300 Kayseri FIKRASI

251-REJİM 
Kadının biri bir gün doktora gitmiş. Doktor: 
-Sen çok şişmanladın. Hamur işi yeme, demiş. 
Kadın: 
-Gezmedeki keteyi de mi yemeyeyim doktor bey? (Zeynep ÖZEN) 


252-PAZARLIĞA TUTUŞURSAK 
Kayseri de artık pazarlık değişmez bir adet haline gelmiştir. Hemen 
her dükkanda yıllardır süre gelen bir gelenektir. Bu durum ilkokul çocuklarına bile yansımıştır. İki çocuk bahçede konuşuyorlarmış: 
-Beş kere beşin yirmi beş olduğunu bildiğin halde neden öğretmene yirmi sekiz dedin? 
Öğrenci çok olgun bir şekilde cevap verir:
-Öyle olduğunu biliyorsun da belki öğretmen ile pazarlığa tutuşuruz diye düşündüm. Onun için yirmi sekiz dedim. (Merve DEMİREL) 


253-BEN DE BİLMİYORUM 
Kayserili trende çalıştığı zoologdan ne iş yaptığını sorar. Zoolog 
hayvanlara ait bilgi sahibi olduğunu kısa yoldan anlatır, Kayseriliye. Fakat bu iş bir türlü Kayserilinin aklına yatmaz: 
Siz dünyadaki tüm hayvanları biliyor musunuz? 
-Evet, der zoolog. 
Kayserili biraz düşündükten sonra: 
-Peki senin bilmediğin hiç hayvan yok mu? 
-Evet benim bilmediğim hiç hayvan yok. 
-Ya varsa? 
-Olamaz. 
-Olur olmaz derken iş iddiaya biner. Kayserili: 
Bilirsen 10 lira vereceğim. Bilmezsen 100 liranı alırım. Sen de bana bir hayvan soracaksın. Bilirsen 100 liranı alırım, bilmezsem 10 lira veririm. 
Kayserilinin bu çıkışına biraz sinirlenen zoolog: 
-Kabul ediyorum sor. 
Kayserilinin sorusu şu olur: 
-Söyle bakalım üç ayaklı hayvan nerede yaşar? 
Zoolog düşünür, taşınır: 
-Bilemedim, der. 
Kayserili: 
-Bilemediğine göre ver bakalım 100 lirayı. 
Zoolog 100 lirayı verir ve hemen soruyu yapıştırır: 
-Siz söyleyin üç ayaklı hayvan nerede yaşar? 
Kayserili düşünmeden paranın 10 lirasını uzatır zoologa ve: 
-Al şu 10 liranı ben de bilmiyorum. (Tuba ÖKSÜZKAYA) 

254-GÖRMEDİĞİNİZ İSTANBUL’A İNANIYORSUNUZ DA... 
Kayserili Derviş Efendi komşusuna bir miktar borç para 
vermiş. Zaman  gelmiş adam parayı getirmemiş. Derviş Efendi adamdan parasını istemiş, adam inkar etmiş ben senden para almadım şahidin var mı? demiş. Bunun üzerine Derviş Efendi yakın komşularından  birkaç kişiye kendisine şahitlik yapmasını istemiş. Komşuları: 
- Derviş Efendi biz sana nasıl şahitlik yapalım, para verdiğini görmedik ki demişler. 
Bunun üzerine Derviş Efendi komşularına dönerek: 
-İstanbul var mı? demiş. 
Komşuları: 
-Var demişler. 
-Pekiyi gördünüz mü? Demiş. 
Komşuları : 
-Görmedik demişler. 
Öyleyse var dediğiniz  ve görmediğiniz İstanbul’a inanıyorsunuz 
da  neden benim para verdiğime inanmıyorsunuz demiş. (Bünyamen ÇAY) 

255-VETERİNER İLE KAYSERİLİ 
veteriner ile bir Kayserili aynı trenin kompartımanında 
yolculuk yaparlar. Epeyce sessiz bir şekilde yolculuk yaparlar. Veteriner konuşmak için bahane arar: 
-Beyefendi nerelisin? Ne iş yapıyorsun? Der. 
Adam da : 
-Kayseriliyim , ticaretle uğraşıyorum der. 
Veteriner de sormadan böbürlene böbürlene : 
-Ben de veteriner hekimim der. 
Sohbet koyulaşır, epeyce konuşurlar. Herkes kendi maharetini uzun uzadıya anlatır. Anlatırlar ama öyle bir an gelir ki konuşulacak bir şey kalmaz. Ortalığı bir sessizlik bürür. Bir müddet sonra ,veteniner, Kayseriliye: 
-Böyle vakit geçmiyor, gel karşılıklı birbirimize soru soralım, cevap verelim der. 
-Eğer ben sana sorduğum sorunun cevabını alırsam 100 kuruş vereyim, 
sen benim soruma cevap veremezsen 10 kuruş vereceksin der. 
İlk soru sorma hakkını Kayseriliye verir: 
-Söyle bakalım meğer veterinersin ben sana mesleğinle ilgili bir soru sorayım. Bana üç ayaklı bir hayvan söyle der. 
Veteriner düşünür düşünür bir cevap veremez 
-  En  sonunda al 100 kuruşu ben bu sorunun cevabını bilemedim der.   
Sıra veterinere gelir. 
Veteriner pekiyi öyleyse şu üç ayaklı hayvanı sen söyle der. 
Kayserili de: 
- Al şu 10 kuruşunu bende sorunun cevabını bilmiyorum der. Tabii ki  bu arada 90 kuruş kar ederek Kayserililerin uyanıklığını ispatlamış olur. (Bünyamen ÇAY) 

