü fırsat bilerek şehir kulübünde oturup içki içmeye başlarlar. İçlerinden ikisi rakı içerken bir diğeri de şarap içiyormuş. Zaman ilerleyip de şakanın ve sohbetin koyulaştığı bir ana gelince içeri Pusatlı köyünden akılca özürlü olan Cafarın Musa  girer. Bu şahıs daha hayatında ne rakı ne de şarap görmüş. Öğretmenler Cafarın Musa’yı masalarına çağırmışlar. Masalarındaki mezelerinden yedirirken muzipliğine rakı ve şaraptan da içirmeye başlamışlar. Çakırkeyf olan Cafarın Musa bir duble rakı, bir duble şarap derken arka arkaya dolan kadehler Cafarın Musa’nın sarhoş olup boylu boyunca yere uzanıp yatmasına sebep olmuş. Gecenin geç vakti olunca kulüp işletmecisi ve öğretmenler Cafarın Musa’yı orada bırakarak kapıyı çekip giderler. Ertesi gün geldiklerinde, görürler ki Cafarın Musa içkinin sarhoşluğundan hala yerde yatıyor. Kaldırırlar, başını yıkarlar, kahvaltı ettirirler. İçlerinden birisi sorar: 
-Musa sana ne oldu böyle? 
Rakıyı ayran, şarabı da pekmez sanan Musa: 
-Pekmez neyse ne de, ayran benim anamı ağlattı, der... 
(Mevlüt Mürsel UZUN) 

10- HEM SUÇLU HEM GÜÇLÜ 
    Tomarza ilçesine bağlı Kömür köyünden Davulcu Kel Hacı bir gün kağnısına biner ve Tomarza yolu üzerindeki  öbek öbek toplanmış  dikenleri görür ve yüklediği gibi kendi köyüne getirerek düvenle sürüp hayvanlarına kes denilen yemi yapar. Tarlanın sahibi tarlasına gidince bir de ne görsün, topladığı dikenlerin yerinde yeller esiyor. Araştırma ve soruşturma sonucunda dikenleri çalanın Kel Hacı olduğunu öğrenir ve onu mahkemeye verir. Kel Hacı, sanık olarak mahkemede hakim karşısına çıkartılır. Hakim sorar: “Davacı olan şu adamın tarlasından toplanan dikenleri çalmışsın, ne diyorsun?” der. Kel Hacı ayağında çarık, bacağında yamalı şalvarıyla adeta göreni acındıracak bir kıyafetle takındığı büyük pişkinlik içerisinde hakime  “Hakim Bey, davacı olan bu adam bana gelerek tarlamdaki dikenleri temizle ve kenarda yak, karşılığında sana on çinik çavdar vereyim, dedi ve çavdarı vermediği gibi iftira ile beni mahkemeye verdi.” deyince, hakim davacı  adama dönerek:  “Şu biçare, zavallı insanın hakkını yemeye utanmıyor musun? Hem tarlanı temizletiyorsun, hem de emeği olan on çinik çavdarı vermiyorsun” der ve adamın  Kel Hacı’ya on çinik de çavdar vermesine karar verir. Mahkemeden süklüm büklüm çıkan Kel Hacı giderken kendi kendine söylenir:   “Ey Allah’ın kulu Kel Hacı, sende hiç din iman yok mu? Hem adamın dikenlerini çaldın, hem de adamı on çinik buğdaydan ettin!”  (Mevlüt Mürsel UZUN) 


11-MAĞARADAKİ DAVULCU-ZURNACI 
Tomarza çevresinin en usta davulcusu ve zurnacısı Köm köyünden Kel Hacı ile Nail Efendiydi. Bir gün bu iki usta başka bir köydeki düğünden dönerlerken yağmura yakalanırlar, ıslanmamak için yol üzerinde bulunan bir mağaraya sığınırlar. Biraz sonra bir de ne görsünler,   bohçalı bir kızla bir delikanlı mağaraya doğru gelmektedir. 
Davulcu ile zurnacı hemen  mağaranın karanlık bir köşesine saklanır ve gençlerin kendi aralarındaki konuşmalarını dinlemeye başlarlar. Konuşmalardan delikanlının  genç kızı yakın bir köyden kaçırdığı anlaşılır. 
Delikanlı bir ara: 
-Köyümüze vardığımız zaman hemen düğün hazırlıkları yapalım , davulcu ve zurnacı olarak da Kel Hacı ile Nail Efendiyi tutarak muhteşem bir düğün yapalım, 
der ve büyük bir coşkuyla aşka gelip: 
-Çal ulan Kel Hacı ile  Nail Efendi, 
diyerek nara atınca dip köşede saklanmış olan Kel Hacı ile Nail Efendi davul zurnayı gümbür gümbür öttürmeye başlarlar. Bir anda neye uğradıklarını bilemeyen gençler büyük bir şaşkınlık  içerisinde bohçalarını kaptıkları gibi köylerine doğru kaçmaya başlarlar. (Mevlüt Mürsel UZUN) 

12-ZEKA OYUNU 
Alışveriş için İstanbul’dan Kayseri’ye gelen Musevi iş adamı Simon, Tüccar Mehmet Ağanın evine misafir olur. Kayseri’de kaldığı süreyi Mehmet Ağanın evinde geçiren Simon’un gözü bir ara evin köşesindeki kediye yiyecek konan değerli  bir antika tabağa takılır. 
Simon kendi kendine: 
-Yahu şu Kayserilinin bilgisizliğine bak. Değerli antika tabağının kıymetini bilememiş olacak ki, bu tabakla  sokak kedisine yemek veriyor. 
Aklınca hemen kendi kendine tabağı elde etme planı yapar. Antika tabağı Mehmet Ağadan doğrudan doğruya istemenin yanlış olacağını düşünür. Önce  sokak kedisini alayım, sonra yiyecek koyma bahanesiyle tabağı da beraberinde isteyim der. Simon sabah kahvaltısını yapıp İstanbul’a doğru yola koyulacağı sırada: 
- Beslediğin şu ev kedisi ne kadar güzel ve cins bir kediymiş, hoşuma gitti bu hayvancağızı bana satar mısın? 
Kayserili sözüm ona gönülsüz bir eda ile: 
-Mademki hoşuna gitti, seni kıracak değilim ya, satayım. 
Amacı sünepe kediden ziyade antika tabağa sahip olmak  olan, Simon: 
İstanbul’da cam ve porselen tabakla bu hayvancağıza yiyecek verirsem belki gözleri bozulur, şu tabağını da sar da beraberinde götüreyim deyince, Kayserili zeka oyununu kazanmanın gururu ile: 
-Simon Efendi Simon Efendi , bugüne kadar kaç kedi sattımsa bu antika tabağın sayesinde sattım. 
Antika tabağa sahip olma hayali kursağında kalan Simon, köşeyi döndükten sonra sünepe kediyi sokağa bırakır ve Kayserilinin para kazanmadaki hünerini ve zekasını takdir eder.     (Mevlüt Mürsel UZUN) 