256- AKILLI DOKTOR   
Bir doktorun tabelasında, muayene ücretinin yüz,  kontrolünün elli kuruş olduğu yazılıymış. Bir Kayserili kurnazlık yapmış, doktorun yanına varınca: 
-Doktor, işte yine ben geldim, 
demiş ve muayeneden sonra da tabii ki elli kuruş vermiş. Fakat doktor da daha kurnaz çıkmış: 
-Pekiyi öyleyse yeni reçeteye hacet yok, eskilerine devam et demiş. (Bünyamen ÇAY) 

257-UYANIK MI KAYSERİLİ Mİ? 
Çok eski zamanlar da Kayseri’de bu günkü otellerin yerinde hanlar 
varmış. Kayseri’ye gelen yabancılar bu hanlarda kalırlarmış. Handa kalan bir tüccar, hancının yanında duran çocuğu yanına çağırarak: 
-Oğlum 10 kuruşu al, bize öyle bir şey al ki, hem biz yiyelim, hem hayvanlarımız yesin, hem de biz eğlenelim demiş. 
-Çocuk 10 kuruşu almış gitmiş ve birkaç tane karpuz almış gelmiş. Adam şaşırmış: 
-Oğlum biz bunu ne yapacağız? 
- içini siz yiyeceksiniz, kabuğunu hayvanlarınıza yedireceksiniz, çekirdeği ile de eğleneceksiniz. (Bünyamen ÇAY) 

258-VATAN HASAN’IN ANASIDIR 
Bölük komutanı akşam dersinde askerlerinden vatanın  tarifini 
yapmalarını ister. Her asker kendisine göre sırayla tarifi yapar. Fakat Kayserili askere gelinceye kadar yapılacak tarif kalmaz. Kayserili düşünürken, kendinden önce ki arkadaşının yaptığı tarif aklına gelir. Kendinden önceki arkadaşının adı Hasan’dır ve vatanın tarifini yaparken “vatan benim anamdır” demiştir. 
Komutan: 
-Evet Kayserili vatanın tarifini sen yap. 
Kayserili asker hemen ayağa kalkar kendini kısa künye yaparak tanıtır ve, 
-Komutanım vatan Hasan’ın anasıdır der.(Bünyamen ÇAY)   

259-UYANIK KAYSERİLİ 
Adamın bir tanesi Kayserili tüccardan veresiye mal almış. Zamanı 
gelmiş Kayserili parasını istemiş. Fakat adam vermek taraftarı değilmiş. Kayserili eğer biraz daha adamın üstüne gitse adam neredeyse inkar edecekmiş. Kayserili bakar ki adam inkar edecek işi oluruna bırakmış. Borçlu olan adam Kayseriliye dönerek: 
-Arkadaş, Pazartesi günü gelme, Salı günü gelme, Çarşamba gelme, Perşembe gelme, Cuma gelme, Cumartesi gelme, Pazar gelme Allah’ın bir günü gel diyerek haftanın her gününü saymış. 
Kayserili kara kara düşünürken aklına parlak bir fikir gelmiş. Bu adam bana haftanın her gününü saydı ama Bayram günü gelme demedi demiş. Bir bayram günü adamın yanına gitmiş, borcunu istemiş. Adam: 
Arkadaş bu gün ne günlerden, 
-Salı 
-Ben Salı günü sana gelme demedim mi? Demiş. 
Kayserili de: 
- Öyleyse arkadaş gel şu yoldan geçen insanlara soralım onlar ne derse ben razıyım  sen de razı mısın?  Demiş. 
Adam da razı olmuş. Yola çıkarak oradan geçen adamlara her ikisi de sorarlar. 
-Arkadaş bu gün ne? 
Geçen adamların tamamı da: 
-Bu gün  Bayram demiş. 
-Sen bana bayram günü gelme demedin ki demiş. 
Adam da ikna olarak borcunu ödemiş. (Bünyamen ÇAY) 

260-KUYUYA BİLEZİKLE AĞIZLIK TAK 
Merkezin Şükrü Efendi şekerdeki bağına bir kuyu inşa ettirir. Ancak 
kuyunun bileziği ile ağızlığını yaptırıp işi bitiremez. Bir gün  komşulardan Hacılarlı  taş ustası Akliye Baba, hoca efendiye hoş geldine gelir. Sohbet esnasında kuyunun inşaatının bitirilmediğinden söz açılınca, Şükrü Efendi misafire hitaben: 
Hüdanın işine bak. 
Attı bizi buraya Hak 
Şu bağın kuyusuna 
Bilezikle ağızlık tak 
Dörtlüğünü söyleyerek inşaatının tamamlanmasını Akliye Babadan ister. 
(Bünyamen ÇAY) 

261-VAH YAVRUM VAH 
Kayserili yaşlı nine bir gün belediye otobüsüne biner. Bakar ki 
koltuğun birisinde kız gibi uzun saçlı bir erkek oturuyor. Yanına gelir, kendi kendine bir şeyler söylemek ister ama bir türlü söyleyemez. Nihayetinde: 
-Kızım şöyle biraz çekil de ben oturayım. 
Koltuktaki uzun saçlı erkek: 
-Teyze ben kız değilim erkeğim, der. 
Yaşlı teyze bunun üzerine: 
-Vah yavrum vah! Sen de benim gibi genç yaşta dul mu kaldın ha! 
(Bünyamen ÇAY) 

262- HEYBENİN BOŞ ZAMANI   
Mehmet Şükrü Efendi, bir gün Şekerdeki bağına giderken yolda ahbaplarından biri: 
-Hoca efendi ev yakınına buyurun, der. 
-Heybem dolu 
Yolum doğru 
Ne ideyim 
Sağı solu 
Heybemin boş zamanı 
Gönlümün hoş zamanı 
Davet etmez misiniz 
Mısralarını söyleyerek bu samimiyetsiz daveti hicveder. (Bünyamen ÇAY) 

263- TUZSUZ HELVA GİBİ SALLANMAK 
    Taze geline kocası helva pişirmesini söyler. Gelin ise helvaya tuz konulup koyulmayacağını bilmiyor. Komşulara da sormayı kendine yedirememekte. Kapıya çıkar, sokaktan geçen bir adama: 
-Tuzsuz helva gibi ne sallanıyorsun, der. 
Adamcağız halden anlayan biriymiş. Geline: 
-Hadi kızım helvaya tuz konmaz. 
Böylece gelin helvaya tuz koyulmayacağını öğrenmiş. (Bünyamen ÇAY) 

264- ISPIDINLI İSEN GEÇ YUKARIYA 
      Adamın biri Ispıdın da bir eve misafir olur. Köye misafir geldiğini haber alan köylüler hoşgeldine varırlar. Her gelen odanın baş köşesine selam verip oturur. Gelenlerin baş tarafa oturmasında alt tarafta kalan misafir yer açmak için çekile çekile kapının ağzına kadar gelir. Kimsenin aldırmadığına bakarak canı sıkılsa da bir şey diyemez. Tam bu sırada içeri bir köpek girer. Adam dayanamaz ayağı kalkar: 
-Ispıdınlı isen geç yukarıya, der. (Bünyamen ÇAY) 

265- BİLMEDİ BELLEME EMMİ, PEKMEZİN TADI DA KITTI 
        Köylünün biri kente geldiğinde eskicinin tav çanağındaki kirli suyu pekmez zannederek: 
-Emmi şuradan bana 5 paralık pekmez ver, der. 
Adam işi bozuntuya vermez. Maşrapayı çanaktan doldurduğu gibi uzatır. Bir solukta maşrapayı tepesine diken köylü eskiciye parayı uzatırken saf saf : 
-Bilmedin belleme emmi pekmezin tadı da kıttı, der. (Bünyamen ÇAY) 

266- ONDA DA BAKILACAK YÜZ KALMADI 
Develili saz şairi Seyrani gözleri kör olmuş eski bir dostuna rast gelir: 
-Ne var ne yok ,diye hatırını sorunca dostu: 
-Ne bileyim. Ben de artık dünyayı görecek göz kalmadı ki. 
Şair Seyrani eski dostuna şu zarif cevabı verir: 
-Esef etme onda da bakılacak yüz kalmadı. (Bünyamen ÇAY) 

267-YÜKÜ ŞEKER OLSAYDI 
Kayserili adamın biri evinde oturmuş ailesi ile çay içiyormuş. Fakat 
ne yazık ki adamın çayının şekeri kıtmış. Hanımından şeker istemek için konuşmadan bardağını durmadan karıştırıyormuş. Öyle karıştırıyormuş ki: hanımı dayanamayıp: 
-Bey nedir senin yaptığın, durmadan bardağı karıştırıyorsun. Gören de şangır şungur deve kervanı geçiyor sanır. 
Bunun üzerine adam: 
-İnşallah devenin yükü şeker olur, demiş. (Bünyamen ÇAY) 

268-YEMEKLERİN PADİŞAHI 
Kayserili vaiz ... hoca efendi baklavayı çok severmiş. Bir gün vaiz 
efendiyi yemeğe davet ederler. Fakat vaiz efendinin baklavayı çok sevdiğini bilen ev sahibi ve davetliler baklavayı saklayarak ne yapacağını merakla beklerken bütün yemekler gelir ve yenir. Vaiz efendi etrafa bakarak başka yemek kalmadığını zanneder “elhamdülillah” der ve kalkar. Bu arada baklava  sofraya konur. Vaiz efendi bakar bakar ama sofradan kalktığı için bir türlü oturamaz. Ancak Kayserili zekasını kullanarak orada bulunanlara hitaben: 
-Arkadaşlar bir dakika. Şu anda padişah gelse ne yaparsınız? 
Orada bulunanlar: 
-En güzel ikram ve izzette bulunur, baş köşeye oturturuz, derler. 
-Öyleyse baklava da yemeklerin padişahıdır. Durun baş köşeye oturtayım. 
Ve tekrar sofraya oturur ve baklavayı yemeğe başlar. (Bünyamen ÇAY) 