13- İRTİFA KAYBEDİYORUZ 
Bir uçakta,  99’u Laz, biri Kayserili, 100 kişi yolculuk 
yapmaktadır. Yolculuk sırasında uçağın motoru arıza yapar. Kaptan pilot: 
İrtifa kaybediyoruz, lütfen valizleri aşağı bırakın. 
Bütün valizler aşağı bırakılır. Uçağın arızası hala devam eder, koltuklar da aşağı atılır ve nihayet uçağın yer döşemesi de bırakılır, yolcular tavandaki korkuluklara tutunarak uçmaya devam ederler. 
Bu sırada kaptan pilotun sesi duyulur: 
Sayın yolcular bütün fazla ağırlıkları attık ama bir yolcunun ağırlığı maalesef fazla geliyor. İçinizden biri fedakarlıkta bulunsun. 
Buz gibi bir hava eser, herkes susar. Uzun bir aradan sonra Kayserili seslenir: 
-Arkadaşlar hepiniz akrabasınız, birbirinizden ayrılamazsınız,ben aşağı atlıyorum. 
Bütün yolcular büyük bir sevinçle Kayseriliyi alkışlamaya başlar. 
(Ali HASDAL) 

14- FABRİKANIN SAHİBİ DE... 
Kayserilinin biri iş için Amerika’ya gitmiş. Hazır buraya kadar gelmişken, uzun yıllardır görmediği ve Amerika’da yaşayan arkadaşımı da ziyaret edeyim demiş ve yanına gitmiş. Başlamışlar sohbete. Bizim Kayserili Amerika’da yaşayan arkadaşına sormuş: 
-“Eee ne yapıyorsun, ne işle meşgulsün buralarda ?” 
Arkadaşı: 
-“Abi şu görmüş olduğun fabrikanın genel müdürüyüm ben” diyerek övünmüş. 
Kayserili: 
-“Yazıklar olsun sana” demiş. 
Arkadaşı şaşırmış. 
-Neden ? 
Kayserili. 
-Bunca yıldır Amerika’dasın fabrikanın sahibi olamadın mı  daha ? 
Arkadaşı: 
-Sorma abi ya 
Kayserili: 
-Neden ? 
Arkadaşı: 
-Fabrikanın sahibi de Kayserili. (Ramazan AKGÜNDÜZ) 

15-TİLKİYE CEZA 
Bünyan’ın köylerinden birinde bir bağ sahibinin bağına tilki dadanmış. Adam, tilkiyi yakalarsam cayır cayır yakacağım diye ahdetmiş. Bir gün tilkiyi yakalamış. Ancak dinimizde bir canlıyı yakarak öldürmek yasak olduğundan şu meseleyi bir de ona sorayım diyerek hocanın yanına varmış: 
-Hocam, ben bu hayvana ceza vereceğim, ahdim var. Ancak yakmak 
günah sen bana, uygun bir ceza söyle demiş. 
Hoca tilkiye bakmış bir de bağcıya. Sonra başından kavuğunu çıkarmış, tilkiye giydirmiş, hayvanı salmış. 
Bağcı: 
-Aman hoca ne yaptın, demiş. 
Hoca gülmüş: 
-Bu ceza ona yeter de artar bile demiş. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

16-BÜNYANLI HASAN PAŞA 
Bünyanlı Hasan ismindeki şahıs, kendini paşa zannedermiş .Hasan’a bir gün sormuşlar: 
-Yahu sen paşayım diyorsun ama elinde paşalık vesikan yok. İstanbul’a git sana paşalık vesikanı versinler. 
Hasan düşmüş İstanbul’un yollarına, varmış çıkmış padişahın huzuruna. Padişah, Hasan’ı dinlemiş. Hasan’ın saflığı hoşuna gitmiş: 
-Oğlum Hasan! sen köyüne git evraklarını daha sonra yollarım! 
Hasan sevinerek köye gelmiş. Arkasından da padişahın yazdırdığı evrak gelmiş. Evrakta şunlar yazılıymış. 
Koramaz Dağı tarlan olsun 
Eğer saban geçer ise 
  Her hâneden bir yumurta 
Eğer köylü verir ise 

Hasan, sen paşasın 
Şu dağları aşasın 
Sarumsaklu köyünde 
Yine paşalığını yapasın. (S.Burhanettin AKBAŞ)   
  
17-UZAKTAN SELAM 
Mukallit bir Bünyanlı varmış. Bu adam uzak bir tarlada çalışmakta olan Hasan Ağa’ya: 
-Hasan Ağa, senden nâmert adam var mı ? diye bağırmış. 
Zavallı Hasan Ağa, bu adamın selam verdiğini zannederek: 
-Uğurlar olsun, uğurlar olsun demiş. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

18-  PROTESTO 
Vaktiyle Kayseri Sanayi Bölgesinde sobacı ustası İsmail Ağa 
mesleğini icra ederdi. Ticaret hayatı işte... Bir gün  verdiği senedin tutarını ödemekte zorlanmış. Senedi protesto olmuş ve ihbar İsmail Ustanın adresine ulaşmış. Protestoyu öğrenen usta utancından ne yapacağını şaşırmış ve bağa kaçmış. Etrafına da haber sızdırmamış. Ama kulağı tetikteymiş. Emniyet güçleriyle jandarma ya da alacağı olanlar grup halinde işyerine gelerek kendisini protesto edecekler diye günlerce kaçarmış. Aradan epey zaman geçtikten sonra ne olduysa olmuş. Hele bir gidip ortalığı kolaçan edeyim demiş ve iş yerine uğradığında herkesin aldırmaz bir halde işine gücüne devam ettiğini görmüş. Hiç kimse kendisiyle ilgilenmiyormuş. Protestoya dair kimse bir kelime bile söylemiyormuş. Merak etmiş ve dükkan komşularına sormuş: 
-Beni protesto edenler olmadı mı? 
-Hayır. 
-Polis, jandarma ya da kalabalık bir alacaklı grubu gelmedi mi? 
-Hayır. 
Ama komşusu noterden bu protesto evraklarının geldiğini söylemiş ve evrakı ustaya uzatmış. Usta protesto kağıdını almış, masanın üzerine çarpmış: 
- Protesto dedikleri bu muydu? Bu ise her gün gelsin be birader!  (Mustafa ALAN) 

19- EŞEĞİ BÖYLE BOYARLAR 
Kayseri’ye bir banka müfettişi gelmiş, zamanın en iyi oteli olan 
Zümrüt Palas’ta yatmış. Sabah teftiş edeceği bankaya gitmeden önce kapıdaki boyacı çocuğa ayakkabılarını boyatmaya karar vermiş. Bir taraftan da çocukla muhabbete başlamışlar: 
-Siz eşeği boyar da satarmışsınız, doğru mu? 
-Doğru. 
-Nasıl olur bu? 
Çocuk elindeki fırçaları çaprazlama çalımla ayakkabılar üzerinde sallarken 
-Boyuyoh ya! İşte böyle... (Çiğdem İLBEY) 

20- PARTİ DAVASI 
Rahmetli Turhan Feyzioğlu’nun  CHP’de siyaset yaptığı yıllarda kafile halinde Develi’den Tomarza’ya giderlerken Pusatlı köyü yakınlarında sabanla çift süren bir köylünün yanında  dururlar. Feyzioğlu, yanındakilere: 
-Şu vatandaşın  ahvalini bir soralım, der. 
Arabadan inip köylüye selam verirler.  Adam gayet kibarca hoş geldin edip sorularına  cevap verir. Giderken içlerinden biri sorar: 
-Amca hangi partidensin? 
-Vallahi beyefendi, ben Demokrat Partiliyim. İki avradım var onlar da Demokrat Partili. Öküzlerim Demokrat Partili (tarlanın kelisinde* yayılan boz eşeği göstererek) fakat şu yayılan var ya, o çok inat onu döndüremedim, o domuz Halk Partili, demiş. 
Köylünün muhataplarının kim olduğunu bilmeden söylediği bu söz üzerine Feyzioğlu: 
-Hadi binin gidelim, ortalığı fazla karıştırmayın, der ve arabalarına binerler. 
Bu olayı Tomarza’da anlatırlar, köyde de duyulur. Dilden dile dolaşır. 
Aradan yıllar geçer. 
Bir gün komşu köyden Pusatlı’ya gençler bayramlaşmaya gelirler. Ziya Amcanın odasından çıkarken gençlerden biri sorar: 
-Ziya Amca hangi partidensin? 
-Valla yeğenim, ben Halk Partiliyim. Zala Ablan Halk Partili, oğlum Halk Partili, öküzlerim Halk Partili, atım Halk Partili (avlunun ortasında yatan sarı köpeği göstererek) şu domuz var ya, onu döndüremedim, o Demokrat Partili, demiş. 
Gençlerden  birisi yavaşça: 
-İt kadar aklın yokmuş, demiş. 
Ama Ziya Amca bu sözü işitmiş, işitmiş ama  verecek cevap bulamamış.. (Yusuf KILIÇ) 

21- BİRAZ DAHA OKUSA MÜFETTİŞ OLACAKTI 
Yahyalı’ya Adanalı bir ilköğretim müfettişi geldi ve kısa zamanda 
ahbap olduk. Kendisine köylere gittiğinde genç öğretmenlere yük olmamasını, onların imkanlarının kıt olduğunu anlattım. Çevreyi iyi bildiğim için falan köye gidince falan kişiye selam söyle, onda misafir ol, falan köyün muhtarının hali vakti iyidir, onda kal gibi notlar verdim. Dikme köyüne varınca da Ateş Ağa’da misafir ol, fakat o çok nüktedandır, dikkat et, bir laf söyler altından kalkamazsın, dedim. Günlerden bir gün müfettiş, Ateş Ağa’ya misafir olmuş. Çok iyi ağırlamışlar, ertesi gün ahırdan atını eşeğini çıkartmış, hazırlamış, müfettişi ata bindirmiş, kendisi de eşeğe binmiş, öbür köye kadar götürüyormuş. İki günden beri hiç de o anlattığım gibi nüktedan bir adam olarak göremediği Ateş Ağayı müfettiş yavaş yavaş yoklamaya başlamış: 
- Ateş Ağa, maşallah senin Karakaçan çok hızlı, ateş gibi yürüyor, demiş. 
- Evet beyefendi iyi yürür, demiş. 
Beklediği cevabı bulamayan müfettiş, biraz sonra Ateş Ağanın eşeği yerde gördüğü tütün paketinin kağıdını eğilip koklayınca, Müfettiş yine söz açmış: 
-Ateş Ağa, senin Karakaçan okuma da biliyor herhalde, demiş. 
Artık sabrı tükenen Ateş Ağa: 
-Evet bilir beyefendi. Biraz daha okusa  müfettiş olacaktı zaten, demiş. 
(Yusuf KILIÇ) 

22-  EŞEK HİKAYESİ 
Persek Köyünde yaşlı fakat sağlıklı bir adam varmış. Hanımı erken 
yaşlarda ölmüş, adam bekar kalmış. Evi de köyün kenarında imiş. Akşam üzerleri oralarda yayılan başı boş eşekleri  görünce torunlarına pencereden şöyle seslenirmiş: 
-Oğlum şu hayvanı ahıra tıkın, gece dışarıda kalır da kurt yer, kiminse yazık, 
diye ahıra tıktırır, gece de gider uydururmuş. Çocuklar da bunu artık anlar olmuşlar. Yine bir akşamüzeri sonbaharın soğuk akşamlarından birinde harman yerinde genç bir eşek otluyormuş. Adam torunlarına yukarıdan seslenmiş: 
-Oğlum şu hayvanı ahıra tıkın, kurt yemesin , demiş. 
Çocuklar eşeğin yanına varmışlar ve yukarıya bağırmışlar. 
-Dede!.. erkek!.. demişler. 
Adam yukarıdan: 
-Bırakın gitsin avradını   s...   malını, kurt yerse yesin.(Yusuf KILIÇ) 


23-DEVE ÇIKACAK DEĞİL YA 
Dönemin Valisi Erkilet’e gider. Orada kendisine ikram edilen 
kahvenin ilk yudumunda ağzına bir sinek gelir. Vali buna hiddetlenir,  kahvehane sahibini çağırır. Adama bir sürü sayıp döker: 
-Pis adam dikkat etsene. Bu ne saygısızlık... 
Adam şaşırmıştır. 
-Hayrola paşam n’oldu? Niye hiddetlenirsin? 
-Kahvenden sinek çıktı, görmüyor musun? 
Adam gayet pişkin bir şekilde cevap verir: 
-  Verdiğin kaç kuruş para ki paşam. Elbette sinek çıkacak kahveden, deve çıkacak değil ya!...(Musa FENAR) 