269- UMARIM DENİZDE YOKSUNUZ 
Kayseriliden kazık yiyen bir Ermeni, Kayserilinin olmadığı bir yere 
yerleşmeye karar verir. Dünyanın bir çok ülkesini ve şehirlerini dolaşır. Tüm gezdiği yerlerde bir Kayserili ile karşılaşır. En sonunda Amerika’nın New York şehrine gelir ve burada Kayserili yoktur diye buraya yerleşir. Aradan bir süre geçtikten sonra topal bir adamla tanışıp ahbap olur. Konuşmaları sırasında bu adamın da Kayserili olduğunu öğrenince: 
-Sizin toplanız burada ise topal olamayanınız bilmeme nerede... 
Diye kendisini denize atar. 
-Sanırım burada Kayserili yoktur, der. (Halil TOKER) 

270-  İKİNCİSİ YAKINDA 
Beyazıt meydanında Bir Kayserili kendi yazdığı “Anında Köşe Dönmenin 38 Kuralı” adlı yüzlerce kitabını tezgaha yığmış. Anında zenginleşmek isteyen vatandaşlar anında kitapları tüketmişler. Bir hafta sonra adamın biri Kayserilinin yanına gelerek: 
-Yahu bu kitapta köşe dönmekle, zenginleşmekle ilgili bir cümle bile yok. Burada sadece iğneden ipliğe hatta ıbrıktan tırpana kadar her şeyin Kayseri’den alınması gerektiğinden başka bir şey yazmıyor. 
-Bu aldığın kitap birinci cilt. Yani ticareti anlatan cilt. Hele bekle yakında yatırım konusunu ele alan ikinci cildi yazacağım, demiş.   
(Duygu AKSOY) 

271-KOLAY SAYARSIN 
Kayserili küçük Ahmet bir gün gittiği bakkal sahibine şöyle der: 
-Bakkal amca niçin her gün bana küçük yumurta veriyorsun? 
Bunun üzerine bakkal sahibi: 
-Kolay taşıyasın diye, der. 
Ahmet alışverişini yapar ve parasını vererek dışarı çıkar. Paraları sayan bakkal, paraları eksik olduğunu görür. Koşarak Ahmet’in peşinden gider ve: 
-Oğlum! Paraları eksik vermişsin. 
Ahmet’in cevabı bakkalın daha önceki cevabını aratmayacak derecededir: 
-Kolay sayasın diye... (Sevda  KARAER) 

272- BU GİTMEZ 
Kayserili Trabzon’a gitmek için uçağa biner. Uçak görevlileri ve 
orada bulunan herkes Temelin koltuğa yanlış oturduğunu söylerler. Ancak bir türlü koltuğundan kaldıramazlar. Kayserili: 
-Bana 50 milyon lira verin onu yerinden kaldırayım. 
Görevliler teklifi kabul eder ve 50 milyon lirayı vermeye razı olurlar. Kayserili Temelin kulağına bir şey fısıldar ve Temel yerinden hemen kalkar. Kayseriliye bunu nasıl yaptığını sorarlar. Kayserili de: 
-Bu koltuk Trabzon’a gitmeyi, bu koltuk gidiy dedim. 
(Lütfiye BERBER) 

273-  OTUZ İKİ DİŞ 
Tıp Fakültesinde ve diğer okullarda okumakta olan öğrenciler, 
TUS (Tıpta uzmanlık sınavı) ve  sonrası seçmek istedikleri uzmanlık alanlarında konuşurlar. Kimi öğrenciler beyin cerrahisini, kimileri kalp uzmanlığını, kimileri kulak-burun-boğaz uzmanlıklarını tercih edeceklerini belirtirler. Sıra Kayserili öğrenciye gelir, kendisinin diş doktoru olmak istediğini söyler. Sebebini soranlara ise: 
-İnsanların bir beyni, bir kalbi, bir burnu, bir boğazı var ama 32 dişi var. 
(Lütfiye BERBER) 

274- OLMAZ 
Kayserili bir gün mağazaya gider. Bir ceket almak ister. Ceketi 
gösterip: 
-Ne kadar? 
Mağaza sahibi: 
-  20 milyon. 
-  Çok pahalı, baksana rengi filan soluk. 
-  Tamam 15 milyon olsun. 
- Yahu bunun markası filan belli değil, astarı da kaymış. 
- Tamam abi 10 milyona götür. 
- Hayır baksana düğmeleri uyumsuz, omuzları düşük. 
Bunun üzerine mağaza sahibi : 
-Al bedavaya götür, 
Deyince Kayserili: 
-Olmaz 2 tane isterim der .(Lütfiye BERBER) 