24-SEN EŞEK OLARAK KIYMETİNİ BİLİRSİN DE... 
Kayseri’de çocuklar bir mahalle meydanında ellerindeki antika paralarla 
bilye oynarlar .Oradan geçen Yahudi, çocukların oynadıkları paranın antika  olduğunu anlayınca bunları çocuklardan satın almak ister, çocuklara teklifini yapar. 
-Oynadığınız paraları bana verin, size bir avuç para vereyim. 
Çocuklar kayıtsızca Yahudi’ye bakarlar, içlerinden birisi: 
-Amca bunların parayla satılmasına ne gerek var. Eğer çok beğendinse, beni sırtına al, eşek gibi anırarak şu karşıdaki ağaca kadar götür, ben bunları sana bedava vereyim. 
Yahudi çocuğu sırtına alır, anırmaya başlar ve ağacın dibine kadar götürür. Çocuğu yere indiren Yahudi,  parayı beklerken çocuk kaçar, arayı  biraz açtıktan sonra karşısına durup gülmeye başlar. Yahudi neye uğradığını şaşırmıştır. Parayı alamayacağını anladığı için de yapacağı bir şey yoktur. Yalnız, niçin bırakıp kaçtığını merak eder ve sorar. 
-Sırtında taşıttın kendini, parayı da vermedin. Üstelik anır dedin, onu da yaptım. Peki niçin kaçıyorsun, paramı niçin vermiyorsun? 
Çocuğun kurnazca cevabını verir: 
-Bire ahmak adam, sen eşek olarak bu paranın değerini biliyorsun da 
ben Kayserili olarak bilmez miyim! (Mustafa TEMİZER) 

25- HAMİT ASKER OLURSA! 
Hamit köyde avare, pejmürde yetişmiş. Askere gitmiş, askerliğini de bitirmiş. Köylüler “hoş geldin”e gitmişler. Hamit, kalabalığı görünce başlamış askerliğini ballandıra ballandıra anlatmaya: 
-Benim gibi kimse askerlik yapmadı. Orada her şey benden sorulurdu, benden öğrenilirdi. Generaller, paşalar bana selem verirdi... 
Dinleyenler hayrete düşmüşler. Hamit’i tanıyanlar bu işe bir anlam verememişler. Ancak dinleyenlerin içinde karısı Gümüş de varmış. O da bu durumu dinledikçe için için gülüyormuş. 
Vakit  ilerleyip misafirler dağılmış. Gece yarısı Hamit uykuya dalınca: 
Gümüş: 
-Asker kalk! 3-5 nöbetin var, diye seslenmiş: 
Hamit, yattığı yerden istifini bozmadan cevaplamış eşini: 
-Git başımdan!...Bulaşıkçıya nöbet mi olur? (Aydın KAYA) 

26-DOĞRAMASINI BİLMEYENİN 
Yolda yemek için yanına aldığı pastırmayı çaldıran Kayserili, hayli 
hiddetlenir .Onun “of, puff” diye sıkıntısını anlayan hemşehrisi, “Kendisine  bu kadar dert etme.” diyerek onu teselli etmeye çalışır: 
-Bir parça pastırmayı çaldırdığına bu kadar hayıflanmanın bir anlamı yok. Boş ver , gel bendekini beraber yeriz. 
Yol arkadaşı, pastırmayı çaldırdığına bu kadar hayıflanmadığını belirterek durumu izah eder: 
-Adamın çaldığına yanmıyorum, pastırma doğramasını bilmeyen bir adamın eline geçmişse diye ona üzülüyorum, demiş. (Selda DENİZ) 
        
27-  KURNAZ YAHUDİ’NİN MARİFETİ 
Bir gün Yahudi , pazara bir topal eşek getirir. Ancak eşeğin 
doğuştan sakat olduğunu belirtmek içinde nalını ters çakar ve satacağı müşterilerine, nalın ters olduğu için hayvanın aksadığını söyler. Eşeği pazarda bir Kayserili alır. Pazarlık bitip para ve eşek yeni sahiplerini bulunca Yahudi Kayseriliye takılır: 
-Kayserili, hani kurnazdınız? Bak, sana sattığım eşek nalından dolayı aksamıyor. Hayvan aslında sakattı. Seni aldattım. 
Kayserili güler. Ve cevabını kondurur: 
-Var git işine Yahudi. Benim de sana verdiğim paralar sahte idi. 
(Selda DENİZ ) 

28- USTA MEMED AĞA 
Kayseri’de geçmiş zaman içinde Usta Memed Ağa adında bir debbağ yaşarmış. Yardımcılarıyla beraber her gün işe gider, pis kokular ve kirler içinde deri tabaklaması yaparmış. Her akşam üstü başı kir pas içinde evine dönermiş. 
Usta Memed Ağa, evine dönerken her gün kazandığı 10 kuruş parayla, tabaklamadan kalan pislikleri temizlemek için sabun ve temizlik malzemesi alırmış. Hemen hemen kazandığının tamamını günlük suya sabuna harcarmış. Öyle ki elde bir kuruşu dahi kalmazmış. 
Hanımının artık canına tak etmiş. Kocasına bu işi bırakmasını öğütlemiş. 
Usta Memed Ağa hanımına: 
- Bak hanım, köyden anan baban un bulgur göndermezse aç kalacağız. Biliyorum ama benim bu işi  yapmamın sebebini de  öğren öyleyse demiş. 
Sabah yardımcıları kapıya gelip avludan içeriye : 
-Haydi Usta, öğlen oldu. İşe  geç kalıyoruz diye seslendiklerinde hanımına dönerek: 
-Bak hanım, duydun mu? Usta Memed Ağa diyorlar ya!  Sırf bu lafı duymak için dahi bu iş yapılır, şimdi anladın mı?  (Mustafa ALAN) 

29- KAYMAKAM VE ALEYLİLİLER 
1960’lı yıllar. Bünyan Kaymakamı, Belediye Fen Memuru Hayrettin Soylu ve Şoför Cemal Dağaşan köylere bir gezi yaparlar. 
Program gereği akşamüzeri Aleyli Köyü’ne uğrarlar. Muhtar, ihtiyar heyeti ve köylülerle köyün meseleleri üzerine sohbetten sonra vedalaşarak köyden ayrılırlar. Şoför Cemal stabilize köy yolunda yolu şaşırır ve tekrar Aleyli’ye döner. Kaymakamın otosunu gören köy bekçisi hemen koşar ve : 
-Hayırdır Kaymakam Bey, bir şey mi unuttunuz ? der 
Bozuntuya vermeden kaymakam, şoföre hemen devam etmesini söyler. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra gece karanlığında yine bir köye girerler. Oradaki bir evden köyün ismini öğrenirler. Tabii ki yine Aleyli’ye gelmişler. Buna sinirlenen kaymakam silahını çeker ve şoförüne namluyu çevirir:
-Bak Cemal, silahımda tam üç mermi var. Şayet bir daha bu köye dönersen, Aleyli adını ağzına alırsan önce seni, sonra Hayrettin’i öldürürüm. Son kurşunu da şakağıma sıkar kendimi öldürürüm. 
Daha da siniri geçmeyen kaymakam köye doğru döner ve bağırarak şöyle der: 
-Ulan Aleylililer, mıknatısınız mı  var ulan, ikide bir bizi köye çekip duruyorsunuz.?   (Ali CENGİZ) 

30-AŞIK MUSTAFA İLE KAYMAKAM 
Zamanın Bünyan Kaymakamı “gece kimse fenersiz gezmeyecek” diye emir verir. Emrine uyulup uyulmadığını  kontrol etmek için geceleri gezmeye çıkar. Bir gün Aşık Mustafa’ya rastlar. Aşığın elinde fener yerine keven otu yandığını gören kaymakam, kızgın kızgın sorar: 
-Hani senin fenerin? 
Aşık Mustafa hiddetlenerek cevap verir: 
    Ottan olur aşıkların feneri, 
    Yeni çıktı Kaymakamın hüneri 
    Çeker isem belimdeki döneri 
    Haddini bildiririm kaymakam. 
Neye uğradığını şaşıran kaymakam, çevredekilere sorar. 
-Bu kim yahu? 
Çevresindeki görevliler: 
-Efendim buna Bünyan’ın meşhur Aşık Dayısı derler. Bu halk aşığıdır. 
Kaymakam bir şey söylemeden çeker, gider.(Ali CENGİZ) 

31-PAŞANIN AZAMETİ 
Merhum Zeki Sicim (Bünyanlı) zamanın behrinde bir siyasi partinin gençlik kolları başkanlığını yapmaktadır. Kayseri İl Başkanlığı,  Hava İkmalde yemek verir. Yemekte Vali, Hava İkmal Bakım Merkezi Paşası, Belediye Başkanı ve birçok bürokrat da bulunmaktadır. Böylesine kalabalığı görür de bizim Zeki Sicim bir konuşma yapmadan durur mu? Hemen mikrofonu eline alır, güzel bir selamlama faslı ve ardından muhteşem bir konuşma yapar. Konuşmanın sonuna doğru selamlama faslında Paşayı unuttuğunu hatırlayıp, kendini affettirmek için Paşaya seslenir. 
-Paşam evimde bir kuzum var, sizin için feda olsun. Sizleri Bünyan’a kuzu yemeye davet ediyorum der. 
Bir gün Paşanın yolu Bünyan’a düşer. Bizim Zeki Sicim’i buldurur ve kuzu 
yemeye geldiklerini söyler. 
Zeki Sicim: 
-Başım gözüm üstüne Sayın Paşam diyerek yanlarından ayrılır. Hemen arkadaşlarına bir kuzu bulmalarını söyler. Fakat istenilen kuzu bir türlü temin edilemez. Bunun üzerine hemen bir  culuh (hindi)  bularak kestirir.  Paşa, sunulan yemeğin kuzu olmadığını sezer: 
-Nedir bu, sen bize kuzu söz vermiştin der. 
Hazır cevaplılığı ile tanınan Zeki Sicim, bu sözün altında kalır mı, hemen 
cevabını verir: 
-Paşam, paşam, sizin azametinizden bu mübarek hayvan küçüle küçüle bir culuh (hindi) kadar kaldı der. (Ali CENGİZ)   

32- ERMENİ İLE ÇOÇUK 
Bilirsiniz, eskiden Kayseri’de Ermeniler yoğun olarak yaşarlarmış. 
Bir gün Ermeni’nin biri yolda yürürken elinde altın para olan küçük bir çocuğa rastlar. Nasıl olsa bu çocuğun aklı ermez, şu parayı elinden alayım diye düşünür. Çocuğun yanına yaklaşıp gülümseyerek çocuğu sever ve tatlı bir dille: 
-Sen bu elindekini bana ver, ben sana şeker, leblebi alayım. Bu senin işine yaramaz. 
-Tamam vereyim ama eşek gibi anıracaksın. 
Ermeni  pişman olur, ne yapalım der ve sokak ortasında eşek gibi anırır. Çocuk: 
- Sen eşek aklınla bunun değerini biliyorsun da, ben bilmez miyim? Ermeni’nin  olay karşısında ağzı açık kalmıştır.  (Yücelhan YILDIRIM) 

33-  YE BAKALIM BABAMIN HAYRINA 
Kayseri Karpuzatan’da pastırmacıların olduğu yerde bir pastırmacı 
pastırmaları kuruturken bir köpek büyük bir parça pastırmayı kaptığı gibi koşmaya başlamış. Bunu gören pastırmacı köpeği kovalamaya başlamış ve  bütün Yeşil Mahalleyi dolaşmışlar. Epey bir kovalamadan sonra köpek ve pastırmacı bayağı yorulmuşlar. Köpek son bir gayretle Keykubat Tepelerine doğru koşmaya başlamış. Pastırma sahibi de tepenin eteğinde soluksuz  ve nefes nefese kalmış , giden köpeğin arkasından bakarken ardından bağırmış:   
- Tamam tamam, bu da babamın hayrına olsun demiş. (Emir AYDIN) 

34- SEN EŞEK OLARAK KIYMETİNİ BİLRİSİN DE... 
Kayseri’de çocuklar bir mahalle meydanında ellerindeki antika paralar ile bilye oynarlar. Oradan geçen Yahudi çocukların oynadıkları paranın antik değerinin yüksek olduğunu anlayınca bunları çocuklardan almak ister. Çocuklara teklifini yapar: 
-Oynadığınız paraları bana verin size bir avuç para vereyim. 
Çocuklar kayıtsızca Yahudi’ye bakarlar. İçlerinden birisi: 
-Amca bunların parayla satılmasına ne gerek var. Eğer çok beğendiysen beni sırtına al şu karşıdaki ağaca kadar götür. Ben bunları sana bedava vereyim. 
Yahudi keyiflenir, kaptığı gibi çocuğu omzuna alır. Dediği yere doğru götürür. Çocuk Yahudi’nin sırtında bir teklif daha yapar: 
-Bu paralardan cebimde de var. Ağacın yanına kadar anırırsan sana onları da veririm. 
Yahudi cevap olarak anırmaya başlar. Ağacın dibine gelirler, çocuğu indiren Yahudi parayı beklerken çocuk kaçar. Arayı biraz açtıktan sonra karşısında durup gülmeye başlar. Yahudi neye uğradığını şaşırmıştır. Parayı alamayacağını  anladığı için de yapacağı bir şey yoktur. Yalnız niçin bırakıp kaçtığını merak eder ve sorar: 
-Evladım sırtında taşıttın kendini para da vermedin. Üstelik anır dedin onu da yaptım. Peki niye kaçıyorsun? Niye para mı vermiyorsun? 
Çocuğun verdiği cevap orijinaldir: 
-Bire ahmak adam. Sen eşek olarak bu paranın değerini biliyorsun da ben Kayserili olarak bilmez miyim?.. (Nefiye ATA) 