275-TUZ VE EKMEK 
Göçmenlerden Ramazan Ankara’ya çalışmaya gider. Oldukça pinti 
olan Ramazan 6 ay sonra bir mektup yazar. “baba dediğin gibi çalışıyorum yemekte ise sadece tuz ve ekmek yiyorum” der. Mektubu okuyunca çok sinirlenen baba hemen bir mektup yazar. “Oğlum buradan gideli amma da müsrif olmuşsun, tuz ile ekmek bir arada yenir mi? Ya tuzu bırak ya ekmeği yoksa para artıramazsın” der. (Yılmaz ALIMCI) 

276- DÜNÜRCÜ
Akkızın  Ayşe ağabeysi Akkızın Alinin yanına gelerek: 
Ali Ağa Sinangil Fatma’ya dünür geldi. Gerçi sen ver desende 
vereceğim verme desen de vereceğim. Yine de dayısına bir sorayım dedim sen ne dersin? (Yılmaz ALIMCI) 

277-AYDA KARALTI 
Amerikalılar aya ilk çıktığında Vahit Ağa anasının yanına gelerek der ki: 
-Ana ana Amerikalılar bugün aya çıkmışlar. 
Yaşlı Şerif ana cevap verir: 
-Hele ben orada bir karaltı görmüştüm. Her halde onlardı. 
              (Yılmaz ALIMCI) 

278- GÜNEŞİ TAŞALAMAK 
Hayriye Mahalleli ırgatlar tarlada çalışırken iyice yorulmuşlar. 
Irgatlardan birisi: 
-   Güneşin hemen batması için güneşi taşlayalım arkaya düşsün, demiş. 
Hep birlikte güneşi taşlamışlar. Halil Ağa ortaya çıkar der ki: 
-Durun yahu ya taşlar güneşin alt tekine değer de tekrar sabaha dönerse ne yapacağız. 
-Bunun üzerine Halil Ağa doğru söylüyor diyerek güneşi taşlamayı bırakırlar. 
(Ercan ALIMCI) 

279- TEFİNEN İNEK SAĞMAK 
    Hayriye Mahallesinden Ayşe Kara ve Ahmet Kara’nın inekleri buzağılamış ama sağdırmıyormuş: 
-Herif bizim inek sütü sağdırmıyor. 
Kolayı var avrat ineği rahatlattırarak sütü sağarız, demiş ve bir tef almış. 
Başlamış tef çalmaya. İneğin yanına süt sağmaya varınca ineğin uslanıp sütü sağdırdığı görülmüştür.
-Bak avrat inekten süt böyle sağılır. (Sadettin TÜRKİLERİ) 

280- YUFKA SACI 
      Özvatan’da Hasan Ağanın hanımı yufka yapmak için sac aramış. 
Ahmet Ağanın çatısında saca benzer çanak anteni görünce merdiven kurup anteni indirmiş: 
-Hatun, sacı buldum, ekmeği yapabilirsin. 
Ahmet Ağa eve gelir çatıda anten yok. Ekmek yapanlar dahil mahalleden sorar ve hiç birisinin antenden haberi olmadığını öğrenir. Ahmet Ağanın hanımı bir gün yufka yapmak için sac aramaya çıkar. Hasan Ağanın evine vardığında çanak anteni ekmek sacı diye verirler. Ahmet Ağa: 
-Biz bu çanak antenini aramıştık. Size de haber vermiştik. O zaman niye biz haber vermediniz?   
Dediklerinde Hasan Ağa 
-Biz bu ekmek sacını sizin çatıdan aldık. Biz bu sacın çanak anten olduğunu bilmiyorduk. (Sadettin TÜRKİLERİ)   
  
281- ORADAN TANIMAZLAR 
Bünyan’da gençler her zaman olduğu gibi Pınarbaşı suyunda 
yıkanmaya gitmişler. Suda yıkanırlarken iki muzip arkadaş diğerlerinin giysilerini alarak kaçmışlar. Bir süre suda bekleyen gençler şakanın sonunu beklemişler ama elbiseleri getiren olmamış. Onlar da çaresiz bir şekilde elleri ile önlerini kapatarak Bünyan’a doğru koşmaya başlamışlar. Yolda yaşlı bir amca bunlara rast gelmiş. Amca bunların haline gülmüş ve demiş ki: 
-Evlatlar, sizi oradan tanıyan çıkmaz. Siz oranızı değil yüzünüzü kapatın yüzünüzü. (S.Burhanettin AKBAŞ) 

282- SEN BÜYÜKLÜKTE Mİ? 
Bir Kayserili boyacı, saraya boyacı başı olur. Günlerden bir gün 
padişah, Kayserili boyacı başına kapı eşiklerini boyamasını buyruk verir. Kayserili işe koyulur ve işi bitirir. Padişaha haber verilir, gelir görür, beğenir: 
-Aferin Kayserili eşikleri iyi boyamışsın, 
diye gönlünü alır. Oradaki zevattan biri padişahın eşik sözünü eşek anlar. O günden sonra Kayserili boyacı başına zaman zaman takılır. Kayserili bunun eşek değil eşik olduğunu her defasında söylese  de adam anlamazlıktan gelir. Günün birinde: 
-Hey boyacıbaşı söyler misin bir eşeğe ne kadar boya gider? 
Kayserilinin artık tepesi atmıştır. Adamı şöyle bir alttan yukarı kıyasıya süzer ve der : 
-Eşeğin kalıbına göre değişir. Mesela sen büyüklükte olanına bir cezve yeter. (Sabit Özdemir ÖZENÇ)