35- BAĞDA TERAVİH NAMAZI 
Bir yaz gecesi Ramazan ayında Kayseri’de Hasan Dağında teravih namazı kılınmaktadır. Namazı bağın sakinlerinden Yazmacı Emmi kıldırmaktadır. Namaza başlanmıştır. Namazın tam ortasında ahırdaki bağlı eşek anırmaya başlar. Yazmacı Emmi,  eli bağlı, ahıra giderek eşeği bir güzel döver gelir. Cemaatin başına geçerek namaza kaldığı yerden devam eder. Lakin eşek yine anırır. İmam yine olduğu gibi cemaati bırakarak gider, yine eşeği döver gelir. Bu hal teravih namazının bitimine kadar devam eder. Namaz bitiminde yeğeni Ali, muzip bir şekilde: 
-Dayı Allah kabul etsin ama bu namazımız  kabul oldu mu? 
Yazmacı Emmi cevabı hemen verir: 
-Ne yapayım, kabul olmazsa olsun, eşek de anırmasaydı. 
(Mustafa SAVRANLAR) 

36- ALİMOĞLU’NUN DANASI   
     Alimoğlu’nun beş çocuğu varmış, kısmet bu ya, beşi de kız çocuğu. Erkek evlat hasretiyle yanıp tutuşuyor. Teselli olarak pazara gitmiş, bir tosun almak istemiş. Pazarda Alimoğlu’nun muzip dostları buna bir oyun hazırlamışlar, tosun yerine dişi bir dana vermişler, alıp eve gelmiş. Danayı ahıra bağlamış. Sabaha kadar sabredememiş, hanımına demiş ki: 
İdare lambasını al gel de  tosuna bir bakalım. Alimoğlu hayvanın 
kuyruğunu kaldırınca hanımı demiş ki: 
-Alimoğlu bu tosun değil,  dana. Seni aldatmışlar. 
Alimoğlu sinirden başlamış söylenmeye: 
-Ben bir de kendime bakacağım. Ben kendimden de şüphe etmeye başladım. (Mustafa SAVRANLAR) 

37- TABUTTA İSTİRAHAT 
Fabrikanın marangoz ustası Dinçer Usta öğle paydosunda nereye uzanıp yatmak istese rahatsız edilir. Aklına muzip bir fikir gelir. Fabrikanın mensuplarına mahsus, vefat edenler için tabutlar marangozhanenin deposunda yapılmaktadır. Depoya gider, ben bu tabutların birine yatarsam burası hiç kimsenin aklına gelmez diyerek tabutun içine yatar. Bir müddet sonra bir tıkırtı sesine uyanır. Tabutun budak yerinden el çıkacak şekilde bir delik vardır. Bir arkadaşı da gelmiş tabutun üstünde mektup yazmaktadır. Muzip bir şekilde elini o budak yerinden çıkartarak arkadaşının omzuna dokunur. Adam sağına soluna bakınır yine mektup yazmaya devam eder, ikinci kez yine omzuna dokunur. Bu sefer adam iyice ürperir, kağıdı kalemi oraya atarak kaçar. Usta hemen kestirmeden önüne çıkar: 
-Ne oldu  arkadaş? 
-Usta, tabutun içinde ölü vardı, mektup yazarken bana dokundu da. 
(Mustafa SAVRANLAR) 

38-  KİM YENDİ? 
Kayserililer ile Karadenizliler savaşıyorlarmış. Karşılıklı 
mevzilerden birilerine ateş ediyorlarmış. Uyanık Kayserililer bir oyun düşünmüşler. İçlerinden biri: 
-Bu Karadenizli uşaklar biraz saf olur, bunların içinde İdris, Temel ve Dursun isimliler çok olur. Biz mevziden seslenelim. Dursun ya da İdris diye seslenelim en az 8-10 kişi ayağa kalkar,  biz de onları vururuz. 
Koyulmuşlar planı uygulamaya. Kayserililer seslenmiş: 
-Temel kimdir? 
8-10 tane Temel kalkmış “benim”demiş. Hemen onları vurmuşlar. Kayserililer yine seslenmiş: 
-İdris kimdir? 
8-10 tane İdris kalkmış “benim” demiş. Onları da vurmuşlar. Yine seslenmişler: 
-Dursun kimdir? 
8-10 tane Dursun kalkmış “benim” demiş. 
Kayserililer onları da vurmuşlar. 
Karadenizliler oldukça çok kayıp verdikten sonra anlayabilmişler Kayserililerin oyununu. 
-Yahu bu Kayserililer bizi bu şekilde öldürecekler. Biz de onlara bir oyun oynayalım. 
Düşünmüşler taşınmışlar ve planlarını yapmışlar. Hemen de uygulamaya koyulmuşlar. Karadenizlilerden birisi mevziden kalkmış seslenmiş Kayserililere: 
-Beş lira bulduk, kimin dur? 
Kayserililerin hepsi birden ayağı kalkmış!.. 
-Benim diyen dışarı fırlamış. Böylece Karadenizliler Kayserilileri toptan imha etmişler. 
(Ramazan AKGÜNDÜZ) 

39-  LasSA - ToyotaSA – BurSA – İSA - SA SA SA 
Ünlü sanayicimiz Sakıp Sabancı bir gün bir ili ziyarete gitmiş. Onu 
tanıyan yaşlı bir adam yanına yaklaşarak: 
-Ağam Lassa, Toyotasa, Çimsa senin mi? demiş. 
Sabancı “evet” demiş. Bu söz karşısında yaşlı adam yine sormuş: 
-Manisa, Fransa, Bursa’da mı senin? 
Sabancı “sayılır” demiş. Şaşkınlığını gizleyemeyen yaşlı adam tekrar sormuş: 
-Bütün malın mülkünün öbür dünyada sualini nasıl vereceksin demiş. 
Sabancı: 
- Ne düşünüyon gardaşım. İsa da, Musa da bizim. (Umur EFE) 