283- AZ ÖNCE BİTTİ 
Bir Kayserili ve bir Trabzonlu çöl gibi ıssız yerde mahsur kalmışlar 
Ellerin de de bir tane ekmek varmış. Belki bir araba geçer diye yol kenarına çıkmışlar. Arabayı beklerken oyalanmak için bir oyun oynamaya karar vermişler ve dükkancılığa başlamışlar. Sırayla birimiz dükkan sahibi birimiz müşteri olalım demişler. Kayserili: 
-Önce ben dükkan sahibi olayım, demiş. 
Trabzonlu “tamam” deyip dolaşıp gelince: 
-Bir ekmek alabilir miyim? Demiş. 
-Ekmeği yedim az önce bitti, demiş. (Fatma İMDAT) 

284- KAZMANIN KABI 
İki Kayserili tarla sularken bir tane çizme bulmuşlar. Hayatlarında 
hiç çizme görmemişler, ne olduğunu merak etmişler. Köyün en yaşlısına sormuşlar. Bilse bilse Mehmet Ağa bilir diye ona götürmüşler. Mehmet Ağa sağına bakmış soluna bakmış: 
-Aman bunu bilemediniz mi kazmanın kabı, demiş. (Gülten BAŞER) 

285- KAYSERİLİ PİKNİKTE 
Kayserili, Adanalı, Antepli ve Rizeli bir gün pikniğe gitmeye karar 
vermişler. Herkes pikniğe yanında bir şeyler getirmiş. Rizeli çayını, Antepli baklavasını, Adanalı şiş kebabını getirmiş. Kayserili de kardeşini getirmiş. (Gülten BAŞER) 

286- ELMA 
Kayserilinin biri bir gün İstanbul’a gitmiş. Pazarda dolaşıyormuş. Elma satın almak istemiş. Satıcıya: 
-Elma kaç para, diye sormuş. 
-200 lira diyince satıcı, 
Aboovv demiş Kayserili. 
Hemen elmacının yanında ayva satılıyormuş. Satıcıya: 
-Ayva kaç para, demiş. 
-400 lira, 
diyince Kayserili iki kere: 
-Abovv, demiş. (Esra BURUK) 

287- TÜRK MALI 
Zamanın birinde Amerikalılar kıldan ince bir metal icat etmişler. 
Bunu çok üstün başarı sayarak bazı dünya ülkelerine yollayıp bunun üzerinde ne gibi değişiklikler yapılacağını merak etmişler. Esas amaçları kendilerinin üstünlüğünü kanıtlamakmış. İngiltere de bunun ucunu vida haline getirmişler. Fransızlar bir delik açmışlar. Diğer ülkelerde de bir takım işlemler yapıldıktan sonra Türkiye’ye göndermişler. Yetkililer Kayserililerin üstün zekaları ve sanayideki başarılarından dolayı bunu ancak Kayseri’de bir işlem yaparlar diyerek Kayseri’ye yollamışlar. Kayserililerde Türk Malı damgasını vurup Amerika’ya geri yollamışlar. (Fatma İMDAT) 

288- BİRİNCİ SINIF 
Kayserili küçük bir çocuk okula yeni başlayacakmış. Okullar açılmış, okulun ilk günü annesi götürmüş ve tekrar eve dönmüş. Çocuk okludan çıktıktan sonra eve gitmiş. Annesi: 
-Oğlum okulda ilk günün nasıldı? 
-Her şey iyiydi ama bir şey kötüydü. 
Annesi merak etmiş: 
-Kötü olan neydi? 
-Sınıf kapısının üstünde birinci sınıf yazıyordu ama içeri girdiğimde her şeyin tahtadan olduğunu gördüm. (Mustafa GÖKBULUT) 

289- EŞEK İLE ANTENİN DAVALARI 
Özvatan’ın iki tane mahallesi varmış. Bir mahallenin adı Köse köy, 
diğerini ki ise Çukur mahallesiymiş. Buraların adamları birbirlerini hiç sevmezlermiş. Bir gün Köse köylü olan adam pazara giderken karşıdan da Çukurlu olan adam geliyormuş. Çukurlu olan adam hemen davranıp Köse köylüye: 
-Niye? 
-Duymadın mı? 
-Yanındaki de 
-Yoo... 
-Dur anlatayım da dinle. 
Köseköylüler eşeğin bacağı üşümesin diye tül çorabı giydirirler ya, eksik akıllı Köse köylüler ne olacak, demiş. 
Adam kendi kendine: 
-Allah Allah! 
Köseköylüde hemen atlayıp haa hha, diye gülmüş. 
-Sizin bizden ne eksiğiniz var ki, demiş. Siz de televizyon iyi göstersin diye çatının başındaki antenin üstüne naylon geçirdiniz ya, demiş. 
Çukurlu seslenmemiş, ikisi de oradan uzaklaşmış gitmişler. (Jalecan BAHÇELİ) 

290- KAHRAMAN KAYSERİ 
Subay bir gün askerlere nereli olduklarını, anne ve babalarının adlarını sormuş. Bütün askerler çıkıp sırayla kendilerini tanıtmış. Askerin biri çıkıp subaya: 
-Maraşlıyım, demiş. 
Subay askere bir tokat atmış: 
Yeniden tekrarla. 
Asker yeniden: 
-Maraşlıyım, demiş ve tokadı yemiş. 
Üçüncü sefer asker Kahramanmaraşlıyım demiş ve tokattan kurtulmuş. Sıra Kayserili askere gelmiş. Asker, subay bana da tokat atar diye aklından geçirmiş ve subay nerelisin diye sorunca: 
-Kahraman Kayseriliyim, demiş. (Esra BURUK) 

291- KAYSERİLİYMİŞ 
Kayserilinin biri çocuklarını birer iş sahibi olsun diye çalışmaya 
yollamış. Hepsi bir işe girip aradan belli bir zaman geçtikten sonra babası çocuklarını ziyaret etmeye gitmiş. Çocuklarından biri beyaz eşya fabrikasının sahibi olmuş. Diğer çocuğu ise mobilya fabrikasının sahibi olmuş. Diğer çocuğunun yanına varınca onu hala işçi olarak görmüş: 
Oğlum sen niye fabrikanın sahibi olmadın, deyince 
-  Baba çünkü buranın sahibi de Kayserili de ondan, demiş. 
(Aydın AKDEMİR) 


292- HELVA 
Kayserilinin biri askere gitmiş. Askerde canı helva istemiş. Çarşıya çıkmadan komutanı çağırmış: 
-Oğlum bana bir iğne ile iplik al, 
diye para vermiş. Kayserili kapıdan çıkmış unutma bahanesi ile komutanın odasına girerek: 
-Ne alacaktım. 
-İğne ile iplik. 
Kapıdan çıkmış tekrar içeri girmiş bir daha sormuş. Komutan bir daha: 
-İğne ile iplik, demiş. 
Kapıdan çıkmış komutanın odasına tekrar girerek: 
-Komutanım o dediğin yoksa helva alayım mı?, demiş. 
-Al da ne alırsan al. (Aydın SARIBALIK) 


293- ÖRT DE ÖLEYİM 
Talaslı bir adamın babası hastalanır. Talas’tan Kayseri’ye kadar 
kan revan içinde gelir ve bir doktor bularak at üstünde çala kırbaç Talas’a döner, eve varır: 
-Baba baba doktor getirdim sana. Seni muayene edecek. 
Babası doktora şöyle bir bakar: 
-Kaça getirdin? 
-10 lira istiyor, deyince adam: 
-Ört  de öleyim 10 lira verilir mi?  (Hasan YÜKSEL) 

294- BEN BEN BEN 
Adamın birisine karısı ile birlikte karşıdan karşıya geçerken araba 
çarpar ve ölür. Kadın kocasının başına vararak hem ağlar hem de ölmüş olan kocasına bir şeyler söyler: 
-Hani evimize eşyalar alacaktın, evimizi döşetecektin. Şimdi bunları kim yapacak? 
Kadının arkasından kendileri ile aynı binada oturan bir erkek sesi “ben” der. Kadın ölmüş olan kocasına: 
-Çocuklarımız büyüdüğü zaman onları evlendirecektik. Şimdi onları kim evlendirecek? 
Adam “ben” der. Kadın: 
-Sapı samanı kim kaldıracak, tarlayı kim sürecek? 
Adam “ben” der. Kadın: 
-Bankalara, oraya buraya olan borcumuzu kim ödeyecek? 
Adam:
-Bak işte şimdi o boka ben karışmam, der. (Hasan YÜKSEL) 

295- OLMAZ KUPKURU 
Bünyanlı gencin evlenme çağı gelmiştir. Bu gence anne ve babası 
geleneklere göre kız ararlar. Etraflarına da kız aradıklarını duyururlar. Bu haberi duyan babanın arkadaşı köyün birinde oğluna uygun bir kız olduğunu söyler. Kızı da şöyle över: 
-At gibi koşar, it gibi yer (At gibi çalıştığını, itin yediği gibi az yediğini ima eder) der. 
Ertesi gün bu kızı görmek için ailece köye giderler. Köye vardıklarında evin reisi hoş bir şekilde karşılar. Yemek yenilip sohbet edilir. Ardından da kızı görmek isteyen oğlan babası bir hoşaf ister. Kız kapıdan elinde hoşaf dolu bir tepsiyle içeri girer. Dünürcü giden oğlanın babası kızı görünce beğenmez. Bunu da herkesin içinde açıkça ifade edemediği için kızı beğenmediğini şu kelimelerle söyler:
-Duttan hoşaf olur mu? Dupduru yavrum dupduru. Bundan gelin olur mu? Kupkuru yavrum kupkuru, der. (Hasan YÜKSEL) 