40- KASKETİN DELİKLERİ 
1960’lı yılların başında Kayserili vatandaşın birisi Ankara’da 
dolaşırken kendisine bir kasket almak istemiş. İlgili dükkanların bulunduğu bölümleri gezerken bir kasket beğenmiş ve başına geçirip aynadan kendisini izledikten sonra satıcıya “kaç lira” olduğunu sormuş. O zamanlar kasketin en iyisi iki buçuk liradır ama satıcı bakmış ki adam beğenmiş: “beş lira” demiş. Kayserili vatandaş kasketi eline alıp evirip çevirdikten sonra: 
-Hani bunun delikleri,  demiş. 
Satıcı hayretle sormuş: 
-Taze kaskette delik ne arasın hemşehrim? 
Kayserili: 
-Bu kaskete beş lira verecek eşeğin kulakları nereden çıkacak?. 
(Hüseyin ÇARKIT) 

41-  EŞEK İNAT OLUNCA 
1970’li yıllarda komşu illerden bir yolcu Kayseri’ye 
gelmiş. Pastırmanın çok methini duymuş, hatta birkaç sefer de yemiş. Ancak pastırma aleyhinde çıkan dedikodulardan da oldukça rahatsızmış. Tek problemi eşek etinden  pastırma satmayan bir dükkan bulup oradan almakmış. Adamcağız şüpheli bakışlarla pastırmacılar çarşısını dolaşıp dükkanları inceleyip (şurası satar, burası satmaz: şurası daha temiz, burası pasaklı v.b.) düşünürken, yazı tura atmak gelmiş aklına. Atmış yazı turayı, denk gelen dükkana girmiş. Adamın şüpheli bakışlarla girip pastırmaları incelediğini anlayan Kayserili esnaf, adamın ne için bu kadar incelediğini de tahmin etmiş ve bir oyun oynamayı düşünmüş. 
“Buyur” demiş esnaf. Adam yine tedirgin: 
- Pastırma alacağım  da... 
diye kekelemiş korkarak. 
-Tabii derhal, ne kadar? 
-İki yüz gram yeter. Çok severim de... Ama... 
Öbür tarafını diyememiş. (Yani aman eşek eti olmasın diyecek) Kayserili anlamış vaziyeti. Parçayı tarttıktan sonra satırla kıymaya başlamış: 
Hemşehrim bu niye bu kadar zor kesiliyor öyle... 
Kayserili hemen taşı gediğine oturtmuş: 
-Sorma birader, bu namussuz eşek iken de böyle inattı. 
(Hüseyin ÇARKIT) 

42- ON PARA HİKAYESİ 
Osmanlı Devleti zamanında hamamlara gidip 
yıkananlar hamam parasını temizlenip çıkarken öderlermiş. Hamam ücretleri “on paradır” o zamanlar. Kayserili, İstanbul’da epey bir iş arayıp aylak dolaştıktan sonra Cağaloğlu’na varıp hamama girmiş. Bari yıkanıp temizleneyim diye. Güzelce yıkanıp temizlenmiş. Giysilerini giymiş elini cebine atmış ki, ne görsün cebinde on para –hamam parası- yoktur. Hemen kabinine geri gitmiş oturup düşünmeye başlamış. “Buradan nasıl kurtulacağım” diye çareler aramış ama bir türlü bulamamış. İlla ki, on para ödenip öyle çıkılacaktır hamamdan. Ya da bir mucize olacak. 
Kayserili ellerini havaya kaldırmış Allah’a yalvarmaya başlamış: 
-Çöksün bu hamam, başka çarem kalmadı 
diyerek dua etmiş. 
Kayserili on dakika mı yoksa bir saat mi yalvarmış Allah’a bilinmez. Dışardan gelen bir patlama sesiyle hamamın ocak bölümü patlamış ve duvar uçmuş. Açılan yerden Kayserili kendini dışarı atmış. Sokakta Kayserili arkasına bakmadan kaçıyormuş. Karşısına bir dilenci dikilmiş ve: 
- Allah rızası için bir ekmek parası. (Ekmek on paradır.) 
Kayserili dilenciye bakmış: 
-Vay yavrum vay. On para Allah’ta da bulunmadı da koca hamamı yıktı. Bende nereden olacak? 
demiş ve koşmasına devam etmiş. (Hüseyin ÇARKIT) 

43- KİM BİLECEK! 
1940’lı yıllar. Kayserilinin uyanıklığı memleket 
geneline yayılmıştır. Herkes bu durumu biraz kıskanarak gurur meselesi yapmaya başlamıştır Herkes birbirine Kayseriliyi öyle abartarak anlatıyormuş ki,  karşıdaki patlıyor, “Yok o kadar da değil” demekten kendini alamıyormuş. Anlatan ısrarla devam ediyormuş: 
- Yemin ediyorum ki, ne yaparsan yap seni kandırırlar.” 
Böyle bir ortamda iken, hayvanlarla ilgili tez hazırlayan bir doçent: 
-  Hem tezim için araştırma yaparım, hem de Kayseriliyi tanırım.” 
diyerek arabasına atlamış ve Kayseri’ye doğru gelmiş. Boğazköprü (Kayseri girişi)  yakınlarına geldiğinde bir çoban koyunları otlatıyormuş. Hemen durmuş ve çobanın yanına varmış. 
- Selamünaleyküm. 
- Aleykümselam... 
- Ben İstanbul’dan geliyorum. Yakında Profesör olacağım. Hayvanlar üzerinde araştırma yapıyorum. Bu araştırmalarım bir kitap olacak ve herkes okuyup bilgi sahibi olacak. 
-  Neyini araştırıyon hayvanların ki? 
-  Ben, hangi hayvanlar yumurtlar, hangi hayvanlar yavrular, onu araştırıyorum. 
- Beyim sen iki senedir bunu mu araştırıyorsun? 
-  Evet 
- Beyim bunu kime sorsan bilir. Kulağı içinde olanlar yumurtlar: dışında olanlar yavrularlar... 
Adam, çobanın bu ukalalığına biraz bozulmuş ama çaktırmamış: 
- Söyle bakalım, siz milleti nasıl kandırıyorsunuz? 
Çoban adama: 
-Sana şimdi bir soru soracağım. Sorduğum sorunun cevabını bilemezsen bana üç lira vereceksin. Ben bilemezsem ben sana bir lira vereceğim. Sen Profesörsün, ben çobanım. Kabul mü? 
-Tamam, sor bakalım. 
- Dünyada üç gözlü bir hayvan ismi söyle. Madem hayvanları araştırıyorsun. 
Adam düşünmüş, kitaplarını karıştırmış, bulamamış tabii. 
- Bilemedim 
- Ver o zaman üç liramı. 
Adam sessizce çıkarıp üç lirayı vermiş ama, sabırsızlıkla da sorunun cevabını beklemektedir. Hayvanlar üzerinde yıllardır araştırma yapan adam üç gözlü hayvanın ismini öğrenecektir. 
Şimdi düşünme sırası  çobana gelmiş. Bir süre  düşündükten sonra çoban: 
-Ben de bilemedim, al şu bir liranı. 
Adam bir elindeki paraya, bir çobana ve çobanın elindeki iki liraya bakmış. Hiçbir şey söylemeden arabasına atlamış ve Kayseri’ye girmeden dönmüş gitmiş İstanbul’a... (Hüseyin ÇARKIT) 