296- ABDESTSİZ NAMAZ 
Namaz kılmasını bilmeyen bir köye bir gün bir çerçi gelir. Köylüler 
bu çerçiden kendilerine namaz kılmasını öğretmesini isterler. Çerçi önceleri namaz kıldıramayacağını söyler. Fakat bir ayda 30 dana karşılığında namaz kılmasını öğreteceğini söyler. Köylüler de razı olur. Çerçi cemaati her gün camiye toplayarak namaz kıldırmaya başlar. Bu böylece sürüp gider. Günün birinde gene aynı köye bir müezzinin yolu düşer. Namaz kılmak için camiye gittiğinde bir de ne görsün. Cemaatin “yatın pezevenkler kalkın pezevenkler” sesi ile yatıp kalktıklarını görür. Çerçinin bu aldatmasını ortaya çıkarmak için arkadan “öhü öhü” diye öksürür. Namaz kıldıran çerçi oyununun anlaşıldığını anlar ve: 
-öhü öhü deme, öhü b.k yeme. Otuz günde otuz dana, yarısı sana yarısı bana diye seslenir. Daha sonra müezzini yalnız olarak yakalar ve ses çıkarmamasını otuz günün sonunda otuz dananın yarısını kendisine vereceğim diye razı eder. Bir ayın sonunda çerçi danaları alarak ve müezzini atlatarak köyden kaçar. Aldatılan müezzin ise köylüleri başına toplayarak olanları anlatır ve kıldıkları namazın yanlış olduğunu bildirir. Köylüler de ona bu durumu zaten bildiklerini söyleyerek şöyle derler: 
-Biz kıldığımız namazın yanlış olduğunu biliyorduk. Bu yüzden biz de abdestsiz namaz kılıyorduk, derler. (Hasan YÜKSEL) 

297- ŞEHRE GELİNCE... 
Köylü kadının biri bir gün şehre gelir ve gezerken kuruyemişçinin 
önünde leblebiyi görür. Ömründe hiç leblebi görmeyen kadın yanındakilerden bunun nohuttan yapıldığını öğrenince leblebinin karşısına geçer ve şöyle der: 
-Vuu ektiğim nohut, diktiğim nohut. Gün gelip dibine s...tığım nohut. Şehre geldin de leblebi mi oldun. (Hasan YÜKSEL) 

298- ALLAK 
Kayserilinin biri bir papazla yolda arkadaş olur, epeyce yol yürüdükten sonra biraz dinlenmek üzere otururlar. Her ikisi de azık çıkınını açar. Kayserilinin ki biraz ekmek biraz da çökelektir. Papazın çıkınında bal, yağ, yumurta, kaşar peyniri ve daha neler olduğunu görünce içini çekerek: 
-Papaz efendi bir tane Allah de bakalım, der. 
-Allak, der papaz. 
Kayserili bunu fırsat bilir der ki: 
-Doğru dürüst adını bile söyleyemiyor. Bu kadar yiyeceği ona ver yesin. Beni de çökeliğinen avut bakalım ne olacak, der. (Esat KARAKAYA) 

299- BEN NELER ANLADIM NELER 
  Kayserili manifaturacılardan Ahmet Ağa İstanbul’a mal almaya gideceği zaman ortağı Mehmet Ağaya: 
-Bak ortak ben İstanbul’a varınca piyasayı kolaçan ederim. Eğere mallara zam gelecek gibi ise sana “aman ha aman” diye telgraf çekerim. Sen buradaki malı zamlandır, der ve İstanbul’a gider. 
İki gün sonra Mehmet Ağaya postacı bir telgraf getirir. Mehmet Ağa postacıya: 
-Kardeşim benim okumam yok, açta hele bir telgrafı oku, der. 
Postacı istek üzerine telgrafı okur: 
-Ortağım Mehmet Ağa aman ha aman. 
Mehmet Ağa başlar fındık kırıp oynamaya. Postacı sorar: 
-Ne anladın ki bundan fındık kırıyorsun, deyince Mehmet Ağa: 
-Ben neler anladım neler, sen bilemezsin, der. (Esat KARAKAYA) 

300- KAYSERİLİ ESNAF VE YANKESİCİ 
Kayserili esnaftan biri İstanbul’a mal almaya giderken koyun 
cebinin birini yan kesicileri yanıltmak için saksı kırıkları ile iyice doldururmuş. Yine bir seferinde böyle yapıp trenle giderken kompartımanda arkadaş olduğu birine: 
-Trende çok yankesici var diyorlar, ama bana hiç rast gelmedi. Koyun cebim para dolu olduğu halde korkusuzca gidiyorum, der. 
Arkadaşı ona: 
-Biraz evvel biri onu yokladı da saksı kırığı olduğu anlaşıldı. Üzülme sen biz işimizi biliriz, der ve gider.
Kayserili öbür cebindeki paraları yoklar ki yerinde yeller esiyor. (Esat KARAKAYA)

Yorumlar