44- AYAKÜSTÜ ORACIKTA... 
1983 yılında (Temmuz-Kasım) kısa dönem askerlik yaparken bir 
öğretmen arkadaşla çarşı iznine çıktığımız bir Pazar günü kitapçıları dolaşıyorduk. Arkadaşım yabancı dilini güçlendirmek için bir Fransızca kitabı alacak, ben de bir fıkra kitabı almayı düşünüyordum. Birkaç kitapçı gezdikten sonra kalabalık bir kitapçıya uğradık. Arkadaşım uygun bir kitap bulmaya çalışırken benim gözüme vitrinde duran küçük hacimli bir kitap ilişti. “En güzel Kayserili Fıkraları”  zannederim Nejat UYGUR’a aitti bu kitap. 
Arkadaşım kendine kitap beğeninceye kadar ben kitabın neredeyse tamamına yakınını okudum. Arkadaşım kendine kitap aldı Ben satıcıya elimdeki kitabın fiyatını sordum: 
- 75 lira. 
- Pahalıymış kalsın. 
-  Hemşehrim Kayserili misin? 
-  Evet. 
- Kitabı almana gerek kalmadı zaten hepsini okudun. Bir de para vermek enayilik olur artık. Hem de Kayserili okuduğu kitaba bir de para verirse ayıp olmaz mı? 
dedi ve biz arkadaşımla gülüşerek ayrıldık oradan. (Hüseyin ÇARKIT) 

45- ADRES 
Öbür dünyaya intikal eden bir Kayserili, orada bir Yahudi ile arkadaşlık etmektedir. Aralarındaki uyumlu ahbaplık meleklerin dikkatini çeker ve onları mükafatlandırmak isterler. Yanlarına çağırıp derler ki: 
Sizin hal ve gidişiniz çok güzel, öbür insanlara örnek olması için sizi yeniden dünyaya göndereceğiz, oraya giderken bizden ne isterseniz yerine gelecektir, dileyin bizden ne dilerseniz. 
Hemen Yahudi atılarak: 
-Ben ağırlığımca altın isterim. 
Melekler kabul ederler ve Kayseriliye dönerek: 
-Sen ne istiyorsun? 
Kayserili kıs kıs gülerek: 
- Siz bana Yahudi’nin adresini verin yeter. (H.Recep ÇALKANER) 

46- KAYSERİLİ KULLAR   
Padişah II.Ahmet döneminde Erzurum korkunç bir sel felaketine uğrar. Sadrazam padişahın huzuruna çıkar ve olayı haber verir. 
Allah sizi korusun hünkarım bir acı haber vereceğim. Erzurum şiddetli bir sel felaketine uğradı, şehir çok zarar gördü, çok sayıda insan ve hayvan can verdi. 
Padişah şöyle konuşur: 
-Cenab-ı Hak Kayserili kullarımı bu gibi felaketlerden korusun. 
Aradan bir süre geçtikten sonra acı bir haberi daha padişaha verir: 
-Devletlüm  bugün Üsküp şehri yangınla mücadele verdi. Şehrin yarısı yandı, zarar çok fazla. 
Padişah yine üzgün bir tavırla şöyle konuştur: 
-Üsküplü kullarımın kederini canı gönülden paylaşıyorum. Allah Kayserili kullarımı bu gibi felaketlerden korusun. 
Her felaket haberinden sonra padişahın Kayserili kullarını koruması veziri-azamı hayrete düşürür, sonunda dayanamaz ve sorar. Padişah, vezirine şu açıklamayı yapar: 
-Erzurum sel felaketine uğrayabilir ama bunun etkisi geçince halk yerli yerine döner, eski hayatını yaşamaya başlar. Her vilayet için aynı şeyi düşünebiliriz ama Allah göstermesin Kayseri’de bir felaket ortaya çıkarsa Kayserililer  yurda dağılır ve tüm halkın işlerini ellerinden alırlar. İşte asıl felaket o zaman olur, der. (H.Recep ÇALKANER) 

47- AKSİ İSTİKAMET 
Yoldaki adam at arabasındaki adama sordu: 
-Kayseri’ye ne kadar sürer? 
-Yarım saat. 
-Ben de binebilir miyim? 
-Buyur. 
Bir süre yol aldıktan sonra yine sordu: 
-Şimdi ne kadar kaldı? 
-Bir saat. 
-Nasıl olur demin yarım saat kaldı diyordun! 
-Elbette, biz aksi yöne gidiyoruz. (H.Recep ÇALKANER) 


48- BEN DE OYNARIM 
Kayserilinin biri İzmir’e gitmiş. Oradaki tanışıyla dolaşırken   
bakmışlar ki efeler zeybek oynuyor. Kendilerine özgü ağır hareketlerle kol kaldırıp diz vuran efeleri seyrederken İzmirli Kayserili arkadaşına dönüp sormuş: 
-Ne güzel oynuyorlar değil mi? 
Kayserili dudak bükmüş: 
-O kadar düşündükten sonra ben de oynarım, demiş. ( H.Recep ÇALKANER) 

49- KİLO MESELESİ 
İstanbul’da bir adam Kayseriliye sorar: 
-Anladığıma göre sen Kayserilisin. 
-Eh yarı yarıya. 
-Yani annem İstanbullu mu demek istiyorsun? 
-Yok canım! Kayseri’den çıktığımda 55 kiloydum. Şimdi 110 kilo geliyorum da... (H.Recep ÇALKANER) 

50- NE YEDİLERSE 
Bir ahbabında geç vakte kadar oturan bir misafir yağmuru bahane 
ederek misafirliğini uzatır. 
- Görüyor musun, şu rahmet dinse de biz de gitsek. 
Aynı sözü üç beş kere tekrarlayınca, ev sahibi adam pencerelerinin perdesini kaldırarak karanlıkta dışarıya bakıp: 
- Ellerin misafirleri saçakların altından gidiyor. 
Ev sahibini suçlamak isteyen misafir hemen perdenin öbür ucunu kaldırarak taşı gediğine koyar: 
-Evet gidiyorlar ama ne yedilerse karınları da şiş gidiyorlar. 
(H.Recep ÇALKANER)
 

Yorumlar